Gazeteci Melike Aydın: Kadınlar her alanda var olmalı

  • 10:43 12 Mart 2025
  • Güncel
İZMİR - Kadın gazeteci olmanın zorluklarını anlatan JINNEWS muhabiri Melike Aydın, kadınlar ve gazeteciler üzerindeki tüm baskıya rağmen bu alanın, kadınların mücadelesiyle daha da büyüdüğünü ve kadın haberciliği sayesinde kadın odaklı bakış açısının eril medya dilini giderek dönüştürdüğünü ifade etti.
 
Gazetecilik kariyerine Ankara’daki yerel bir gazetede başlayan ve şu anda JINNEWS’te muhabirlik yapan Melike Aydın, meslek hayatına dair deneyimlerini paylaştı. Yerel gazetecilik yaptığı dönemde JINHA’yı keşfettiğini belirten Melike Aydın, ajansın kadın haberciliğine odaklanması nedeniyle burada çalışmayı istediğini dile getirdi. Gazetecilik yaptığı alanları değerlendiren Melike Aydın, kadın gazetecilerin kent fark etmeksizin her yerde baskıya maruz kaldığını vurguladı. Özellikle Kürt özgür basınının cesur habercilik anlayışı nedeniyle hedef alındığını ifade eden Melike Aydın, buna rağmen kadın odaklı haberciliğin önemli bir ilerleme kaydettiğini söyledi. Bu gelişmenin, kadın mücadelesi ve kadın gazetecilerin sahada varlık göstermesiyle mümkün olduğunu da sözlerine ekledi.
 
‘Kadınlar her alanda mücadele vermek zorunda’
 
Gazeteciliğe 35 yaşında başladığını dile getiren Melike Aydın, Türkiye koşullarında ailelerin bu konuda baskıcı olabildiğini kaydetti. Melike Aydın, “Özellikle kız çocuğuysanız, bu işlerle baş edebileceğiniz konusunda genelde şüpheleri oluyor. Kadın gazetecilerin başına gelenler herkes tarafından bilindiği için, aileler de özellikle kız çocuklarına karşı daha korumacı davranıyor. Dolayısıyla ailem istemedi ama 35’imden sonra, ancak o tarihte böyle bir işe başlama imkânı sağlayabildim. Çünkü imkân yaratmak gerekiyor. Hakikaten bir iş istiyorsanız, özellikle kadınlar bir şey yapmak istiyorsa, bunun için ciddi anlamda mücadele etmesi gerekiyor. Sadece bu da değil tabii ki. O yaşa kadar birçok sektörde çalıştım. Öğretmenlik yaptım, özel şirketlerde çalıştım. 
 
Artık toplumsal bir şey yapmak istedim ve özellikle bir kadın olarak, kadınların bu alanda yer almasının önemli olduğunu düşündüm. Dolayısıyla da JINHA’yla başladım. Ardından da bu süreç gelişti. Aslında toplumsal bir iş yapmak istediğim için ve yapabileceğim şey de gazetecilik olduğu için böyle bir mesleğe başlamış oldum. Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde kadınlar, her alanda mücadele vermek zorunda. Her yerde bir savaş vermek zorunda. Benim bu mesleği seçmemdeki nedenlerden biri de buydu. Hakikati duyurmak, gerçeği yansıtmak istedim ama bunu kadın olarak ve kadın haberleri yaparak gerçekleştirmek istedim. Çünkü biz kadınlar, dünyanın yarısını oluşturmamıza rağmen, birçok şeyden haberdar değildik. Kadınların her alanda var olması gerektiğini düşündüm. Kadınlara ulaşmak gerektiğine inandım. Biraz da bu motivasyonla başladım. Bu mücadeleyi veren kadınlar olarak birbirimizden haberdar değildik. Birbirimizin mücadelesinden ya da dünyadaki bakış açısından bihaberdik. Açıkçası, bu iletişimi sağlamak istedim” dedi. 
 
‘Kadın haberciliği için JINHA’da çalışmaya başladım’
 
Yerel gazetede edindiği deneyimi gerçek anlamda gazetecilik olarak tanımlamadığını ifade eden Melike Aydın, “Hayaliniz gazetecilik yapmak ama orada size çok farklı bir bakış açısıyla, bambaşka bir amaçla yaklaşıyorlar. Yine de bir yerden başlamak gerekiyordu ve ben de yerel gazetede başladım. Bu süreçte Ankara’da gazetecilik yaptım, dolayısıyla Ankara’nın dinamiklerini az çok biliyorum. Diyarbakır’da çok kısa bir süre çalıştım, ardından Dersim’de ve Ege Bölgesi illerinde gazetecilik yaptım. Bu bölgeleri, hem haber kaynakları hem de toplumsal yapı ve kadınların konumu açısından kıyaslayabiliyorum. Aralarında gerçekten ciddi farklar var. Her bölgenin etnik, sosyolojik ve ekonomik yapısı birbirinden oldukça farklı. Bu da doğal olarak insanların yaklaşımına, bakış açılarına ve gündelik hayatlarına yansıyor. Kürdistan illeri ile batıdaki iller arasında belirgin farklar var. Oradaki Kürtlerin, özellikle Kürt kadınlarının durumu ile batıdaki Kürt kadınlarının koşulları birbirinden farklı. Batıda daha fazla Türk nüfusu var ve buradaki sorunlar da doğudakilerden farklı. Elbette bu durumlar, toplumsal yapıyı ve ilişkileri karşılıklı olarak etkiliyor” dedi.
 
Ankara’da kadın gazeteci olmak
 
Ankara’da iken yaptığı gazetecilik deneyiminden bahseden Melike Aydın, şunları söyledi: “Gerçekten çok kurak bir iklimi var. Kadın, dışarıdan daha çok seküler, liberal gibi görünen ama aslında kesinlikle bir meta olarak görüldüğü, ‘prezentabl’ diye adlandırılan; kılık kıyafetinden, duruşundan, görüşünden, görünüşüne kadar bir metaya çevrildiği bir ortam diyebilirim. Kadın da burada sadece görüntüsüyle var olan bir aparat olarak, o işyerinin, sokaktaysa sokağın, evdeyse evin, okuldaysa okulun içinde; kadının sadece fiziksel varlığının önemli olduğu ve aslında hiçbir sözünün kıymetli olmadığı bir ortamdı Ankara. Tabii ki sol, sosyalist devrimciler, feministler, Kürt kadın hareketi orada da var. Ama yaygın olarak var olan, belirli bir çevrede bulunan insanların olduğu yer. Ki bu belirli çevrenin içerisinde sol, sosyalist kadınların yer aldığı alanlarda bir miktar daha nefes alma alanı var. 
 
Kadınlar açısından, kadın gazeteciliği açısından da böyle. Fakat çeperde, halkın yaşadığı yerlerde durum böyle değil. Kesinlikle muhitten muhite değişiyor. Alevilerin yaşadığı mahalledeki kadının durumu farklı, orada gazetecilik yapmak da farklı. Ama bir Sincan’a, Eryaman’a gittiğin zaman çok farklı bir deneyimle karşılaşıyorsun. Sizin bir gazeteci olarak orada var olmanız bile çok hayret uyandıran bir şey ve ‘Acaba bunun amacı ne? Başka bir şey mi yapıyor?’ gibi çok farklı adlandırmalarla karşılaşabiliyorsunuz. Dolayısıyla, gerçekten Kürdistan’da gazetecilik yapmaktan daha çok zor Ankara’da gazetecilik yapmak” diye belirtti.
 
‘Kadın dayanışmasının önemini JINHA’ya girdikten sonra anladım’
 
JINHA’da çalışmaya başlamasının ardından Amed’e giden Melike Aydın, “2016’nın sonlarıydı ve JINHA’ya girdim. Bir ay sonrasında maalesef gazete KHK ile kapatıldı. Burada kısa bir süre çalışabildim. Tam OHAL sürecinde gerçekleşmişti. Hem toplum açısından kadın gazeteciliğinin, kadın dayanışmasının neden önemli olduğunu JINHA’ya girdikten sonra anladım. Çünkü haber dilinden tutun da ekip arkadaşlarıyla çalışmaya kadar, aslında bildiğimi zannettiğim birçok şeyi bilmediğimi öğrenmiş oldum. Bu açıdan, böyle bir alanda ayrıca profesyonel bir alanın yaratılmasının ne kadar önemli olduğunu keşfetmiş oldum. Dışarıdan bakınca sıradan bir gazetecilik yapıyoruz gibi görünse de aslında öyle değil. Zaten öyle de görünmüyoruz ama bu işi bilmeyenler açısından baktığımızda, kesinlikle o şekilde algılanmamalı. İşin içine girince çok daha farklı dinamikler ve katmanlarla karşı karşıya kaldığınızı görüyorsunuz. 
 
Diyarbakır’daki kadınlar açısından, oradaki halkın ne kadar politik olduğunu fark ettim. İlk gazetecilik faaliyetim, Sur direnişlerinin hemen ertesindeki bir eylemde gerçekleşti. Ankara’da, Kemalizmin ve diğer fraksiyonların ideolojik olarak daha baskın olduğu bir ortamda büyürken kafamıza empoze edilen şey; başı açık kadının çağdaş, ilerici, gelişmiş, başı kapalı kadının ise muhafazakâr ve dindar olduğuydu. Ama Amed’e gittiğimde ilk gördüğüm şey, kapalı bir kadının bana yardım etmesiydi. Eyleme katılmış, başörtülü bir kadının beni kaybolmaktan kurtardığını hatırlıyorum. Bu deneyimle birlikte, kadınların açık ya da kapalı olmasına göre ayrım yapılamayacağını ve ne kadar politik olduklarını anladım. Ankara’da eylemcisinden faşistine kadar sokaktaki kitleler erkek egemendi; ama Amed’de durum böyle değildi. Kadınlar hayatın içinde aktiftir, siyasette söz sahibidir. Özellikle bunu gözlemledim. Hemen ardından, Amed’de çok uzun kalmadım ve altı ay sonra Dersim’e gittim” diye ifade etti.
 
‘Kürdistan’da gazetecilik yapmak batıya göre daha zordu’
 
Dêrsim’deki deneyiminden bahsederken, kadınlar üzerindeki devlet baskısının ne kadar fazla olduğunu vurgulayan Melike Aydın, kadınların bu baskılara rağmen ayakta kalmaya çalıştıklarını gördüğünü söyledi. Melike Aydın, Dêrsim’in bir kadın kenti olduğunu kaydederek, “Bu sözü hak ediyor, ama ben de haberini birçok kez yapmıştım. Yapmaya çalışıyorsunuz, bazen yapamıyorsunuz. Kadını da korumak gerekiyor. Bazı yerlerde polis kadınları sıkıştırıyor. Tam OHAL süreciydi bu arada. Polisler, kadınları sıkıştırıyor, beraber olmak istiyor; istemeyince kadına tacizde bulunuyor ve kadın da sesini çıkaramıyor. Böyle şeylerle karşılaştım. Bunun dışında, özellikle Dêrsim’de üniversitenin etrafında kadınlara yönelik kurulan tuzakları gördüm ve bunların Dêrsim halkından ziyade, devletin eliyle gerçekleştirilen şeyler olduğunu anladım. Özellikle öğrenci yurtlarında, Munzur Üniversitesi çevresinde yürütülen politikayı öğrenmiş oldum. Kadın gazeteci olarak da çok polis tacizine maruz kaldım. Eve giderken zırhlı araçlarla beraber gidiyordum, çünkü zırhlı araç beni takip ediyordu. Yürüme tempomda yanımda ilerleyen, yüzünüze silahını ve kamerasını çevirerek evinize kadar takip eden bir polis eşliğinde yürüdüğünüzü düşünün. Bu şekilde gazetecilik yapmaya çalışıyorsunuz. Adım adım her yerde takip ediliyorsunuz. Kontrol noktalarından geçerken telefonunuzdaki bilgiler siliniyor. Böyle şeylerle karşı karşıya kalıyorsunuz. 
 
Gerçekten, özellikle OHAL sürecinde Dêrsim’de gazetecilik yapmak çok zordu. Çünkü şehre girerken polis kontrolünden geçiyorsunuz, çıktıktan sonra kontrolden geçiyorsunuz, ilçeye girerken geçiyorsunuz, ilçeden çıkarken yine her noktada polis aramasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bir kadın olarak da çok sıkıntı yaşıyorsunuz. Orada polisin tavrı farklı oluyor; özellikle sizin gazeteci olduğunuzu biliyorlar, dolayısıyla size olan tavırları daha baskıcı oluyor. Dêrsim böyle bir yerdi ve orada en çok da kadınlar, gündelik hayatın içerisinde bulunabilmek için direniyorlardı. Özellikle Dêrsim’de, Kürdistan’da gazetecilik yapmak batıya göre çok daha zordu” sözlerine yer verdi.
 
‘İzmir’in kadın şehri gibi görünmesi, kadınların mücadelesiyle bağlantılı’
 
Dêrsim’in ardından İzmir’e geldiğini dile getiren Melike Aydın, İzmir’in de Dêrsim gibi bir kadın kenti olarak değerlendirilebileceğini, burada feminist hareketin ve kadın özgürlük hareketinin oldukça yoğun olduğunu ve güçlü bir dayanışma kültürünün varlığını ifade etti. İzmir’in, kadın katliamlarının en çok yaşandığı illerden biri olduğuna dikkat çeken Melike Aydın, “Ayakları üzerinde durmaya çalışan, kadın kimliğiyle bir erkeğin boyunduruğu veya himayesi altında kalmayı reddedip kendi kimliğiyle yaşamak isteyen kadınların karşılaştığı şeyler bunlar. Boşanmak istedikleri erkekler, eski sevgilileri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından katlediliyorlar. Bu da aslında erkeklerin himayesine girmek istemediklerinin bir göstergesi. Bir direniş söz konusu ama sonuçta erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Her şey güllük gülistanlık değil. Örneğin, Bayraklı Belediyesi geçtiğimiz günlerde kadın sığınma evini ve kadın müdürlüğünü kapattı. İzmir, kadın şehri gibi görünse de bu, esasen kadınların mücadelesiyle bağlantılı bir durum.
 
Burası daha metropol bir şehir, daha kalabalık. Ankara gibi bürokrasinin yoğun olduğu bir yer olmadığı için merkezi iktidarın baskısından biraz daha uzak. Fakat bu durum, İzmir’in işçi nüfusunun yoğun olduğu ve Kürdistan’dan yoğun göç alan bir kent olmasını da beraberinde getiriyor. Burada Kürt kadınları ve onların mücadelesi de var. Feminist mücadele de güçlü bir şekilde hissediliyor. Dolayısıyla İzmir’de kadın mücadelesinin yoğun olduğunu görebiliyoruz. Diğer illerle kıyasladığımızda, Amed çok farklı bir yerde duruyor. Amed’i Kürt kadın hareketinin merkezi olarak nitelendirebiliriz; çünkü oraya gittiğinizde bunu net bir şekilde hissediyorsunuz. Sokaktaki kadından, siyasetin içinde aktif rol alan kadına kadar belirli bir perspektif var. İzmir’de ise bu durum kendiliğinden gelişen bir mücadele olarak karşımıza çıkıyor” dedi.
 
‘Kolluk her yerde aynı baskıyı uyguluyor’
 
Ege Bölgesi'ndeki kentlerde yaşayan kadınları politikleştiren olgunun ekoloji mücadelesi olduğunu belirten Melike Aydın, ekoloji mücadelesi etrafında toplanan kadınların, doğal toplumdan gelen özelliklerini koruduklarını kaydetti. Melike Aydın, “Akbelen’den biliyoruz. Bunun dışında da birçok mücadele var; Akbelen sadece birisi. Manisa’daki JES mücadelesinden, çöplükle ilgili verilen mücadelelere kadar her alanda kadınlar var. Çünkü kadınlar, toprağa dayalı olarak yaşayan, bunun üzerinden gelir elde eden ve hayatını kuran kişiler. Aynı zamanda bu, kadın kültüründe de var. Kültürler, doğal toplumlardan beri süregelen bir miras ve bu mirasa yönelik bir saldırı olduğunda, kadınların da buna karşı gelişen mücadelesi kaçınılmaz oluyor. Bu nedenle, kadın ve ekoloji mücadelesi iç içe geçmiş durumda. Çevre iller açısından da bunu söyleyebiliriz. İzmir’in içinde ise aynı zamanda ciddi bir feminist mücadele var. Kadınların müthiş bir dayanışma ağı kurduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kolluğun Amed, Ankara ve Dêrsim’deki tavrından farkı yok; hepsi aynı. Özellikle taciz faili polisler var. Nitekim, geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımız buna maruz kaldı. Polis, jandarma ve özellikle TEM polisleri her yerde aynı baskıyı uyguluyor. Burada da benzer bir baskıyla karşılaşıyoruz” ifadelerini kullandı. 
 
‘Bir gazetecinin asıl durması gereken yer halkın yanıdır’
 
Ankara’da yerel gazetecilik yapmanın farklı olduğunu söyleyen Melike Aydın, bu deneyimin ardından JINHA’da çalışmaya başlamasıyla her şeyin ne kadar farklı olduğunu anladığını söyledi. Melike Aydın, “İlk girdiğim zamanki deneyimlerimi hatırlıyorum. Bir haber yazmam istendi ve kullandığım dil tamamen erkek egemen bir dildi. Faili haklı çıkaran, suçu gerekçelendiren bir üslup kullanılıyordu. JINHA’ya girdikten sonra, ana akım medyanın dilinin halktan ne kadar uzak ve kadın karşıtı bir şekilde şekillendiğini fark ettim. Zaman içinde bu dili dönüştürmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendik. Çünkü bir gazetenin kullandığı dil, okuru doğrudan etkileyen bir unsurdur. Ancak meseleye yalnızca buradan bakmamak gerekiyor. Basın özgürlüğü neden gereklidir? Neden farklı basın türlerinin var olması önemlidir? Bu sorulara yanıt aradığımızda, JINNEWS olarak biz, kadınlardan yana bir dil kullanıyoruz. Kadın gazeteciliği yapıyoruz. Ama başka bir toplumun sesi de benzer şekilde yükseliyor. Örneğin Agos, Türkiye’deki Ermenilerin sesi oldu. Ya da başka bir yayın organı, başka bir toplumun sözcülüğünü üstleniyor. İşte bu, tam anlamıyla ifade özgürlüğüdür. Bu yüzden, ne kadar çok basın organı olursa, o kadar çok kesimin kendisini ifade edebileceği bir alan oluşur. Bu durum, basının toplumsal işlevi açısından hayati bir önem taşıyor.
 
Öte yandan, dil meselesi de kritik bir nokta. Evrensel değerler diye bir kavram var. Bir gazetecinin asıl durması gereken yer, halkın yanıdır. İktidarın veya failin yanında konumlanmak, insani olmadığı gibi, bir suçu meşrulaştırmak anlamına gelir. Ancak biz tam tersini yaşamak zorunda kalıyoruz. Failin değil, suça maruz kalanın yanında yer aldığımızda, biz hedef hâline geliyoruz. Bunun nedeni, gücü elinde bulunduranın iktidar olması. Dolayısıyla, bizim varlığımız ve habercilik yapmamız bile terörize edilen bir olgu gibi gösteriliyor” şeklinde konuştu. 
 
‘Kadın dili yaygınlaştırılmalı’
 
Kadın dilinin önemine dikkat çeken Melike Aydın, bu dilin yaygınlaştırılmasının insani değerlerin de yaygınlaştırılması anlamına geldiğini dile getirdi. Hak odaklı dilin herkes tarafından kullanılması gerektiğini vurgulayan Melike Aydın, “Bütün yayın organlarının bu dili benimsemesi gerekiyor. Bu dil, faili açığa çıkaran ve suça maruz kalanın yanında duran, yani ondan yana bir bakış açısıyla şekillenen bir dil olmalı. Aslında bu, hakikatin ta kendisidir. Hakikatin dili budur ve onu ortaya çıkarmanın yolu da budur. Bu dilin içindeyken bunun değerini tam olarak fark edemiyorsunuz; ancak dışına çıktığınızda ne anlama geldiğini çok daha iyi anlıyorsunuz. Ben de JINHA'da çalışmaya başladıktan sonra kadın haberciliğinin ne olduğunu daha iyi kavradım. Bunu aslında okurlar da fark eder. Aynı konuyla ilgili bir haberi ana akım medyada okuyun, bir de hak odaklı bir yayın organında okuyun; aradaki farkı hemen görürsünüz. Ana akım medya, çoğu zaman faili över ve işlediği suçu meşrulaştırır. Oysa hak odaklı habercilik, bunun bir suç olduğunu net bir şekilde ortaya koyar ve olayı suça maruz kalanın gözünden yansıtır. Yani aslında bu dil, hakikati anlatan bir araçtır” şeklinde konuştu.
 
‘Medya erkek egemen bir yapıya sahip’
 
Bu durumun yalnızca kullanılan dille sınırlı olmadığını vurgulayan Melike Aydın, meselenin aynı zamanda medyanın kimin elinde olduğu ile de doğrudan bağlantılı olduğunu kaydetti. Melike Aydın, sözlerine şöyle devam etti: “Bu, tamamen güce sahip olanla ilgili bir durum. İktidar kimin elindeyse, söz hakkı da onun elinde oluyor. Dolayısıyla medya da bu iktidarın kendini ifade ettiği bir araca dönüşüyor. Baktığımızda, iktidar erkek; dolayısıyla medya da erkek egemen bir yapıya sahip. Tabii her şeyin iktidarın elinde olduğunu da söyleyemeyiz. Bin yıllardır iktidarlara karşı gelişen bir damar var. Bu damara direniş damarı diyebiliriz. Doğal toplumlardan miras kalan bir direniş ekseni var ve biz de basın olarak bu eksenin içinde yer alıyoruz. Hakikat haberciliği yaparak, kadın gazeteciliği ve hak temelli habercilikle aslında bu direniş damarının sözcülüğünü üstlenmiş oluyoruz. Medyanın erkek egemen yapısı ve medya sahiplerinin büyük çoğunluğunun erkek olması da bu noktada önemli bir faktör. Bu yüzden, ne kadar çok kadın gazeteci yetişirse ve ne kadar çok kadın basında yer alırsa, toplum da buna göre değişir ve yeniden şekillenir diye düşünüyorum.”
 
‘Kadın odaklı habercilik yapan kurum sayısı artıyor’
 
Kendi gözlemleri sonucunda kadınların hayatta daha fazla yer aldığını fark ettiğini dile getiren Melike Aydın, bunun yalnızca kadın haberciliğinden kaynaklanmadığını, aynı zamanda feminist hareketin ve kadın özgürlükçü hareketlerin gelişmesiyle de yakından ilgili olduğunu sözlerine ekledi. Erkeklerin tekelinde olduğu düşünülen alanlarda artık kadınların daha fazla yer edindiğini söyleyen Melike Aydın, “Bu durum gazetecilikte de yaşandı ve mesleğe de yansıdı. Ancak yalnızca bununla sınırlı değil. Örneğin, JINHA’yı ben de tesadüfen keşfettim; daha önce bilmiyordum. Ama zamanla giderek daha fazla insanın kadın haberciliği hakkında bilgi sahibi olduğunu görüyorum.
 
Ben 2016’da bu alana adım attım. O süreçten bugüne kadar, yaşanan kapatılmaların büyük etkisi oldu. JINHA kapatıldı, ardından ŞUJIN açıldı, o da kapatıldı ve şimdi JINNEWS ile devam ediyoruz. Sürekli hedef gösteriliyoruz, terörize ediliyoruz. Bu durum, tanınırlığımızın artmasının önüne de geçiyor. Tüm bunlara rağmen, kadın gazeteciliğinin geliştiğini görmek mümkün. Üstelik bu yalnızca benim çalıştığım kurumla sınırlı değil. Bianet, Mezopotamya Ajansı gibi çevremizdeki birçok gazete, kadın odaklı haberciliğe önem veriyor ve bu bakış açısıyla haber yapan kurumların sayısı artıyor. Öte yandan, biz kadınlar sahada ne kadar çok yer alırsak, çevremizdeki meslektaşlarımızı da o kadar etkiliyoruz. Beraber çalıştığımız arkadaşlarımızda da bu farkındalığı yaratıyoruz. Giderek çoğaldığımızı ve bu durumun gazetecilik diline de yansıdığını görüyorum. Burada önemli bir nokta daha var: Halkı cahiller kitlesi olarak görmek büyük bir hata. Halkın da kendi içinde güçlü vicdani değerleri var ve biz, haber diliyle bu değerlere hitap ediyoruz. Sonuç olarak, insanlar gerçeği görüyor” diye belirtti.
 
‘Özgür basın cesur olduğundan dolayı hedef oluyor’
 
Melike Aydın, Kürt özgür basınının daha cesur bir habercilik yaptığını ve bu nedenle daha fazla baskıya maruz kaldığını dile getirerek, buna rağmen oto sansürün de devreye girdiğini kaydetti. Melike Aydın, “Dışarıda habercilik yapmak zorundayız çünkü sürekli şiddetle karşı karşıya kalıyoruz. Bu durum, ister istemez bir oto sansür uygulamamıza yol açıyor. Ancak bu oto sansür yalnızca kendimize yönelik olmuyor; haber kaynaklarımız zarar görmesin diye birçok haberi yayımlamadığım da oluyor. Yani mesele sadece bizden ibaret değil, özellikle de konu kadınlar olduğunda. Örneğin, fuhuşa zorlanmış bir kadınla konuşuyorsunuz ve o size, ‘Eğer bu haberi yaparsanız, konuşanın ben olduğum anlaşılır’ diyor. Bu durumda, kadının güvenliğini korumak adına haberi yapamıyoruz. Çünkü gazetecilik yalnızca gerçeği aktarmakla değil, habere konu olan kişileri korumakla da ilgilidir. Bu süreci takip ettiğinizde, ipin ucu bir şekilde iktidara varıyor ve bu da karşınıza baskı olarak çıkıyor” diye konuştu. 
 
‘Gazeteciler artıyor ve artmaya da devam edecek’
 
 
Kadınların gittikleri her yere kendi kültürlerini ve bakış açılarını taşıdıklarını belirten Melike Aydın, bu durumun gazetecilikte daha belirgin ve etkili olduğunu ifade etti. Kadın odaklı habercilik yapan basın kuruluşlarının, Türkiye’deki genel gazetecilik anlayışını önemli ölçüde etkilediğini vurgulayan Melike Aydın, “Bu yönde özel bir çaba sarf ettik. 2016 yılından beri bu alandayım ve bu süreçte sahada daha fazla kadının yer almaya başladığını, kadın haberciliğine yönelik tartışmaların giderek arttığını görüyorum. Bu durum, ana akım medyayı da etkiliyor çünkü bizim haberciliğimiz örnek gösteriliyor. Biz sahaya çıktığımızda halkın yaklaşımı da buna göre değişiyor. Sonuçta biz, halkın gazetecileriyiz. Kadın gazeteciler arttıkça, bu bakış açısı da güçleniyor çünkü bu anlayışı inşa eden zaten kadınların mücadelesi. Toplumdaki bu olumlu dönüşüm, kadın kültürünün ürettiği ve bugüne kadar taşıdığı değerlerle doğrudan bağlantılı. Dolayısıyla evet, kadın gazeteciler artıyor ve artmaya da devam edecek. Üstelik bu değişim yalnızca kadın gazetecilerle sınırlı kalmayacak. Basında çalışan erkek meslektaşlarımızı da bu konuda etkiliyoruz. Onlar da artık daha hak temelli ve kadın odaklı bir dil kullanarak haber yapmaya başladılar” diye konuştu.
 
‘Doğruları söylemenin her türlüsü cezaya tabi’
 
“Türkiye’de doğruları söylemenin her türlüsü cezaya tabi” diyen Melike Aydın, gazetecilerin ne kadar doğruyu dile getirirse o kadar baskıya maruz kaldığını belirtti. Gazetecilerin karşılaştığı baskılardan birinin de yargı tacizi olduğuna dikkat çeken Melike Aydın, “Ben, Kürt özgür basını içinde yer alıp da yargı tacizine maruz kalmayan bir arkadaşımı neredeyse hiç tanımıyorum. Tabii bu durum sadece Kürt özgür basınıyla sınırlı değil. Bugün bu çemberin giderek nasıl daraldığını hepimiz görüyoruz. İktidarın söylemek istediğinin dışında tek bir kelime bile söyleseniz yargı taciziyle karşılaşıyorsunuz. Bu da ifade alanının daraldığını gösteriyor. Oysa Kürt özgür basını, varoluşundan bu yana, özellikle son otuz-kırk yıldır, katliamlar ve baskılarla bugüne geldi. Sürekli bayrağımızı bir kuşaktan diğerine devretmek zorunda kaldık. Başımızın üzerinde her zaman bir yargı tacizi tehdidi vardı. Ben de bu süreçte üç ay hapis yattım. Türkiye’de 1980 darbesi öncesinde, hakkınızda dava açılır, dava sonuçlandıktan sonra cezaevine girerdiniz. Bugün ise durum daha belirsiz. Bizim maruz kaldığımız şey, ortada net bir suçlama bile olmadan yaşanıyor. Delil yok, somut bir gerekçe yok. Telefon dinleniyor ve biz gazeteciyiz; elbette siyasetçilerle konuşacağız, haber kaynaklarımız arasında onlar da olacak. Ama bu konuşmalar bile suç unsuru olarak karşımıza çıkarılıyor. Hakkınızda herhangi bir mahkeme kararı olmamasına rağmen cezaevine giriyorsunuz. Bu tamamen sahadan çekmek ve sizi işlevsiz kılmakla ilgili bir strateji. Ben de örgüt üyesi olmakla suçlandım ve bu nedenle üç ay cezaevinde kaldım. Sonuçta bu davadan beraat ettim, ama üç ay boyunca terörize edildim. Şimdi ise bir yıldır ev hapsindeyim. Bu süreçte beni unutanlar oldu. Haber kaynaklarımla olan iletişimim kesildi” sözlerini kullandı. 
 
‘8 Mart ve 25 Kasım gibi günlerde polis baskısı artıyor’
 
Yargı taciziyle birlikte polis tacizine de maruz kaldıklarına değinen Melike Aydın, polisin bu tavrının genellikle yaklaşan bir soruşturmanın habercisi olduğuna işaret ederek, şu anda yargılandığı dava hakkında bilgi verdi. Polisin, duyulması istenmeyen haberlerde ilk olarak gazetecilere saldırdığını vurgulayan Melike Aydın, “Öncelikle kameralarımızı elimizden almaya çalışıyorlar. Kamerayı, telefonu almaya çalışan, bizi itekleyen, gözaltına almaya çalışan polislerle defalarca karşılaştık. Bununla ilgili birçok kez suç duyurusunda bulundum, ancak hepsi takipsizlikle sonuçlandı. Hak iddia etmek bile mümkün değil. Örneğin, kitlesel bir eylem gerçekleştirileceği zaman, özellikle Kürt hareketinin basın açıklamaları gibi etkinliklerde biz doğrudan hedef hâline geliyoruz. Belli dönemlerde kampanyalar düzenleniyor ve bu kampanyalar sırasında da aynı baskıyı yaşıyoruz. Kampanya bitiyor, biz haberini yapıyoruz, ancak mesele burada kapanmıyor. Aradan bir yıl geçtikten sonra, ‘Bu haber neden yapıldı?’ diyerek karşınıza çıkarıyorlar. Benim de karşılaştığım durum bu. ‘HDP’nin düzenlediği bir eylemi neden haberleştirdin?’ diye soruyorlar. Bunun neresi suç? Bu, tamamen gazetecilik faaliyeti. Ama siz o haberi yaptığınızda, bu terör faaliyeti olarak gösteriliyor. Absürt bir durumla karşı karşıyayız. Özellikle 8 Mart, 25 Kasım gibi özel günlerde bu baskılar artıyor. Birçok arkadaşımız, 8 Mart’a katıldığı ve orada haber yaptığı için yargılanıyor. Dünyanın her yerinde kabul edilmiş bu gibi günler, Türkiye’de terörize edilmeye çalışılıyor” şeklinde konuştu.
 
Kadın gazeteciler ve dijital şiddet
 
Kadın gazetecilerin, fiziksel şiddetin yanı sıra dijital şiddete de maruz kaldıklarını dile getiren Melike Aydın, kendisinin de bu nedenle dijital medya hesaplarını gizlediğini belirterek, “Bir süre özellikle polis tacizine maruz kaldım, tehdit edildim. Yaptığım haberlerin altına ise ‘terör basını’, ‘gazeteci misin sen?’ gibi hedef gösterici yorumlar yazılıyordu. Bu tür saldırılarla ilgili açıkçası hukuki bir süreç başlatmadım. Genellikle İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) başvuruda bulunuyorum, bu tür adımlar atıyorum, ama bunun bir sonuç getirmediğini de biliyorum. Buna rağmen, sosyal medyada şikâyet butonlarını kullanıyorum. Türkiye’de bu tür saldırılara karşı yapılabilecek en etkili şey, sosyal medyada afişe etmek. Savunmamızı devletin hukuk sistemiyle değil, daha çok kendi aramızdaki dayanışmayla sağlıyoruz” ifadelerini kullandı.  
 
*Bu haber,  DFG'nin "Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Anaakımlaştırılması: Kadın Gazetecileri Savunmak" projesi kapsamında yayınlanmıştır.