Sakura çiçekleri ve barışma ihtimali!
- 09:04 6 Kasım 2025
- Kadının Kaleminden
“Her yaşadığı günün bedelini, bir önceki günde sevdiğini bırakmak olarak ödeyenler için günler ne ağır ilerliyor… Ama bir ihtimal daha var, o da barışmak mı dersin?”
Reyhan Hacıoğlu
"Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin" diyor şarkı; sonbaharın bütün hüzün koşulları hazır, belki âşık bile olunabilir demişti bir arkadaş. Bense Leo Buscaglia'nın taşkın sevgisini taşıyorum daha çok. Mümkün olsa ve delilik diye algılanmasa onun gibi evi bile doldurabilirdim yapraklarla. Ama bu süreçte mantıklı olmak gibi bir sorumluluğum var(!) binlerce insan gibi.
Ama en çok da bu mevsimde gelir oturur içime gitmenin belkisi ve gidememenin hüznü. Kalanların, gidenlerin hatıralarına sadık kalma gibi bir borcu var; bir budur şaşmaz terazi. Her yaşadığı günün bedelini, bir önceki günde sevdiğini bırakmak olarak ödeyenler için günler ne ağır ilerliyor bu aralar. Hastalıklı bir gecede bir türlü gelmeyen sabahın huzursuzluğu gibi, saate kaç defa bakarsan bak, sarkaç hep aynı noktada. Kalksan kalkamıyor, uyusan uyuyamıyorsun. Ve öyle yorgunsun ki, gördüklerinden çok daha fazlasıdır görmedikleri; kavgaların ve hastalıkların...
Köyü yakılmış, evi basılmış, sevdikleri gözleri önünde öldürülmüş, işkencenin her türlüsünü görmüş, çocuklarının işkence sesleri dinletilmiş, eşleri Toroslarla kaçırılmış, çocukları bir torbada kemiğe bırakılmış, mezarları olmayan veyahut mezarları Kilyos’ta bir kaldırım olan, annelerinin cenazeleri sokakta bırakılan ve en güzelleri derin bir dondurucuda bekletilen (...) bir neslin travmatik çocukları olarak, yaralarına ve hastalıklarına rağmen iyileşmeye çalışmak ne kadar da yorucu...
Silah sesleri arasında geçen bir çocukluktan kalan; genç bir adamın bedenine açılmış kurşun yaraları, evde günlerce bitmeyen yas çığlıkları. Daha azı değil köyün ortasında öldüresiye dövülen köylülerin görüntüleri ve bir de cenazesi paramparça edilmiş bir tanıdık devrimcinin bedeni... Sarılmak ve incitmemek “kalan” parçaları! Günlerce gözleri yolda kalan bir çocuk saflığıydı benimki! Birileri duymalı bizi ve birileri duyurmalı olanları diye... Ama kimse gelmedi ve dünya bizi duymadı!
"Bu baş eğmez, kahraman halkın çocukları olmak dünyanın en gurur verici şeyi galiba biliyor musun. Ama her gün yeni bir acıyı da yaşamak ne bileyim! Var olmak için bu kadar bedel ödetilen bir halk da olmak istemezdim." Böyle bir şeydi sanırım tam olarak söylediği.
Yıllar önce Kolombiya’da hükümet ile FARC arasında yapılan barış müzakereleri sonucu bir referandum yapılmış ve barışma ihtimali sorulmuştu. Savaşın olduğu şehirler elbette istemişti ama savaşın uğramadığı şehirler “Ne barışı?” demişti! Ve heba edilmişti bir barış ihtimali. Sonradan hükümet olaya el atmıştı ama görüldü ki, acıyı yaşayan biliyor’du ancak...
"Biz savaş aşığı değiliz, sadece var olmak ve halkımızı korumak için savaşıyoruz" diyor bir HGP’li. Acıyı bilmeyen, acıya direnmenin ne demek olduğunu da bilemez elbette... Hikâye tam olarak böyle başladı “hâkim bey”! Bundan yüz yıllar önce.
Elbette acıyı bilen yaşasın istemez kimse ve en çok da o ister bir barışı ama onurlu bir barışı. Çünkü verilmiş bir söz var gidenlere. Bir ihtimalden öte oldu ölüm yüz yıllardır bu topraklarda. Öldük ve ama fakat demeden de öldürüldük. Önce tutuklandık sonra gerekçeler üretildi. Önce öldürüldük sonra hak ihlalleri kararları verildi... Bir panelde söylemişti Ermeni genç bir kadın: “Siz var olduğunuzu kanıtlamaya çalıştınız yıllarca, biz ise öldürüldüğümüzü.” Bu toprakların gerçeği tam da bu! Yazılmayan, konuşulmayan TV’lerde.
Başka birinin, birilerinin acı yaşamamasını istemek için illa yaşamak mı lazım! O zaman yaptığımız işin anlamı ne ki! Anlatmak değil mi yapmamız gereken. Yıllarca haritanın bir ucunda ocaklara ateş düşerken, “vatan” sağlığı için yoksul evler bayraklarla donatılırken, penguen belgeseli izletmek haksızlık değil miydi... Acıya teşne tutmak devlet dediğimiz canavardan yana olmak değil midir? Ama buna rağmen bu ülkede başka türlüsünü yapan da vardı. Mesele Celal Başlangıcı vardı bu ülkenin ve ilk o duyurdu Kürt köylülerine yapılanları. Çok var elbette hâlâ ve inatla barış için direnen, barışı görmek isteyen ama yetebilir mi bunca ölüme karşı barışı istemek için çok bir sayı olmaya! Bir gazeteciden öteyiz çoktan ve çoktan. Çünkü yaşıyoruz her yaptığımız haberi aynı zamanda... Söz kurma sırası bize gelmişken tam da şimdi yakmamalı mı bütün gemileri, bir ihtimal dahi olsa barış için.
Mevsim hızlıca geçiyor duraktan... Binlerce kombinasyondan geriye bir barışmak kalıyor denenmeyen. Bütün imkânsızları mümkün kılıyor bir taraf, inatla ve sabırla. En güzellerinin adlarını veriyor her gün uzun uzun ama sonunda diyor: “Düşünüz yarım kalmayacak.” Buna inanarak, bunun için yol alıyor.
Peki ya geriye kalan kocaman kümeler? Ortaklaşamıyorsak da her şeyde, en azından kesişelim bazı noktalarda. Ve barış en güzel haber olmaz mı şimdi? Ama onurlu, ama hakkı verilmiş bir haber... Konuşmamak ve hatta görmezden gelmek hangi ahlakın emri!
Biz sadece kendi acımızı değil, bütün bir insanlığın acısını yaşıyoruz! İstiyoruz ki artık kimse gömmesin çocuklarını. Barışta çocuklar anne ve babalarını, savaşta ise çocuklar en çok gömülürmüş... Biz gördük bir hayli!
Oysa bir sabah uyandığımda, artık baharın gelişini veyahut yazın sıcak olmasını yazmak isterim uzun uzun. Ya da Kiraz Çiçekleri'nin hikâyesini. Bilen vardır, aslında adları Sakura Çiçekleri’dir. Hikâyeleri ülkemin kahramanlarının hikayesi gibi: Bir çiçek kuruduğunda düşerken, Sakura Çiçeği en güzel anında ayrılırmış dalından. Ve bu yüzdenmiş: Görkemli bir yaşamı, acısız ve ani bir ölümü temsil edişi. Ve düştükleri yerde yeniden açarlarmış milyon kez... Ne tanıdık hikâye değil mi?
Bunları konuşmak isterdim “karşı” kıyıdaki meslektaşlarımla. Acaba sizinle aynı güne ve ülkeye uyanıyor muyuz diye de eklemek: Peki, ekmek sizde kaç para, asgari ücret, mermi fiyatları, yoksulluk verileri, halk iradesi, hasta tutsaklar, aç milyonlar... Biz sizinle bir yerde tanışıyor muyuz?
Tanıştık. Bir gün bir kursta denk gelmiştim TRT’de çalışan biriyle: “Bu haberi görmemeyi nasıl başardınız?” demiştim. “Görmeyin” dediler, biz de görmedik! Ne kadar basitmiş vicdan, ahlak, etik, kamu yararı, hakikat... Peki, çocuklarınıza ne bırakacaksınız ‘bayım’? Mesele onur da yoksa yaptığınız işte...
Bir ihtimal daha var, o da barışmak mı dersin?... Ama önce konuşmak lazım ve anlamak ve anlatmak. Bunca vicdansızlığa, haksızlığa ve suç ortaklığına karşı belki de kesişen bir şeyler bulmak adına. Herkes elini taşın altına alırken, en çok da bizlere iş düşmüyor mu? Canı cehenneme rahat uyuyanın ve kalemini hakikat için kullanmayanın.
Her gün milyon tane yorumcu, milyon şeyi anlatıp barışı teğet geçiyor ve konuşmuyor bile atılan adımları. Ortaya konan iradeyi. Hatta üstüne bir de savaşı kutsuyorlar. Bıraksalar keşke, kaçı cepheye gider görsek! Vileda sopasıyla mevzi kazanmaya benzemiyor elbette savaş. Ya da “sınırdan” deyip düz ovada mermi efekti yaratmaya, halkın evini reyting için patlatmaya. Savaş bütün ihtimallerin en kötüsü ‘bayım’. Ve bütün olasılıkları ortadan kaldıran... Geç olmadan dilerim görün/ünüz! Buna dairdi sitemi de direnen öznenin.
Buna rağmen korktuğunuz yerden geliyoruz bizler; adını anmadığınız, teğet geçtiğiniz noktadan. Çünkü biz acının ne demek olduğunu biliyoruz. Çünkü biz bir ihtimalse bile elimizi taşın altına koymaya hazırız. Çünkü biz bir ölüm daha olmasın diye hakikat için direnmeyi göze alıyoruz. Çünkü biz size rağmen halkların ortak geleceğine inanıyoruz. Ve çünkü bizim kaybettiklerimize verilmiş bir sözümüz var: Özgür bir Kürdistan, demokratik bir Türkiye olana dek hakikat için yazmaya devam edeceğiz, diye! Ama keşke kesişse en azından barışta yollarımız, sevgili “meslektaşlarım”...







