Kastik katilin mekânları (1)
- 09:01 1 Aralık 2025
- Dosya
Şiddetle donatılmış göç yolları
Melek Avcı
ANKARA – Kadınlar göç yolculuğuna ırkçılık, eşitsizlik, ekonomik kriz, cinsiyetçilik gibi sistemsel sorunlardan korunmak için çıkarken tüm bunların daha da derinleşip yoğunlaştığı hâline göçün ilk adımda yeniden maruz kalıyor. Bu yolculuk da şiddet, ölüm, tecavüz ve eşitsizliklerle döşenirken kadınlar kendilerini yine mücadele ederken bulmakta.
Özelde Kürdistan’ı, genelde Ortadoğu ve Türkiye’yi; hatta bunun ötesinde dünya genelini düşündüğümüzde, “şiddet”, “katliam”, “cinskırım” gibi kavramların yaşanan gerçekliği karşılamakta giderek yetersiz kaldığı açıkça görülüyor. Yaşanan bu tablo, “kastik katil” kavramının ortaya çıkmasına neden olurken, mevcut kavramların şiddetin ulaştığı düzeyi tarif etmekte artık yetersiz kalması bu tanımlamayı zorunlu hâle getiriyor.
Kadınların katledilmesi rutinleşen bir duruma dönüşürken, aynı zamanda siyasetten ekonomiye, ekolojiye, kültüre ve dile uzanan bütünlüklü bir toplumsal çöküş süreci yaşanıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt sorununun çözümüne dair geliştirdiği son manifestoda tarihsel süreçte yaşananları çözümlerken “kastik katil” tanımlamasını bu çöküşün kavramsal çerçevesi olarak ortaya koyuyor. “Kastik katil”, bir kişiyi değil, bir sistemin suça dönüşmüş hâlini tarif ediyor. Bu sistem, failleri bireysel gibi gösterse de aslında onları üreten, yönlendiren ve koruyan yapısal bir mekanizmadır.
“Kastik katil” dediğimiz bu zihniyet; cinsiyetçi, ırkçı, devletçi veya kapitalist tüm alanlarda ortaya çıkabilir. Fakat burada özellikle bu yapının cinsiyetçi ve şiddet üreten yönünü ele alıyoruz. Kadınlar her alanda şiddetin ve katliamların gölgesinde, yaşadıkları coğrafyada hayatta kalmak için mücadele veriyor; bu mücadelenin mekânları göç yollarından aile içine, cezaevlerinden devlet kurumlarına kadar uzanıyor.
Kastik katilin sızdığı, kendisini var ettiği ve şiddeti beslediği mekânların en görünür olanlarını bu dosyada tek tek ele alıyoruz.
Bu şiddet mekânlarını tanımak, yeniden hatırlamak ve mücadele yöntemlerini geliştirmek de yol ile başlıyor. Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasında doğan kadınların belki de en yakından bildiği göç yolları, bugün mayınlarla olmasa da şiddetle döşenmiş bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş durumda.
Göç yollarına itilen kadınları en temelinde nedenleriyle birlikte irdelemek öncelikli olacaktır. Kadınlar, ırkçı, cinsiyetçi, ekonomik baskı ve şiddetten kaçarken yeni bir şiddet hattına, yeni bir ulus-devlet içerisine yeniden sürükleniyor.
Özellikle bölge açısından baktığımızda Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da göç olgusu çok katmanlı nedenlere dayanıyor. Bölge onlarca yıldır devletler arası ve iç savaşların etkisi altında ağır bedeller ödüyor; Türkiye, Irak, Suriye, Yemen, Filistin, Kürdistan ve diğer alanlarda süren çatışmalar milyonlarca insanı zorunlu göçe–yerinden edilmelere itmiştir. Yıllara uzanan sömürge savaşları sadece fiziksel yıkıma değil, toplumsal dokunun, nüfusun da parçalanmasına yol açtı.
Kimliği yaşatma aracı olarak görüldü
Kürtler başta olmak üzere birçok halk ve grup, devlet baskısı, asimilasyon politikaları, güvenlikçi yasalar, keyfi tutuklamalar ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması nedeniyle yaşadıkları topraklardan göç etti. Özellikle Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ta farklı dönemlerde yoğunlaştı. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları, İsrail’in Filistin’deki soykırımı ve bölgesel güç rekabeti yerinden edilmenin temel nedeni oldu. Bu müdahaleler, bölgedeki siyasal ve demografik dengeleri kökten değiştirdi.
Kürt halkı başta olmak üzere birçok topluluk kültürel kimliğini koruyamadığı için göçü bir kimlik koruma biçimi olarak da gördü. Bazı dönemlerde göç, yaşamı sürdürmenin değil, kimliği korumanın da bir aracı hâline geldi.
Yine Ortadoğu’da topluluklara yönelik ırkçılık ve eşitsizlik göçün önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Kürtler, Êzidîler, Aleviler, Süryaniler, Hristiyan topluluklar ve kadınlar kimlikleri nedeniyle hem toplumsal baskı hem de doğrudan saldırılara uğruyor.
Şiddet ve ekonomik kaynaklı göç
Çatışma bölgelerindeki kadınlar ve çocuklar hem doğrudan tecavüz, kaçırma, zorla evlendirme hem de dolaylı şiddetin, beslenme, sağlık, barınma yoksunluğu, en büyük hedefi oldu. Örneğin Suriye, Sudan ve Yemen gibi savaş alanlarında kadınlar aile fertlerini kaybettikten sonra savaş alanından göç ediyor.
Bölgedeki kapitalist moderniteye dayalı merkezileşmiş ekonomik sistem; tarım ve hayvancılığın çökmesi, işsizlik, gelir adaletsizliği, altyapı eksikliği ve kentleşme baskısı nedeniyle nüfusu göçe zorladı.
Aile içi şiddet, cinsel saldırı, eşitsizlik
Patriyarkal yapılar kadınların ve çocukların yaşam alanlarını daralttı. Eğitim, mülkiyet ve gelir olanaklarına erişimin sınırlı olması, kadınların savaş veya ekonomik kriz karşısında daha korunmasız hâle gelmesine neden oluyor.
Kadınlar ekonomik krizlerde sistem içinde dışlanan ilk halka oldukları için kendi geçimlerini sürdürmekte zorlanarak yerinden edilme, çocuk yaşta evlilik, fuhuşa sürüklenme, cinsel saldırı riskine daha açık hâle geliyor. Çocuk yaşta evlilikler, kadın katliamları, aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi nedenler özellikle kadınları hem iç göçe hem de uluslararası göçe yöneltti.
Fakat eril sistem dünyanın her yerinde hâkimiyetini kurduğu için ne yazık ki birçok ülkede kadınlara özgü sığınma gerekçeleri, örneğin cinsiyet temelli şiddet, zorla evlilik, henüz “mültecilik” kapsamında tanınmıyor.
Bir bardak süt 200 lira
Tüm bu nedenlerle yola çıkan kadınlar göç rotalarında şiddetin en yoğun biçimiyle yan yana geliyor. Ceplerinde kimlik, yanlarında tek bir eşya olmadan yola çıkanlar; göç rotalarında ve vardıkları bölgelerde cinsel şiddet, fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete sıkça uğramakta.
Daha önce 8–9 yıl önce iki kez Suriye’deki göç rotasına katılmış olan bir gazeteci şu ifadeleri kullanmıştı: “Bebeğini beslemek için vardığı köyde bir bardak süt almak isteyen anneye bir bardak süt 200 liraya veriliyordu.”
Aynı gazeteciye “Peki kadınlar bu gibi ihtiyaçları karşılayamadığında neler yaşıyor?” diye sorduğumda ise bana “istismar” cevabını vermişti. Bu rotalarda göç eden kadınların hem göç eden erkeklerin hem de insan kaçakçılarının hedefinde olduğunu açık biçimde ifade etmişti.
60 milyon kadın ve çocuk cinsiyete dayalı şiddet altında
United Nations High Commissioner for Refugees (UNHCR – Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği)’ne göre zorunlu göçün kadınlar ve çocuklar için yarattığı riskler; sınır rejimlerinin sertleşmesi, düzensiz rotaların insan kaçakçılığına açılması ve koruma mekanizmalarının yetersizliği nedeniyle keskin şekilde artıyor. UNHCR, küresel zorla yerinden edilme toplamının 2024 sonunda 122 milyonu aştığını açıklarken yerinden edilmiş 60 milyonun üzerinde kadın ve çocuğun sistematik olarak cinsiyete dayalı şiddet riski altında olduğunu raporlarında vurgulamıştı.
Dünya geneline baktığımızda merkezi Akdeniz, Ege/Evros, İran–Wan hattı, Batı Balkan ve Darién hattında kadınlar; insan kaçakçıları, silahlı gruplar ve devlet kolluğu tarafından cinsel şiddete uğruyor.
Médecins Sans Frontières (MSF), 2024’te tedavi ettiği kadınların tamamının yolculukta şiddete uğradığını; Darién Geçidi’nde (Kolombiya–Panama) ise tecavüz vakalarının 7 kat arttığını bildirdi. MSF, Aralık 2023’te yalnızca bir ayda 214 tecavüz vakası kaydetti. 2024’te artış sürdü ve 2025’te Panama yönetimi hattı kapatma kararı aldı.
Sahadaki tıbbi ve hukuki kayıtlar, kadınların yol boyunca alıkoyma, geri itme, cinsel saldırı ve ekonomik sömürü döngüsüne maruz bırakıldığını ortaya koyuyor.
Geri itmeler ve hukuksuz toplu sınır dışılar Avrupa sınırlarında, özellikle Ege/Evros hattında yıllardır yaşanıyor.
Devlet kolluğunun fiziksel ve cinsel şiddeti; gözaltı, çıplak aramalar, eşyaya el koyma, denizde tehlikeye atma gibi uygulamalarla birleşiyor. Yunanistan sınırında kadınlara yönelik zorla çıplak arama (genital bölgeler dahil), cinsel içerikli hakaret, yiyecekleri ellerinden alma ve zorla geri gönderme anlatımları sivil toplum kuruluşlarının raporlarına da girdi.
2024’te yayımlanan kapsamlı GCR raporu, kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti belgeledi. 2025’te AİHM, Yunanistan’ın bir kadını 2019’da Türkiye’ye hukuksuz şekilde geri ittiğini ve bunun “sistematik” olduğuna hükmetti.
Libya çıkışlı Merkezi Akdeniz hattında MSF’nin 12 Haziran 2025 tarihli raporuna göre, 2024’te Geo Barents gemisinde psikolojik destek alan 124 göçmen yol boyunca fiziksel ve psikolojik şiddete uğradığını aktardı.
Bu şiddetin ana mekânı ise Libya’daki geri gönderme ve gözaltı merkezleri oldu. MSF, Libya hattında sistematik işkence ve cinsel şiddetin de tedavi kayıtlarına yansıdığını duyurdu. Bu merkezlerde işkence, tecavüz ve pasaportlara el koyarak zorla çalıştırma yaygın.
Sınır Şiddeti İzleme Ağı (BVMN), Batı Balkan göç rotasında geri itmeleri kaydederken 2025 Ocak bölge raporunda cinsel şiddet içeren vakaları belgeledi.
İran–Wan hattında ise insan kaçakçılarına borçlandırma, soğukta bekletme, taciz ve tecavüzler kayıt altına alınıyor.
Varılan noktalarda durum ne?
Göç birçok rota ve ulaşım yoluyla sürdürülürken en riskli hatlar bu belirttiğimiz noktalar oluyor. Rotanın şiddete rağmen tamamlanması bile yeterli değil; varılan ülkelerde şiddet farklı biçimlerde devam ediyor.
IOM ve UNODC raporları, düzensiz rotalarda insan kaçakçılarına borçlandırma ve fuhşa zorlama pratiklerinin yoğunlaştığını; kadın göçmen işçilerin özel olarak hedeflendiğini gösteriyor. Kamp ve geçici barınma alanlarında kadınlara özgü hijyen koşulları bulunmadığı gibi güvenlik açıkları da erkek şiddeti ve istismar riskini artırıyor.
Ağır travmalar da taşınıyor
Borçlandırma, pasaporta el koyma, barınma ve çalışma izni tehdidi üzerinden cinsel sömürü ile emek sömürüsü birlikte işliyor. Örneğin İstanbul, İzmir, Adana gibi metropollerde kayıt dışı istihdam, ücret gaspı, pasaporta el koyma; barınma ve çalışma izni tehdidiyle göç eden kadınlar cinsel sömürüyle karşı karşıya kalıyor. Göç rotalarından gelen birçok kadın; üreme sağlığı riskleri, istenmeyen gebelikler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, ağır travma ve TSSB gibi ruh sağlığı sorunları taşıyor.
Şiddet psikolojik olarak sürüyor
Fiziksel ve cinsel şiddetin yanı sıra kadınlar psikolojik şiddetin kıskacında da kalmakta. Özellikle varılan ülkelerde iş bulma, ekonomik olarak hayatta kalma, yalnızlaşma ile mücadele ederek yaşama yeniden başlamaları erkeklere oranla çok daha zor seyrediyor.
Kadınlar gittikleri ülkelerde var olabilmek için de mücadele ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre 2024 itibarıyla göçmen kadınların işsizlik oranı yüzde 8,7 iken erkeklerde bu oran yüzde 6,2’dir. Kadınlar çoğunlukla ev içi hizmet, bakım, temizlik gibi düşük ücretli ve güvencesiz sektörlerde çalışabiliyor. Nitelikleri çoğu zaman tanınmamakta.
Katil ortadan kalkmalı
Bu tablo, göçün kadınlar için yalnızca bir yer değiştirme değil, aynı zamanda her rotada devam eden şiddete karşı bir direniş biçimi olduğunu da ortaya koymakta. Her adımı şiddetle ve sömürüyle döşenmiş bu yollarda her kadın kendi hikâyesini bir direniş alanına dönüştürüyor.
Kastik katil her rotada ve varılan ülkede farklı biçimleriyle hüküm sürerken, kadınlar yaşamı yeniden kurmak için yollara düşmektense belki de katili ortadan kaldırmalı.
Yarın: Yarın: İşte göçün kadındaki etkisi: Artık avukat değilsin











