25 Kasım’a giderken ‘Jin jiyan azadî’ (8)

  • 09:01 24 Kasım 2023
  • Dosya
 
Yargının ‘ak’lama çabası
 
Dilan Babat
 
ANKARA - 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında yargının  kadını hedef alan, faili aklayan kararlarıyla, erkek devlet şiddeti daha fazla arttığı açığa çıkarken, bu durumu değerlendiren Avukat Hülya Yıldırım, şiddet ortamından kurtulmanın yolunun, toplumun ve devletin belirlemediği bir anlayışla çıkmak olduğunu söyledi. 
 
Geçmişten günümüze kadın mücadelesi iktidarlar tarafından her zaman “tehlikeli” olarak görüldü. Bilgeliklerinden dolayı onlarca kadın “cadı avı” adı altında işkence edilerek katledildi. Sonraki yıllarda ise kadınların kazanımları,    iktidarların baskılarıyla karşı karşıya kalmaya devam etti. Bu baskılar gasp etme ya da iktidarların kendi kurdukları sistemlerle yargılama yoluyla sürdü. Dünyanın her yerinde kadına yönelik şiddetin boyutlarına karşı bir adım atılmazken, Türkiye’de ise bu durum “kırım” boyutuna ulaştı. İktidarın kadını hedef alan politikalarını yürüttüğü alanlardan biri de yargı. Yargının kadına yönelik suçlarda, “iyi hal”, “haksız tahrik”, “geleceğini düşünme” gibi indirim kararlarıyla failleri aklama çabasına karşı yaşamlarından, özgürlük taleplerinden vazgeçmeyen kadınlar, erkek yargıya karşı seslerini yükseltmeye devam ediyor. 
 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla hazırladığımız dosyanın son bölümünde erkek devlet şiddeti ve yargının verdiği kararlara dikkat çekiyoruz. 
 
‘Jin jiyan azadî’ sloganına soruşturma 
 
Adana’nın Çukurova ilçesinde 2020 yılında Hülya Güllüce, 20 yıl birlikte yaşadığı Abdullah Kaya tarafından katledildi. Açılan dava sonucu Güllü’nün faili, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak mahkeme heyeti, “haksız tahrik” indirimi uygulayıp, failin cezasını 18 yıla indirdi. Katliam faillerine indirim yapan yargı, tüm dünyada evrenselleşen ve kadınların felsefesi haline getirdiği, “Jin jiyan azadî” sloganına ise soruşturma açtı. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan siyasi kadın tutsaklar hakkında, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında “Jin, jiyan, azadî’ sloganı attıkları için soruşturma başlatıldı. Erkek yargı bununla da yetinmeyerek, sloganı hedef aldı. Kadınların attığı tek bir slogandan dahi korkan yargı, sistematik tecavüzleri kamuoyu baskısı olmadan görmezden gelmeye devam etti. İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in, 6 yaşındaki kızı H.K.G.’yi “müridi” Kadir İstekli ile evlendirerek tecavüze uğramasına göz yummasına dair dava açıldı. Kadınların bu davaya dair her yerde protestolar gerçekleştirmesiyle beraber kamuoyu baskısı ile failler 15 Aralık 2022 tarihinde tutuklandı.
 
Faile beraat, gazetecinin davasına ‘zamanaşımı’!
 
Her kararıyla en az bir kadının yaşamını tehlikeye atan yargı, çocukların kendilerine cinsel saldırıda bulunan faille aynı evde kalması kararını verdi. Üç çocuğa yıllarca tecavüz girişiminde bulunan, taciz ve psikolojik şiddete maruz bırakan Y. Y. isimli erkek, sadece “sarkıntılık” boyutuyla yargılandı ve beraat etti. Yine kadın katliamlarına dair haber yapan gazeteciler de yargının hedefindeydi. DAİŞ’in 2014 tarihinde Kobanê’ye saldırmasına karşı Riha’nın (Urfa) Bêrecûk (Birecik) ilçesine bağlı Zehri ve Ziyaret köylerinde kurulan çadırlara yönelik asker saldırısında başına çarpan cisim sonucu ağır yaralandı. Beyin kanaması geçiren Şehriban tedavi altına alınırken, olaya dair açılan dava, 9 yıl boyunca sürüncemede kalırken, yargı burada da devreye girerek, dosya hakkında “zamanaşımı” bahanesiyle takipsizilik kararı verdi. 
 
Cumartesi Anneleri de yargının hedefindeydi 
 
Failleri cezasızlık zırhı ile koruyan erkek yargı, yıllardır kayıplarını aramaktan vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri’nin eylemlerini de hedef aldı. “Kaymakam yasağı” gerekçe göstererek, Cumartesi Annelerine saldıran polis, kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Ali Ocak ile insan hakları savunucusu Sebla Arcan Tatlav’ı darp etmişti. Hastaneden darp raporu alan Sebla, 26 Eylül 2018’de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na polisler hakkında suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda ATK’den alınan darp raporunun da eklenmesine rağmen, polisler hakkında takipsizlik kararı verildi. Devamında ise polisin “orantısız güç” kullanmadığı iddia edildi. Uzun yıllardır İstanbul’da eylem ve etkinliklere katılan kadınlara orantısı güç kullanan, taciz eden Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin hakkında kadınlar sık sık dijital medya mecralarında teşhir etmesine rağmen harekete dahi geçilmedi. 
 
25 Kasım Platformu, kadınların 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde İstanbul Taksim’de gerçekleştirdikleri yürüyüş ve eylemlerde maruz kaldıkları erkek-devlet şiddetine karşı 30 Kasım 2022 tarihinde Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde suç duyurularının ilkini gerçekleştirmişti. Eylemlerde bacağı kırılan ve ameliyat olmak zorunda kalan Dilbent Türker’in işkenceye maruz kalmasına ilişkin de İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ile Çevik Kuvvet ve Güvenlik Şube Müdürü Muhammet Hanifi Zengin hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Yapılan suç duyurusunda soruşturmaya yer yok denilerek olayın üstü kapatıldı.
 
Örgütlü cezasızlık kararları
 
Sadece kendi ülkesinde bulunan kadınların yaşamlarına kast eden kararlar vermeyen yargı, ülkelerin kendi çıkarları için çıkardığı savaşlardan dolayı Türkiye’ye gelmek zorunda kalan mülteci kadınların yaşadığı şiddet, tecavüz olaylarında da failleri korumayı sürdürdü. Wan’ın Artemêtan (Edremit) ilçesindeki Kurubaş Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) 22 Temmuz 2020 tarihinde tutulan İranlı Z.N. adlı kadına tecavüz eden güvenlik görevlileri İmam Hüseyin Karataş ve Yakup Vural hakkında Van 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde “iyi hal” indirimi uygulanarak verilen 15 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Ankara'da evli olduğu Huriye Coşkun'u katleden Zekayi Coşkun tutuklu yargılandığı davanın duruşması Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Görülen karar duruşmasında, faile ağırlaştırılmış müebbet verildi, mahkeme faile iyi hal indirimi uygulayarak bunu müebbet hapis cezasına çevirdi. Muğla'da 2020 yılında üniversite öğrencisi Pınar Gültekin'i (27) katleden Cemal Metin Avcı'nın (32) “Canavarca hisle eziyet çektirerek ve tasarlayarak öldürme” suçundan yargılandığı ve yerel mahkemenin verdiği cezanın bozulması ardından tekrar başlayan davanın karar duruşması İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4'üncü Ceza Dairesi'nde görüldü. Duruşma ardından kararını veren mahkeme, Cemal Metin Avcı’nın indirimsiz şekilde “tasarlayarak ve canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile Mertcan Avcı’nın ise delilleri karartma suçundan 4 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi. Heyet ayrıca Mertcan Avcı’nın tutuklanmasına yer olmadığını belirterek yattığı sürenin cezasından düşmesine karar verdi.
 
Kadın mücadelesine ceza
 
Erzerom’da 6 Aralık 2020'de boşandığı Gülçin Karabıyık (50) ile kızları Cansu Arslan (17) ile Burçin Arslan'ı katleden fail Raci Arslan’ın yargılandığı davanın karar duruşmasında yargı  “tahrik indirimi” uyguladı. Erkek faillere iyi hal indirimi vermekten sakınmayan iktidar ise kadın mücadelesine dönük en büyük cezaları vererek, kadınları mücadele alanında geri itme derdinde. Mêrdîn’in (Mardin) Nisêbîn (Nusaybin) ilçesinde 2011 tarihinde belediyeye ait Mitanni Kültür Merkezi bahçesinde “Demokratik Çözüm Çadırı” kurulması gerekçesiyle dönemin Nisêbîn Belediye Başkanı ve Tevgera Jinên Azad (TJA) Sözcüsü Ayşe Gökkan’ın “örgüte bilerek isteyerek yardım etmek” iddiasıyla yargılandığı davada hapis cezası verilmişti. Diyarbakır 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 7 yıl 6 ay hapis cezasının “orantısızlık” nedeniyle Yargıtay tarafından bozulmasıyla yeniden görülen davanın karar duruşmasında, Ayşe’ye yeniden hapis cezası verildi. İzmir’in Bornova ilçesinde 21 Ağustos 2021’de Ceyda Yüksel’i kesici aletle katleden Serkan Dindar hakkında “Kasten öldürme” ve “uyuşturucu temin etme” suçundan hakkında açılan davanın karar duruşması İzmir Adliyesi 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Yargı faile, “uyuşturucu ticareti” suçundan etkin pişmanlık yönünden değerlendirme yaparak ceza vermedi. Mahkeme heyeti fail erkek hakkında “kasten öldürme” suçundan önce müebbet hapis cezası verdi, ardından “haksız tahrik” indirimi ile cezayı 18 yıla düşürdü.
 
Aysel Tuğluk özelinde tüm kadınlara mesaj
 
Artan yoksulluk ve bu yoksulluk karşısında söz kurmak isteyen kadınlar ve gençler yine yargının hedefinde oldu. “Geçinemiyoruz” eylemleri sırasında haber takibi yapan JINNEWS muhabiri Öznur Değer ve 16 kişi hakkında soruşturma açılıp davaya dönüştürülürken, annesinin cenazesine yapılan saldırının ardından demans teşhisi konulan Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk üzerinden yargının tutumu kadınlara dönük düşmanca yaklaşımlarını gözler önüne seriyor. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) demans hastalığı nedeniyle verdiği ihlal kararı üzerine 27 Ekim 2022’de tahliye edilen Aysel Tuğluk hakkında tahliye sonrası “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla Diyarbakır 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Mahkeme heyeti, Aysel’in Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden duruşmaya katılarak savunma yapması için ara karar kurdu. Yargılamanın durdurulması kararı talep edildi. Aysel’in yaşamını tek başına idame ettiremediğini bilen yargının, örgütlü kötülüğü ile Aysel üzerinden tüm kadınlara mesaj verdiği bir kez daha ortaya çıktı.
 
İyi hal indirimlerine gerekçe: Olumlu davranışlar
 
“İyi hal” indiriminden yararlanmak için duruşmalara takım elbise ile gelen faillerin, “namusumu beş paralık etti” söylemleri ise yargı tarafından olumlanırken,  verilen kararlarda da bu olumlama uygulandı. Manisa’nın Yunusemre ilçesinde 11 Aralık 2020’de Ferhat İnne (45), Canan Çeviren (42) ile emlak ofisinde tartışmaya başladı. Ferhat İnne daha sonra yanında getirdiği ateşli silahla Canan’ı katletti. Canan olay yerinde yaşamını yitirdi. Fail daha sonra gözaltına alınıp tutuklandı. Yargıtay, Manisa’da Canan Çeviren’i katleden fail Ferhat İnne’ye verilen indirimsiz müebbet hapis cezasını hukuka aykırı bularak bozdu. Yargıtay’ın kararın da ise, failin “olumlu davranışları” gerekçe olarak gösterildi. Amed’in Bismil ilçesinde ise Hasip Akbulut, 3 Kasım 2019 tarihinde evli olduğu Muhterem Akbulut’u katletti. Hasip Akbulut hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "kasten öldürmek", "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürmek" suçlarından açılan davanın karar duruşmasında mahkeme,  “iyi hal” indirimi uygulayarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını müebbet hapis cezasına çevirdi.
 
30 yıllık tutsağı yeniden cezaevine alma peşine düştü
 
Faillere yönelik tahrik indirimlerine devam eden yargının, cezaevinde katledilen Garibe Gezer’in yaşamını yitirdiğinden “habersiz” kaldığı ortaya çıktı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, Mêrdîn'in (Mardin) Nisêbîn (Nusaybin) ilçesindeki sokağa çıkma yasakları ardından 2016 yılında Kütahya'ya giderken gözaltına alınarak tutuklanan ve Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde 9 Aralık 2021 tarihinde katledilen Garibe Gezer’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını 29 Mart’ta onadı.  Yine Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) yargılanan kadınların ise tahliyeleri önünde sürekli engellemeler çıkarıldı. Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nden 1 Aralık 2022 tarihinde tahliye edilir edilmez yeniden gözaltına alınıp 5 Aralık’ta tutuklanan 30 yıllık tutsak Şadiye Manap hakkında, “Örgüt kurmak ve yönetmek” iddiasıyla dava açıldı. Şadiye, tahliye edileceği gün cezaevi kapısı önünde yeniden cezaevine götürüldü. Şadiye, hakkında açılan davada, beraat ederken, yargının yaşamları için mücadele eden kadınları bin bir yolla cezalandırmanın peşine düştüğü bir kez daha açığa çıktı.
 
Kadınların yaşamlarının teşhir edilmesine karşı AİHM’den karar
 
Kadınları, mahkeme salonlarında, sokaklarda yaşamları üzerinden hedef alan yargı, yine kadınların aleyhine bir karara daha imza attı. Türkiye’de kadınların eski eşlerinden farklı biriyle evlenmek için boşanmalarının kesinleşmesinden sonra 300 gün beklenme şartını karşı Nurcan Bayraktar’ın Türkiye’ye açtığı davayı AİHM karara bağladı. AİHM, Türkiye’de kadınlar için uygulanan 300 günlük iddet süresinin geçmesini şart koşan yasal düzenlemenin “doğrudan bir cinsiyet ayrımcılığı” olduğuna hükmetti. Kadınların yargının her alanında yaşamlarını, faaliyetlerini teşhir etmesi karşısında verdikleri mücadele kararlılığı yargıya geri adımlar da attırdı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na (KCDP), “Kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek” iddiasıyla açılan kapatma davasında da ret kararı verildi. 
 
İktidarın arkasında durduğu katillere güvence
 
Bulunduğu her alanı mücadele alanına dönüştüren kadınlara karşı, iktidarın erkeklere verdiği güçle kadınlar ise çok rahat bir şekilde katledilebiliyor. İzmir HDP İl binasında bulunan Deniz Poyraz, katil Onur Gencer tarafından katledildi. Deniz Poyraz’ın katledilmesine dair açılan davada, katil Onur Gencer’in rahat hareketleri, duruşmaya katılanları hedef göstermelerine karşılık yargının rahat tavırları Kürt kadın özgürlük mücadelesine dönük başlatılan savaşın ne raddede olduğunu gösterdi. Katil Onur Gencer’e her ne kadar ağırlaştırılmış müebbet verilse de, iktidarın arkasında durduğu her katilin, Hrant Dink’in katili Ogün Samast gibi bırakılacağı aşikar. Cezasızlık politikalarından asla taviz vermeyen iktidar, kadın mücadelesi yürüten, şiddette karşı duran Tevgera Jinên Azad (TJA)’a yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında 1 yıl boyunca özgürlüklerinden mahrum kalan kadınlara dair görülen 3 günlük duruşmada sadece, kadınların mücadelelerinin yargılanmak istendiği ve kadınları “makul kadın” yaratma hayali peşinde koştuğu gözler önüne serildi.
 
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatlarından Hülya Yıldırım, yargının cezasızlık politikalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
 
‘Bugüne bir anda gelmedik’
 
Kadına yönelik şiddetin artışının, bazı taraflarca daha görünür olmasıyla açıklanmaya çalışılsa da meselenin görünürlükten öte olduğunu kadınların kendi yaşamlarımızdan bildiklerini söyleyen Hülya, “Kadın bedenine, kimliğine ve varlığına savaş açmış bir devlet pratiğinin yanında kadına yönelik şiddetin bu derece artması kaçınılmaz bir sonuç. Bu sebeple toplumsal cinsiyeti ve cinsiyetlendirilmiş her türlü şiddet biçimini besleyen doğrudan devlet otoritesinin sözleri ve eylemleridir. Bugüne bir anda gelmedik aslında. Hülya Osmanağaoğlu bir yazısında kürtaj yasağının gündeme getirilmesi ile başlayan, müftülük nikahının düzenlenmesi ile devam eden, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla varlığını açıkça gösteren, LGBTİ+’ların eşit yurttaşlıklarının zeminin yok edilmeye çalışıldığı bu süreci çok güzel özetlemiş ve iktidarın bizzat devlet eliyle kadınlara uyguladığı şiddeti ve kadın cinayetlerini meşrulaştırdığı ve LGBTİ+’lara yönelik şiddeti örgütleyip kurumsallaştırdığı tespitinde bulunmuştu” dedi. 
 
‘Artan şiddet faşizmin kurumsallaşmasından’
 
Şiddetin sadece Türkiye’de yaşanmadığına dikkat çeken Hülya, “Faşizmin yükseldiği birçok ülkede kadın kazanımlarına karşı aynı müdahaleler aynı dönemlerde gerçekleştirilmeye çalışıldı, gerçekleştirilmeye de devam ediyor. Bu yüzden kadın katliamlarını ve artan şiddeti, faşizmin kurumsallaşmasının dışında da okumamız pek mümkün değil. Yine devletin kendi şiddetiyle de bu şiddet toplumsal ve sosyolojik olarak örgütlendi diyebiliriz. Ekin Wan’ın çıplak bedeninin teşhir edilmesi ve savaşta cinsel şiddetin meşrulaştırılmasının bir parçası olarak kullanılması bugün cinsel saldırı faili korucunun ‘dağa çıkacaktı bunu engellediğim için iftira atıyor’ savunmasında bulunmasının, üniformalıların kadına, çocuğa yönelik her türlü şiddetinin, istismarının zeminini yarattı. O yüzden kadına yönelik şiddetin ve kadın katliamlarının artışını devletin sistematik politikasının ve eylemlerinin sonucu olarak görüyor ve cins kırımı olarak tanımlıyoruz” diye belirtti. 
 
‘Herkes suçun bir kişiye işlenmediğini biliyor’
 
Mevcut mevzuat anlayışında ve düzenlemelerde birçok eksiklikten söz etmenin mümkün olduğunu kaydeden Hülya, yargıdaki cezasızlık politikasının kanuni düzenlemelere rağmen suçları, failleri ayrıcalıklı olarak değerlendirilmesinden kaynaklı olduğunun önemine işaret etti. Hülya, “Yani bir önceki soruda bahsettiğim ideolojik pratik üzerine kurulu bir yargılama pratiğinin bir sonucu olarak cezasızlıkla karşı karşıyayız. Tabiri caizse ‘etliye sütlüye karışmayan’ dosyalarda eğer hukuk da bilen hâkim ve savcılara denk geldiysek usul açısından da mevcut ilkelerin ve kanuni düzenlemelerin uygulanması açısından da sorun yaşamazken, bir kadın katliamı davasında avukat olarak daha fazla mücadele vermek zorunda kalıyoruz. Burada dikkat çekmek istediğim aslında hâkim ve savcılar da bu ve benzeri davalarda gelişen hem içgüdüsel hem de öğrenilmiş refleks. Çünkü herkes bu suçun bir kişi tarafından, sadece bir kişiye karşı işlenmediğini biliyor. Bir cinse, kimliğe karşı işlenen bir suç söz konusu ve mağduru zabıtta yazandan daha çok. Faili ise sadece fiili gerçekleştiren kişiden ibaret değil bir önceki soruda bahsettiğim politikaların, uygulamaların belirleyicileri ve uygulayıcıları da bunun bir parçası. O yüzden aklanan ve cezasızlıkla sonuçlanan kolektif bir suç aslında. Ayrıca kadınların birçoğu süreçlerin uzamasından ya da süreçte maruz kaldıkları ayrımcı dil ve uygulamalardan ötürü şikayetçi dahi olmuyor ya da sonuç alınacağını düşünse de bu sonucun adalet getireceğine ve infaz sürecinin cezalandırmanın gereğini sağladığına inanmıyor. Bu yüzden kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+lar için koşulsuz şartsız bir hak arama özgürlüğünden de eşitliğinden söz edebilmemiz mümkün değil” diye belirtti.
 
‘Hukuku şekillendirme çabasında olan bir iktidar olduğu açık’
 
Şiddete yönelik adım atılmaması gibi var olan kazanımlara da hız kesmeden saldırıların sürdüğüne işaret eden Hülya şunları dile getirdi: “Karşımızda yapısal adaletsizliği kabul etmeyen, aile kurumunu güçlendirme çabası olan, değer yargıları üzerinden politika yapan ve bu yargılar üzerinden hukuku şekillendirme çabasında olan bir iktidar olduğu açık. Bu yüzden daha ağır saldırılarla ya da saldırı çabalarıyla karşılaşacağımız muhakkak. Kadın ve LGBTİ+ mücadelesi yürüten tüm kişi ve örgütlere açılan davalar, bu şiddetin bir parçasıdır aslında. Rosa Kadın Derneği üyeleri, TJA’lı kadınlar hakkında süren yargılamalar, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kapatılması için açılan dava, Onur Yürüyüşü, 8 Mart, 25 Kasım yürüyüşleri sebebiyle yapılan yargılamalar ve daha nicesi… Kadın mücadelesini, LGBTİ+ mücadelesini etkisizleştirme için yapılan bu yargı tacizini bu suçların failleriyle ortaklığın da bir sonucu. Kadın mücadelemizin örgütlü, sebatkar ve iradesinde ısrarcı olduğu ve kendi hukukunu kuran yanı olduğu hepimizin bildiği bir gerçek. Bunca karanlık tablo içerisinde belki de hepimizin ümitvar olmasını sağlayan kadınların birlikte ve kararlı mücadelesi. Ancak her ne kadar erkek şiddetiyle devlet şiddetini birlikte okusak da devlet şiddetinin bir parçası olarak karşımıza çıkan kadına yönelik şiddete karşı yükselen ses ile doğrudan erkek şiddetine karşı yükselen sesi ortaklaştırmakta zaman zaman sıkıntı yaşadığımızı düşünüyorum. “
 
‘Şiddet ortamından çıkmak mümkün’
 
Hülya son olarak şöyle konuştu: “Kürt kadın hareketinin kriminalize edilmesi, baskı altına alınmaya çalışılması, eşbaşkanlık kazanımının iktidar tarafından hedef haline getirilmesi, Kürt kadın siyasetçilerinin öldürülmesi, özel savaş politikasının bir parçası olan cinsel saldırı ve istismarlar ne yazık ki aynı oranda gündem olmuyor ya da sahiplenilmiyor. Bunun için çeşitli sebepler sayılabilir, çeşitli eksiklikler de tespit edilebilir belki; ancak sonuç olarak her alanda, her mecrada İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan biz kadınların, kadın örgütlerinin özel savaş politikasının bir parçası olan bu şiddet biçimlerini de, sözleşmenin ihlali olarak değerlendirmesi, devlet şiddetini görünür kılması ve bu konuda da diğer konular kadar mücadele etmesi aslında bir zorunluluk. Ya da LGBTİ+’ların her alanda yok sayıldığı, ne yazık ki varlığının tartışıldığı bu ortamda LGBTİ+’ların haklarını savunma konusunda geri plana düşmemiz, bu konuda toplumda yayılan muhafazakarlığın bizim mücadelemize sirayet etmesine sebep olabilecek boşluklar yaratmış olmamız büyük bir eksiklik. Oysa birlikte mücadelede geriye düştüğümüz her alan aslında mücadelemizin bütününde delikler açmakta, mücadelemizi uzun vadede geriye düşürmekte. Bu yüzden devlet şiddetine ve erkek şiddetine karşı her alanda, her an birlikte mücadelenin bir gereklilik değil zorunluluk olduğunu ve ortaklaşabildiklerimizin sınırını devletin sınırlarının, toplumun yargılarının belirlemediği bir anlayışla bu şiddet ortamından çıkışımızın mümkün olduğunu söyleyebilirim.”
 
Bitti.