Halkın irade ve karar gücü olması

  • 09:06 28 Temmuz 2023
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Abdullah Öcalan, ‘Adeta özgürlük evrenin amacıdır diyesim geliyor’ diyerek özgürlüğü sadece insan ve insan toplumu sınırları içinde tanımlamanın eksik olacağını belirtmekte. Zekâ yoğunluğu en gelişkin doğa olarak toplumun kendini gerçekleştirmesinin özgürlük ile mümkün olduğunu ifade eden Öcalan, özgürlüğün en çok da toplumsallık ile ilişkisinin ele alınması gerektiğine vurgu yapıyor.”
 
Nagihan Akarsel
 
Hem devlet hem de toplum eksenli siyaset tanımlamalarında bir diğer önemli yön buna en uygun yönetim biçiminin ne olacağı sorusu olmaktadır. Bu anlamda, her iki eksenin de başvurduğu demokrasi kavramının açımlanma ihtiyacı doğmaktadır. Anayasal vatandaşlık hakları temelinde bulunduğu ülkeye dahil olan yurttaşların tümünün çıkarlarını gözeten, yürütmeye seçtiklerini denetleyen, düzenli aralıklarla seçim yapan, toplumsal sorunları bütün kesimlerin haklarını gözeterek çözmeyi esas alan bir yönetim biçimi olarak da demokrasiyi tanımlayabiliriz. Kısaca halk yönetimi anlamına gelen demokrasi kelimesinin anlamına da uygun bir şekilde halkın irade, bilinç ve karar gücü olması olarak da.
 
Demokrasinin uygulanış biçimleri 
 
Bu anlamda demokrasinin sınıf karakteri başta olmak üzere uygulanma biçimlerine kadar esas alınan yönlerine göre tanımlamaları yapılabilir. Özellikle günümüzde bürokratik işler ile tanımlandığı, seçim dışında pek bir anlamının kalmadığı, siyasal yönetimlerin küresel işletme gibi hareket ettiği aleni bir durum. Milliyetçiliğin, ırkçılığın, fanatizmin, cinsiyetçiliğin körüklendiği de bir diğer gerçek. Ama burada esas olan demokrasinin 21. yüzyılda halklar, kültürler, inançlar, ideolojik ve ekonomik tercihler başta olmak üzere birçok kesim için kapsamlı bir birlikte yaşam imkânı sağladığı gerçeği. Yine özgürlük, farklılık ve eşitliğin geliştiği bir öz yönetim biçimi olarak ortak kabul görmesi durumudur.
 
Bir özgürlük alanı olarak siyaset
 
Toplumsal alanın 1960’lı yıllardan beri karardığı ve siyasetin anlamını yitirdiği tespitini yapan Hannah Arendt’in siyaseti bir özgürlük alanı olarak ve dünyaya yeni bir şey getirmenin aracı, yine ne olduğumuzu ortaya koyan bir eylem olarak tanımlaması önemli. Siyasetin var olduğu alanın toplumsal alanda eylem, söylem ve karşılıklı tanınma olduğunu ifade eden Arendt, yurttaşların kendi aralarında oluşturdukları ve kendilerini ilgilendiren kararlara katıldıkları çoğulluğu ise ortak paydada buluşma olarak tarif ediyor.
 
İndirgemeci ve benmerkezci yaklaşımlar
 
Bu anlamda özgürlük kavramını nasıl ele aldığımız önem kazanmakta. Birçok filozofun, halk hareketinin, kadın mücadelesinin, farklı inançların, kültürlerin arayışının temelinde olan özgürlük sayısız tanımlamayla ele alınmış bir kavram. Nietzsche’ye göre “Özsaygı istenci”, Bakunin’e göre “İnsanın zeka, onur ve mutluluğunu geliştirebilecek yegane araç”, Tolstoy’a göre “Her insanın kendi kanaatlerine göre yaşaması ve eylemesi”, Russell’e göre “Sahip olmadan üretmek, kendini kanıtlamadan eylemek, hükmetmeden gelişmek”, Schopenhauer’e göre “Ölümle müzakere etmek”, Spinoza’ya göre, “Cehaletten çıkış ve anlam gücü”, Donah Zohar’a göre “Yaratıcılığımızın varlığımızın anlamına yakın durması”… Köken olarak organik toplumun ana merkezli ortamından ya da cömert bir ana olarak anlamlandırılan “amargi” sözcüğünden gelen özgürlük kavramının “kutsal ana, doğaya dönüş” şeklinde tanımlanması da indirgemeci ve benmerkezci yaklaşımları alt üst etmekte. 
 
‘Özgürlük evrenin amacıdır’
 
Abdullah Öcalan ise, “Adeta özgürlük evrenin amacıdır diyesim geliyor” diyerek özgürlüğü sadece insan ve insan toplumu sınırları içinde tanımlamanın eksik olacağını belirtmekte. Zekâ yoğunluğu en gelişkin doğa olarak toplumun kendini gerçekleştirmesinin özgürlük ile mümkün olduğunu ifade eden Öcalan, özgürlüğün en çok da toplumsallık ile ilişkisinin ele alınması gerektiğine vurgu yapıyor;  “İnsan toplumundaki zekâ düzeyi ve esnekliği toplumsal inşanın gerçek temelini teşkil etmektedir. Özgürlüğü bu anlamda toplumsal inşa gücü olarak da tanımlamak yerindedir. İlk insan topluluklarından itibaren buna ahlâki tutum denildiğini biliyoruz. Toplumsal ahlâk ancak özgürlükle mümkündür. Ahlâka özgürlüğün katılaşmış hali, geleneği veya kuralı da diyebiliriz. Eğer ahlâki seçim özgürlük kaynaklıysa, özgürlüğün zekâ, bilinç ve akılla bağı göz önüne getirildiğinde, ahlâka toplumun kolektif bilinci (vicdanı) demek daha anlaşılır oluyor.”
 
‘Toplumsal politikanın en somut hali demokratik siyaset’
 
Bu temelde Öcalan, “Özgürlük istiyorsak, en başta toplumun kolektif vicdanı olan ahlâkı ve ortak aklı olarak politikayı tüm yönleriyle ve entelektüel gücümüzle yeniden ayağa kaldırıp işlevsel kılmanın” elzem olduğunu ortaya koyar. “Toplumsal politikanın en somut hali demokratik siyasettir. Dolayısıyla demokratik siyaset özgürleşmenin gerçek sanatı olarak da tanımlanabilir. Politikanın işleri ne kadar demokratik özneler yaratırsa, demokratik siyaset de toplumu o kadar politikleştirir, dolayısıyla özgürleştirir” demektedir. 
 
Özgürlük anlayışı 
 
Hannah Arendt ise siyasetin gerçekleştiği alan olarak ifade ettiği özgürlüğü, eylemde ya da başkaları ile birlikte olmak şeklinde ele alıyor. Özgürlüğün felsefe geleneğinde siyasetten kopuk felsefi bir konu olarak ele alınmasını eleştiren Arendt, özgürlüğün başlangıçta Antik Yunan’da güçlü olan siyasi bağının filozoflar tarafından siyasi yaşamın dışında bir olgu olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Helenistik dönem düşünce akımlarında özellikle öne çıkan içsel özgürlük tanımlaması ve yine Hristiyanlığın, siyasetle bağdaşan özgürlük anlayışının üzerini örtmesi başta olmak üzere özgür olmanın siyasetten uzak olmakla özdeş tutulmasının bütün bir orta çağa damgasını vurduğunu belirtiyor. 17. ve 18. yüzyılda Hobbes ve Spinoza’nın yapıtlarında, özgürlüğün siyasi alanın dışında düşünülmesi ve güvenlik ile özdeşleştirilmesini eleştiren Arendt, 19. ve 20. yüzyıllarda ise özgürlük ile siyasi yaşam arasındaki açıklığın daha da büyüdüğünü belirtmektedir. Özgürlüğü siyasetin bittiği yerde tanımlayan liberalizmin insanın varlık tanımını da etkilediğini belirten Arendt, totaliter rejimlerinde tüm alanları siyasetin denetimine almasının yanlış olduğunu belirtmektedir. Arendt, denetim ve egemenlik içermeyen bir siyasal özgürlük anlayışı geliştirmekte, özgürlüğü insanın iradi olarak bir eylem yapması şeklinde tanımlamaktadır. Eylemde bulunma halini ise, başka insanların varlığına bağlı olarak, bireysel (özel) değil, kamusal bir faaliyetin içinde bulunmak şeklinde düşünmektedir. (Zafer Yılmaz, Hannah Arendt’in Özgürlük Anlayışı) 
 
Not: Yazının devamı “Demokratik siyasetin özellikleri” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır. 
 
Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Demokratik Siyaset” dosya konulu 14. sayısından kısaltılarak alınmıştır.
 

Etiketler:

Okumadan geçme!