‘GotûbêJin’ sinemayı kendi öznesine ulaştırıyor

  • 09:14 4 Mart 2024
  • Kültür Sanat
 
 
Melike Aydın 
 
İZMİR - Dersim, Amed ve Wan’da 7 Kürtçe filmin gösterildiği ve sadece kadınların katıldığı Gezici Sinema Diyaloglar: Kürt Kadın İmgeleri projesinden yola çıkarak hazırlanan ‘GotûbêJin’ gösterime hazırlandı. Katılımcılar üzerinden Kürt kadınların erkekliğe, erkek egemenliğine bakışını, politik duruşunu gündelik hayatlarından kesitler de içererek yansıtan belgesel önemli verileri de barındırıyor.
 
‘Kürt kadınının kadınlık halleri erkekliğe bakışı yansıtıldı’
 
Dersim, Wan ve Amed’de Temmuz 2023’de gerçekleştirilen ve sadece kadınların katılımına açık olan “Gezici Sinema Diyalogları: Kürt Kadın İmgeleri” projesinin belgeseli “GotûbêJin”, yakında seyirciyle buluşacak. Katılımcılarından alınan röportajların, gündelik yaşamlarına dair kesitlerin yer aldığı belgeselde Kürt kadınının erkekliğe ve erkek egemenliğine bakışı, kadınlık halleri, Kürt kadınının politik duruşu ve gündelik yaşamdaki perspektifi imajlarla yansıtılacak.
 
Belgeselin yönetmeni ve saha projesinin koordinatörü olan Hevi Nimet Gatar, EHESS: École des hautes études en sciences sociales’de Sosyoloji Bölümü doktora öğrencisi olarak Kürt Sineması üzerine çalışmalarını sürdürüyor. Kürt sinemasında erkeklik temsilleri, erkeklik sorunu ve erkeklikler üzerine çalışan Gatar, tez çalışması kapsamında hazırladığı saha projesini CultureCivic Yerel Projeler desteği ile sürdürdüğünü ifade etti.
 
‘Belgesel kolektif emeğin ürünü’
 
Belgeselin görüntü yönetmenliği Devrim Tekinoğlu ve Lorin Baran tarafından yapılırken Musab Tekin ise kurguladı. Kamerada Solin Alphan, Erhan Karahan ve Rezzan Bayram Uğur, renklendirmede Ciwan Zengin, ses miksajında Çağlar Çakmak yer alırken afiş tasarımını ise Rojbin Ekinci gerçekleştirdi. Henüz gösterime girmeyen belgesel farklı festival ve gösterimler için teklif bekliyor. Belgeselde konu edilen projede ise Mizgin Müjde Arslan’ın  « Kirasê Mirinê: Hewîtî » (Ölüm Elbisesi: Kumalık ), Elif Yiğit’in Heskîf ve Hatice Kamer’in Qiblenameya Dêya Min (Annemin Pusulası) belgeseli yer alırken; Bülent Öztürk’ün « Xaniyê Teqayê Bêcuk » (Küçük Pencereli Evler) ve Gökhan Yalçınkaya’nın Kurneqîz (Trans bir öznenin yaşamına değinen LGBTQAİ+ perspektifli ilk Kürt Sineması örneklerinden) adlı kısa filmleri yer aldı. Uzun metraj olarak Hüseyin Karabey’in Were Dengê Min (Sesime Gel)  Zeynel Doğan ve Orhan Eskiköy’ün Dengê Bavê Min adlı filmlerini seçkiye alarak gösterimler yapıldığını belirtti.
 
‘Kürt Sinemasını köylerdeki kadınlara taşıdık’
 
Festivallerin aksine Gezici Sinemanın seyircinin bulunduğu her yere gittiğini ve bu sayede köylere kadar ulaştıklarını belirten Hevi, Kürtçenin yasaklandığı politik atmosferde Kürt sinemasının bazı filmlerini kadınlarla taşıyabildiklerini ifade etti. Erkeklerin aksine özellikle köylerde kadınların ev içi uğraşları, tarla işleri, hayvan bakımı gibi gerekçelerle birçok etkinliğe erişemediğini dile getiren Hevi “Sinemada kadınları köyde veya köydeki gündelik yaşam içerisinde kameraya alıyorsunuz ama o film ne köylere ne de kendi öznesine yasaklardan dolayı ulaştırılamıyor. Bu çalışmayı yaparken bu sorunu sorgulamak istedim. Örneğin benim annem İstanbul’da yaşayan bir kadın ama hiç denizi görmemişti. Ona denizi göstermek için evden çıkarmak bile meseleydi. Çünkü yaşama adapte olması sürekli bilmediği bir dille, Türkçeyle karşılaşması bir kısıtlama ve evde olmak onun kendisini güvende hissedebileceği alana itme gibi bir durumdu. Bu çalışmayı düşünürken evinden çıkamayan kadınlara sinemanın ulaştığı, yasakların da olmadığı özgürce konuşabilecekleri bir atmosfer olsun istedim” şeklinde dile getirdi.
 
‘Sinemayı kendi öznesine ulaştırdık’
 
“Acaba Basê, Berfê, Nîgar, Emine, Helun veya diğer pek çok kadının hikayesini diğer kadınlar duyduğunda ne hissedecek?” diye soran Hevi “Kürt Sineması kapsamında erkeklik temsilleri üzerine çalışırken acaba Besê, Berfê, Nîgar, Helûn ve diğer kadın karakterlerinin hikayesini Kürdistan’da yaşayan kadınlar izlerse nasıl olur? Erkeklik sorununa Kürdistanlı kadınlar nasıl bakıyor, erkeklik onlar için nasıl bir sorun, kendi hikayelerine benzer hikayeleri paylaşan bu kadınları sinemada görmek onlar için nasıl bir buluşma olabilir,  yasaklanmadan, kısıtlanmadan filmleri kadınlara yani Kürt Sineması’nın gerçek öznelerine nasıl ulaştırabilirim ? Bu sorular aslında bu projenin başlangıcına zemin hazırladı. Çünkü kadınların kendi yaşamları ve filmler arasındaki bağdan yola çıkarak erkekliği eleştirmesi ve bunun bir sorun olup olmadığını sorgulaması karşıtlığı gerektiren bir durumdur. Düzenlediğimiz bu proje amaç olarak daha önce sinemaya gidememiş kadınları Kürt Sineması ile buluşturmak ve onların kendi yaşam dinamikleri üzerinden kadın-erkek temsillerine bakış sağlayarak patriyarka üzerinden çözümleme yapmasına olanak sağlamaktı. Aslında kameranın ayna işlevini kullanmak istedik. Kürt Sineması benim için izleyiciye ulaşmak için bir araç oldu ve sinemayla kendilerine ve bizlerin yaşamlarına ayna tutan kadınların konuşmasına tanıklık ettik. Evet bir yanıyla film içerisinde film çekmiş olduk. Dolayısıyla, GotûbêJin belgeseli bu anlamda söylemin karşıt alanlarını Kürt kadınlarına sinema aracılığıyla açmak için yola çıktı. Homofobi, kurdofobi, mizojini ve daha birçok patriyarkal ve milliyetçi şiddeti ifade eden şiddet öznelerinin ve söylemlerinin karşısında duranlar için GotûbêJin dedik.” şeklinde konuştu.
 
‘Asimilasyon köylere kadar inmiş durumda’
 
Kürtçe sinemanın kendi diliyle de buluşmasının sağlandığını kaydeden Hevi “Kürtçeyi bilen birinin altyazı ihtiyacı duymadan film izlemesi benim için bambaşka bir şeydi. Belgeselde dengbej kadınların yaşamlarına ve Kürtçe ile kurdukları kültürel bağa da değindik. Dayika Mukaddes, Dayika Meryem ve genç dengbejlerden Sarya’nın yer aldığı stranlar benim için çok duygusal bir temastı. Üç farklı stranı dengbej kadınlar aracılığıyla kayıt altına almış olduk. Ama öte yandan çok ciddi bir de sorun vardı karşımızda. Asimilasyonun köylere kadar indiğini söyleyebilirim, bu çalışma kapsamında bunu da gördük. Çoğu röportajımız Kürtçe ama Türkçe yapılanlar da oldu. Bu devletin asimilasyon politikası, sadece anadilin yok olmaya ve insanların kendi diline yabancılaşmasına yol açmıyor aynı zamanda hafızayı da yok ediyor. Ne yazık ki kendi dilini mecliste konuşamayan ve sesi mikrofonda kesilen bir halk gerçekliği var karşımızda” dedi.
 
‘Kürt sineması kolektif hafızanın temsilidir’
 
Kürt sinemasında kadının zaten politik bir özne olduğunu ancak 7 filmden oluşan seçkinin bu yönde özenle hazırlandığını dile getiren Hevi, sözlerine şöyle devam etti:“Çünkü ya kayıp öznesi oluyor ya hafıza öznesi oluyor ya da bir devlet şiddetine direnen bir özne oluyor. Bu süreç içerisinde otomatik olarak size atanan bir durum oluyor, direkt politik bir özne oluyorsunuz. Öznenin bunu algılaması izlemesi nasıl oluyor? Maraş Katliamını anlatan Kürt sineması örneklerinden Denge Bave Min filmini dersimde paylaştığımızda Dersim Katliamını da konuşabildik. Devletin Maraş Olayları ya da Dersim Meselesi dediği resmi tarih anlatımını bizim katliam olarak karşıt bir hafızadan sinema ile açığa çıkarmamız kuşkusuz yaşanan süreçlere dair direnen kolektif hafızanın da temsilini yansıtmaktadır. Aslında tam olarak bu karşıt alandan tüm söylemlerimizi ve tüm argümanlarımızı kurmaya çalıştık. Sadece resmi tarih için bir karşıt pozisyon değildi bu aynı zamanda patriyarkaya karşı da aldığımız karşıt pozisyonu yansıtıyordu. Bu karşılaşmalar sadece bir film izleme ya da filimde buluşma olmuyor aynı zamanda hafıza ile de buluşma oluyor. Çünkü Kürt sineması sürekli bize hatırlatır. Biz unuturuz ama Kürt sineması her zaman hafızasıyla belleğiyle bulunduğu zeminle bize sürekli bir şeyi hatırlatır. Çünkü kolektif hafızanın temsilidir bir açıdan Kürt sineması.”
 
‘Filmler kadınlara dokundu, diyalog kapısı araladı’
 
Kürt kadınlarının güçlü bir pozisyona sahip olduğunu, her koşulda direnmeye çalıştığını belirten Hevi bir çocuğun başka bir aileye kan üzerinden teslim edilmesini anlatan « Xaniyê Teqayê Bêcuk » (Küçük Pencereli Evler) filminde annenin direnişi ve çaresizliğini örnek vererek “Bu çaresizlik izleyenlere öyle güçlü geçti ki katılımcı birkaç kadının da aynı süreci yaşadığını öğrendik. Filmlerin toplumsal bir gerçeğe tekabül ettiğini öğrenmek izleyen için travma, ama bizim için de ayrı bir zorluk oldu çekerken. Mesela kumalık belgeselini izlediğimizde çoğu izleyicimiz bazı şeylere katlanamadı. Erkeklerin dili o kadar yorucu o kadar onlar için acıtıcı, yok sayıcı bir yerdeydi ki… ‘Kadının sütü bile erkek olduğu için var’ söylemi geçiyordu belgeselde. Bu kadınları çok farklı bir noktaya götürdü. Çünkü bu gerçekliği yaşıyoruz, sürekli mücadele ediyoruz. Kadınlar da bunu kendi dilinden ve gündelik yaşamından masaya yatırdı ve onların ifadelerini biz de çekmeye çalıştık” diye belirtti.
 
‘Kadınların erkeklik karşısındaki duygu geçişleri yer aldı’
 
Atölye çalışmalarının ve röportajların her anının ve duygu geçişlerinin kayda aldıklarını belirten Hevi “Sinemada film izledikten sonra izleyici genelde kendi yaşamına döner ve erkek-kadın temsili üzerine bir tartışma alanı çoğu zaman olmaz. Kürt sineması için bu imkan daha ilk etapta sorunludur çünkü film gösterimlerinin çoğu Kürtçeden ya da filmdeki konudan dolayı yasaklanıyor! Dolayısıyla projeyi oluştururken patriyarkaya dair sözü olan, derdi olan ve buna dair çözümü olan kadınlara özgür alanlar açmak istedik. Bu özgür alan atölyeler oldu. Atölyenin yöneticisi yoktu. Ben sadece bir aracı olarak orada yer aldım. Tartışmalar kadınların kendi içlerinde ve yüzleşmeler genellikle onların kendi yaşamlarındaki kararlara dair oldu. Aslında bu atölye aracılığıyla kadınlar yaşadıkları yerde birbirine dokunma ve kendi sorunlarını ilk defa bu kadar yakından sinema üzerinden de duydu. Kadınların atölye aracılığıyla patriyarkaya karşı her noktada ifade ettiği söylemlerini kayda aldık. Aslında belgeselin çıkış noktası da buradan oldu. Yani kadınların verdiği tepkiler, kadınların sorgulaması, kadınların erkeğe-erkekliğe dair kendi konumundan eleştirileri ve gündelik yaşamdaki krizlerin sebebine kadar bir çok konu üzerinden çıktı” diye ifade etti.
 
‘Devrimci, sosyalist’ erkek eleştirisi’
 
Kadınların sosyalist erkekleri de eleştirdiğini belirten Hevi “Erkek gene erkek, bunun en sarih yorumu budur. Erkek evde de dışarda da onlar için erkek yani değişmiyor. Sosyalist, devrimci ya da eğitimli hiçbir şey bunu değiştirmiyor. Bizim bunun mücadelesini feminist politika ile verdiğimiz zeminde kadınlar bunu kendi yaşamlarıyla açıkladılar. Mesela teaserdaki  röportajı veren katılımcımız yılların öğretmeni ve kendi yaşamından birçok şeyi paylaştı bizimle. Belgeselin belki de en güçlü eleştirilerinden birisi bu analizler üzerinden açığa çıktı” şeklinde ifade etti.
 
‘Sanıldığının aksine köylerdeki kadınlarda güçlü perspektifler var’
 
İstanbul Ankara İzmir gibi şehirlerde yaşayanların bulunduğu zeminlerden bakarak kendini en çok bilen olarak addedip büyük şehirlerde yaşamayanları yaşamını idame edemeyen, kadın bakışı yetersiz görüldüğü perspektifinin hâkim olduğunu dile getiren Hevi “Aslında bu çok oryantalist beyaz bir bakış. Köyleri gezdiğimde şunu görebildim; bir film ancak bu kadar coşkulu ve güçlü okunabilir. Hiçbir makalede okuyamayacağınız analizler var. Çünkü yaşamın içinden gelmek, yaşamı kendisiyle birlikte yoğurmak böyle bir şey” şeklinde dile getirdi.
 
‘Dersim’den Fransa’ya kadınlar örgütlülüğün öneminin farkında’
 
Hozat’ta erkekliğin tartışıldığı bir atölyede kadınların çözüm olarak bir ağızdan örgütlülük dediğini dile getiren Hevi “Çünkü örgütlü olmadan tek kişi tek başına hiçbir şey yapamayacak. Ve sonuç olarak birimizin sesinin ulaşmadığı bir yerde hepimizin sesinin ulaşabileceği anlamı çıkıyor. Gittiğimiz yerlerde acaba örgütlülüğe nasıl bir bakış var? Acaba kolektif bir mücadele olabilir mi, kadınlar birlikte güçlü diyoruz acaba sahada da bunun nasıl bir karşılığı var? Bu soruların cevabını sahada deneyimleyip duyduğum her an yaşadığım coşku ve mutluluk bizim bu belgeselin de çerçevesini ve yolunu çizmiş oldu. Dersim’den yola çıkarken örgütlülüğü oradan duyduk, sonrasında Amed’de de Jin jiyan azadî ile sonlandırdık. Bu bir slogan değil bir yaşam biçimi. ‘Femme, vie, liberté’ şu an Fransa’da söylenen, ya da İran’da başka birçok yerde farklı dillerde söylense de evrensel bir karşılığı var. Kadın yaşam özgürlük, ama birlikte bir şeyleri çözebileceğimize inanarak” şeklinde konuştu.
 
‘Köyde komşuluğun adı kadın dayanışması’
 
Dersim’de bir kadının “Ben pencereyi açıp bağırdığımda komşumun gelebileceğine inanıyorsam mücadele edebilirim. Ama tek başıma yapamam” sözünü hatırlatan ve bu sözün çok yaralayıcı olduğunu belirten Hevi “Çünkü evin içindeki şiddet durumunda komşusunun gelebileceği inancı bir güç onun için. Bir direnme aralığı, kendisini o zor koşuldan çıkarıp yenileyebilme inancı bir taraftan. Sahadaki yorumlarda kadınların artık devletin resmi hukukuna karşı inançları yoktu. Kadın katliamlarının, tecavüzlerin erkeğe pozitif şekilde sonuçlandığı davalar oluyor. Bir şiddet vakasından bahsedildi ve sonucun 2 yıl sürdüğü ve sonunda failin serbest bırakıldığı yönünde bir yorum geldi atölyede. ‘Bir kadının canı 2 yıl mıydı’ dendi. Kadınların hukuka inancı yok. Gülistan Doku nerede? Ya da Şule Çet davası ne oldu? Bu sorular genelde atölyede karşılığı hiçlik olan sorular olarak değerlendirildi. Kadınların kendi güvenebileceği kişi kendi kadın yoldaşı. Dolayısıyla köy yaşantısında komşuluk ilişkisi böyle bir perspektif. Feminist yürüyüşlerde ‘umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla’ sloganı aslında bize bunu veriyor. Kalabalık olduğun zaman mücadeleyi verebileceksin, hiçbir zaman da umutsuz kalmayacaksın. Ben de tek başına değil bizdim. Yoldaşlarımızla bu çalışmayı yürüttük” dedi.
 
‘Köylerde dizilere bağlı kültürel kirlenme yok gibi’
 
Televizyon dizilerinin büyük şehirlerde etkili olurken köylerde televizyon olmadığı veya iş yoğunluğu nedeniyle izlenmediğini belirten Hevi “Röportaj yaptığımız köylerden biri Dersim’de Ovacık’a bağlı Kakber Köyü. 1994-1995 yıllarında yakılmış 2021’de iskâna açılmış. Yerleşimcileri 2022’de gelmiş 2023’de biz gittik. Elektrik ve su hala gitmemiş. Sadece 5 hane vardı. Orada film gösterimi yaptık. İnsanlar kendini doğayla birlikte var ediyorlar. Tabi ki izleyenler de vardır denk gelmedim. TV’lerle kirlenme çok yoktu benim ziyaret ettiğim yerlerde. Sosyal medyayı farklı tutuyorum tabi çünkü sosyal medya telefonla her yere giriyor TV olmasına bazen gerek bile yok” şeklinde ifade etti.
 
‘Kadınların sözü olmaya çalıştık’
 
Söylem anlamındaki ‘Gotûbêj’ ve kadın anlamındaki ‘jin’ kelimesinin birleşimi ile kadın kadına söylemin belgeselini çekmeye çalıştıklarını ifade eden Hevi “Kadınca söylem nasıl olur belki de bu şekilde olur demek istedik. Kendi yolumuzu da bu anlam dünyasında yaratmaya çalıştık. Kendi anlam dünyamızla kadınların anlam dünyasını buluşturmaya çalıştık. Umarım izleyicide de bu yolculuğu ve bu feminist argümanı kadınların durduğu karşı özne pozisyonunu izlerken kendi yaşamlarıyla bağlam kurabilirler. Bugün bir şiddet varsa sadece kadınlar için değil LGBTQAİ+’lar için de var. Bugün Kürtçe, politik söylem ya da politik nedenler bahane edilerek yasaklanan Kürt sineması gibi 12. Pembe Hayat Kuir Fest’in de yasaklandığını görüyor olmamız rastlantı değil.‘Kürdistan vardır. Translar vardır’ sadece bir söylem değil yok sayılanın ya da devletin sistematiği içerisinde adı dahi kabul edilmeyenin mücadelesi bir yandan. Homofobi, Kürdofobi, mizojini ve bunun gibi bazı şeyleri konuşuyorsak aslında bunların tek sorumlusunun patriyarka olduğunu ve hepimizin mücadelesini GotûbêJin kapsamında tartışmaya çalıştık” şeklinde konuştu.