Medyanın Dilovası sınavı!

  • 09:05 16 Kasım 2025
  • Medya Kritik
 
Pelşin Çetinkaya
 
HABER MERKEZİ – Dilovası’nda 3’ü çocuk, 3’ü kadın işçinin yaşamını yitirdiği katliamı "yangın', “kaza” söylemleriyle perdeleyen medya, çocuk yaşta çalıştırılmayı ve kadın emeği sömürüsünü görünmez kıldı.
 
Toplumu bilgilendirme sorumluluğunu üstlenen medyanın, özellikle kadın ve çocukların yaşam hakkını ilgilendiren olaylarda gerçeği görünür kılması, failleri işaret etmesi ve hak ihlallerini tüm boyutlarıyla kamuoyuna aktarması gerekir. Ancak medya, yıllardır sürdürdüğü çerçeveleme pratikleriyle bu sorumluluğu yerine getirmiyor; tam tersine, ihlalleri hafifleten ve sorumluluğu perdeleyen bir dil kuruyor. “Kaza”, “trajedi”, “talihsizlik” gibi ifadeler, yaşananların politik ve toplumsal niteliğini görünmez kılarak kadın ve çocukların maruz bırakıldığı sömürü düzeninin üzerini örtüyor. Bu yaklaşım, yalnızca gerçeği çarpıtmakla kalmıyor; aynı zamanda toplumsal hafızayı da biçimlendirerek ihlallerin yeniden üretilmesine zemin hazırlıyor.
 
Medyanın gerçeklik algısı 
 
Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın ve binlerce çocuk kayıt dışı, güvencesiz ve denetimsiz işlerde çalıştırılıyor. Buna rağmen ana akım medya, bu yapısal sömürü düzenini görünür kılmak yerine çoğu zaman olağanlaştırıcı bir dille aktarıyor. Çocuk yaşta çalıştırılmanın ardındaki yoksulluk, eğitime erişim engelleri ve devletin denetim yükümlülüğü haberlerde yer bulmuyor. Oysa çocukların tarımda, sanayide ya da hizmet sektöründe aile bütçesine katkı sunmak zorunda bırakılmaları; eğitim hakkının gasbedilmesi ve erken yaşta fiziksel, psikolojik ve sosyal risklere maruz bırakılmaları anlamına geliyor. Benzer biçimde kadın emekçiler de düşük ücret, bakım yükü, güvencesizlik ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı altında yaşamlarını sürdürürken, medya bu gerçekliği çoğu zaman yüzeysel ifadelerle geçiştiriyor.
 
Normalleştirmeye yol açan dil
 
Bu tablo içerisinde kadın ve çocukların ölümü giderek “normalleşmiş” bir olguya dönüşüyor. Ana akımın sıradanlaştırıcı dili, her gün tekrar eden kayıpları görünmez kılıyor; sorumluluk zincirini ise belirsizleştiriyor. Oysa yaşanan her kayıp, yalnızca işverenlerin değil; denetim mekanizmalarını işletmeyen devletin ve sessiz kalan toplumun ortak sorumluluğudur. Ancak medya, hakikati açığa çıkarmak yerine çoğunlukla “yangın”, “kaza” ve “olay” gibi ifadelerle suçun sistematik niteliğini perdelemeyi sürdürüyor.
 
Sorunları perdeleyen bir yayıncılık 
 
Bu görünmezleştirme pratiğinin en güncel örneği, birkaç gün önce Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde yaşanan yangın oldu. Ravive 8 Kozmetik parfüm dolum işletmesinde çıkan yangında 3 çocuk, 3 kadın ve bir erkek yaşamını yitirdi; 6 kişi yaralandı. Olayın ardından birçok kurum çalışanı açığa alındı; iş yeri sahibi K.O. ve vardiya amirlerinin de aralarında bulunduğu 11 kişi gözaltına alındı, 7’si tutuklandı. Ancak tüm bu gerçeklere rağmen ana akım medya yine yapısal sorunları perdeleyen bir çerçeve kurdu. Çocuk yaşta çalıştırılma neredeyse hiçbir haberde adlandırılmadı; kadın emeği sömürüsü geri plana itildi; sorumluların kim olduğu başlıklarda yer bulmadı.
 
Toplumsal olayların medyaya yansıması
 
Bu katliamlar bireysel değil; toplumsal, politik ve sistematik sorunlardır. Medyanın kullandığı dil, yaşananlara ilişkin toplumsal algıyı doğrudan belirler; failleri görünür kılabilir ya da tamamen görünmezleştirebilir. Bu nedenle medya, Dilovası’nda kadın ve çocukların yaşamını yitirdiği katliamı aktarırken yalnızca bir olayı değil, sömürü düzeninin ortaya çıkardığı yapısal sonuçları haberleştirdiğinin bilinciyle hareket etmelidir. Medyanın bu sorumluluğu yerine getirip getirmediğini anlamak için, olayı nasıl çerçevelediğine bakmak yeterlidir.
 
Ana akımın katliamlar karşısındaki rutin refleksi: Görmezden gelme
 
Bazı medya organları olayı şu şekilde çerçeveledi:
 
*TRT Haber, “Kocaeli'de fabrika yangını: 11 gözaltı” başlığını attı. Oysa yangında 6 kişi yaşamını yitirdi ve çok sayıda yaralı vardı. Bu başlık, ölümleri geri plana iterek katliamı görünmez kılıyor.
 
*Hürriyet, “6 kadın yaşamını yitirdi” diyerek durumu aktardı; ancak yaşamını yitirenlerin 3’ü çocuktu. Çocuk yaşta çalıştırılmanın suç olduğuna dair hiçbir vurgu yapılmaması, suçu görünmez kılıyor.
 
*Milliyet, “6 kişi yanarak can verdi” ifadelerini kullandı. Bu dil hem etik dışı hem de travmatik; haberi pornografikleştiriyor, acıyı büyütürken sorunu perdeleyen bir etki yaratıyor.
 
*NTV, haberi “iş kazası” olarak çerçeveledi. Bu, ihmal zincirini ve yapısal sorumlulukları örtbas eden bir yaklaşım.
 
*Sivas Gazetesi, “Trajik yangın” diyerek olayı sıfatlarla derecelendirdi; acıyı hafifleten ve yapısal niteliği görünmezleştiren bir başlık kullandı.
 
*Alparslandiyarı, magazinleştirilmiş bir dille “vahim yangın” tanımını tercih ederek gerçeğin ağırlığını perdeledi.
 
Ana akımda ‘ihlali olağanlaştırmak’
 
Yukarıdaki örnekler, medyanın insan hayatını nasıl değersizleştirdiğini açıkça ortaya koyuyor. Çocuk yaşta çalıştırılmanın yaygın olduğu, kadın emeğinin baskı altında tutulduğu ve denetimsizliğin sistematik bir sorun olduğu bir düzlemde, medya bu ihlalleri ya dışarıda bırakıyor ya da tali ayrıntılara indiriyor. Bu yaklaşım, hem kamu yararını hem de haberin doğruluğunu zedeliyor. Yumuşatıcı sıfatlarla kurulan haber dili ise katliamları sıradanlaştırarak toplumsal algıda tehlikeli bir “normalleşme” yaratıyor. Böylece iş cinayetleri ile kadın ve çocuk ölümleri, sömürü düzeninin sistematik sonuçları yerine sanki olağan vakalarmış gibi sunuluyor.