Hem hastalığa hem de gelenekselliğe direndi

  • 09:07 4 Mart 2024
  • Yaşam
 
 
Şehriban Aslan
 
AMED - Yıllarca hem toplum hem devlet baskısına maruz bırakılan Aygül Atsız, “Yaşadıklarımdan ötürü meme kanseri oldum. 17 kez kemoterapi, bir ay boyunca da radyoterapi gördüm” diyerek yaşadığı tüm zorluklara rağmen pes etmediğine dikkat çekiyor.
 
Kadınların verdiği yaşam mücadelesi, Kurdistan’daki kadınlar için daha da zorlu bir süreç oluyor. Kadınlar Kurdistan’da sadece aile ve toplum değil aynı zamanda Kürt oldukları için devlet baskısı baskısıyla da erken yaşta karşı karşıya kalıyor. Bunun örneğini Mûş’un Eğirmeç köyünde doğup büyüyen Aygül Atsız’ın yaşam hikâyesinden görmek mümkün. Erken yaşta evlendirilen Aygül, hayatın zorluklarıyla erken yaşta tanıştığını ve devletin baskısından kaynaklı da göç yollarına düştüklerini anlatıyor.
 
‘Küçük yaşta evlendirildim’
 
“Yaşamımda neler oldu derseniz” diye derin bir iç çekip konuşmasına başlayan Aygül, “Köyde doğdum ve köydeki işlerin ne kadar ağır olduğunu herkes biliyor” diyor. Tütün ve hayvancılık ile ilgilendiklerini söyleyen Aygül, “Tabi işler bununla sınırlı değildi. Babam çok ağır işler yapmama izin vermiyordu ama evin tek kız çocuğu ben olduğumdan 8 erkek kardeşime de ben baktım. Kardeşlerimi ben büyüttüm. Okula gitmek istiyordum ama annem kardeşlerime bakacağım diye okumama izin vermedi. Yine ben daha 12 yaşındayken beni istemeye geldiler, 18 yaşında da evlendirildim. Kendi köyümden başka köye gittim. Gittiğim köyde daha ağır işler yaptım” diye ekliyor.
 
‘Her adımımı takip edeceklerini söylediler’
 
Aygül evlendikten bir ay sonra eşi askere gidiyor, 1 yıl 6 ay sonra dönüyor ve evden çıktıktan sonra bir daha eve gelmiyor. Bu süreçte eşinin ailesiyle 4 yıl kalan Aygül’ün eşi 4 yıl sonra tutuklanıyor. Devletin sürekli evlerine baskın yaptığını kaydeden Aygül, “Devlet sürekli evimizi basıyordu, işkence yapıyordu. 92 yılında yine evlere baskın yapıldı ve evler yakıldı. O zaman çocuğum da vardı. Evlerimizi yaktıktan sonra, Mersin’e göç ettik” sözlerine yer veriyor. Baskının burada da sürdüğünü ve takip edildikleri için yer değiştirdiklerini dile getiren Aygül, “Kendi evimize döndük tekrardan. Akşam 19.00 gibi eve baskın yaptılar ve gece 01.00’e kadar kaldılar. Sonra beni gözaltına alacaklarını ve eşim teslim olana kadar bırakmayacaklarını söylediler. Çocuğumu da yanıma almak istedim ama kabul etmediler, ısrarımı görünce kapı önünde polislerden biri tokat attı bana, her adımımı takip edeceklerini söyleyip gittiler. Ertesi gün eşim Mersin’e geldi, çocuğu görüp İstanbul’a gidecekti. Fakat o gün de takip edildiğimi fark edince eşimin yanına gidemedim. Kısa süre sonra İstanbul’da iki akrabamızla birlikte tutuklandılar” diyor.
 
‘Siyah saçlarım cezaevi kapılarında beyazladı’
 
Aygül, bir süre Mersin’de kaldıktan sonra köye dönmek zorunda kaldıklarını fakat köyde de her açıdan zorlandıkları için Mersin’e geri döndüklerini paylaşıyor. Aygül, “Henüz oğlum 5 yaşında olmasına rağmen, okula gönderdim. Başta aile kabul etmedi fakat mecbur kaldım. Daha sonra eşimin mahkeme süreci başladı ve bugün yarın bırakılır diye diye 16 yıl geçti. 16 yıl sonra da mahkeme eşime 36 yıl hapis cezası verdi. Maddi anlamda geçimi sağlamak zorundaydım. Düşe kalka, zorlanarak, el işi yaparak oğlumu büyüttüm, okula gönderdim ve bu yaşa kadar getirdim. Çok zorluk çektik. En büyük zorluk da cezaevi kapılarında siyah olan saçlarımı beyazlatmak oldu. Sevdiklerimiz içeride zorluk yaşayıp baskı görürken, bizler de dışarıda bu zorluğu yaşıyorduk. Fakat her şeye rağmen dik durmaya çalışıyorduk” mesajını veriyor.
 
17 kere kemoterapi gördü
 
Amed’e 12 yıl önce yerleştiklerini belirten Aygül, büyük zorluklarla, sıfırdan bir hayat kurduklarını söylüyor. Yeniden başladığı hayatta toparlanma aşamasına geldiklerini fakat sonradan meme kanseri teşhisi konulduğunu kaydeden Aygül, “Bu hastalığımdan kaynaklı birkaç yılım hastanelerde geçti. Başta teşhis konulamadı, farklı şehirlerde farklı doktorlara da göründüm ama bir türlü net bir tanı konulmadı. Son olarak da meme kanseri olduğumu öğrendim. İlk olarak ameliyat oldum, akabinde başka bir hastaneye naklim yapıldı ve orada 17 kez kemoterapi, bir ay boyunca da radyoterapi gördüm. O süreç hem zorlayıcı oldu benim için hem de çok sancılı geçti. Elbette ki bu durumlarda manevi boyut önem kazanıyor. Yakın, dost, tanıdıklarımız vardı yanımızda, o süreçte destekleri için minnettarım. Fakat ne olursa olsun insan kendi ailesini yanında görmek istiyor. Bunun olmaması da insanı üzüyor” diyerek yaşadıklarını anlatıyor.
 
‘Feodal bir ortamda ayaklarımın üzerinde durabildim’
 
“O kadar zorluğa ailelerin yanlış yaklaşım ve hakaretlerine rağmen bir Kürt kadını olarak özellikle de Serhat gibi kapalı, geleneksel, feodal bir ortamda bile her anlamda ayaklarım üzerinde durabildim” diyen Aygül, son olarak şunları ekliyor: “Bu konuda başım dik, irademin peşinden gittim her daim. Ve kadınlara şunu söyleyebilirim; kadınlar kendi güçlerinin bilincinde olup, kendilerini bir erkeğe bağlamamalılar. Kadınlar erkeklerin iradeleriyle ayakta kalmıyorlar. Kadın istedikten ve kendi iradesinin peşinde olduktan sonra her şeyi başarabilir. Kadın da erkek de birdir, ikisi de 9 ay anne karnında kalıp doğuyor. Ama erkekler kadınları kendi kölesi, esiri olarak görüyor ve bu da kadınların bilincinde kalıplaşmış.”