Yeniden inşada çok kültürlü yapı korunmalı!

  • 09:02 9 Ekim 2023
  • Ekoloji
 
Melike Aydın
 
HATAY - Yeniden inşa sürecinde Hatay’ın çok kültürlü yapısının korunması gerektiğini belirten Mimarlar Odası Hatay Şubesi Başkan Yardımcısı Mimar Nurşen Avat Büyükaşık, şeffaf, katılımcı ve bilimsel bir planlamanın yapılması  gerektiğini vurguladı. 
 
6 Şubat'ta meydana gelen Mereş merkezli depremde Hatay’da resmi rakamlara göre 22 bini aşkın yurttaş hayatını kaybederken şehrin hafızasının ve çok kültürlü dokusunun bir parçası olan mimari de ağır hasara uğradı. Bir yandan yıkım ve moloz kaldırma işlemleri devam ederken diğer yandan hayatını idame etmeye çalışan Hatay halkı kentin kimliğini oluşturan çok kültürlü dokunun da korunmasını istiyor. 
 
Mimarlar Odası Hatay Şubesi Başkan Yardımcısı Mimar Nurşen Avat Büyükaşık, konuya ilişkin değerlendirme yaptı. 
 
‘Deprem öncesindeki endişeler deprem sonrası arttı’
Hatay halkının deprem öncesinde kentle ilgili alınan kararlarda yaşadıkları endişelerin deprem sonrası daha da arttığını ifade edem Nurşen, TMMOB ve Mimarlar Odası olarak bu endişelerini çok kez dile getirdiklerini, yıllarca gündemde tuttukları bazı konularda da itirazlarda bulunduklarını belirtti. Nurşen, “Kent bilincinin yerleşmesi ve bilinçle birlikte kentte eşsiz kültürün yaşanıyor olması çok değerli. Bizim öncesinde de mücadelemiz vardı. Artık burada yaşam mücadelesi veriyoruz. Ancak 6 Şubat’tan sonra her alanda mücadelemiz devam ediyor” dedi.
 
‘Mimari ile birlikte bir yaşam vardı’
 
Depremden önce farklı kültürlerin kendi sınırları içinde birbirine dokunmadığı şeklinde değil de iç içe geçmiş doğallığıyla yaşanan bir hayatın bulunduğunu belirten Nurşen, Hatay’daki mimari dokuyu da bu birlikte yaşam kültürün oluşturduğunu ifade etti. Nurşen, “Binalar şuan görüldüğü gibi betonlarla yapılmıyor. İnsanlar kendi yaşamlarını oluşturan hassasiyetleri neyse onu mimari dokuya da yıllar içinde getirmiş oluyorlar. Ne burada ki yaşam, ne de kültür dokusu tek bir neslin ürünü değil. Bizi diğer illerden de ayrı tutan bu yaşam kültürün eşsizliği ve mimari yapıya birlikte huzur içinde yaşıyor olmalarıydı. Mimari doku kültürü yarattı, kültür mimari dokuyu yaptı diye ayrım yapmamız mümkün değil. Yaşamın güzelliğinden, kültüründen oluşan bir miras vardır. Bu mirasta restore edilmiş yerler de turizme dönük yapılmış yerler de vardı. Ama orada sadece turizm yoktu, bir yaşam vardı. Orada fırın, kahvehane vardı, kaldırıma bırakılmış iki sandalye vardı. Yani oradaki mimari ile bir yaşam vardı” ifadelerini kullandı. 
 
‘Eskiden olduğu gibi değil, daha planlı ve şeffaf bütüncül kent planlaması’
 
En çok endişelenilen şey olan Hatay’daki birlikte yaşam kültürünün kaybolmaması inancıyla mücadele ettiklerini dile getiren Nurşen, yurttaşların “Eski Antakya’yı istiyoruz” şeklindeki taleplerinin de bu kültüre duyulan özlemi ifade ettiğini belirtti. Nurşen, şunları belirtti: “Deprem öncesi Antakya, Defne, Samandağ, Kırıkhan, İskenderun çok hasar olan yerlerde asıl isteğimiz bu yaşam kültürü ile birlikte yeniden ayağa kalkmak. Yoksa planlamalarda çok eksiğimiz vardı. Deprem sonrası daha çok güçlü bir şekilde havaalanı, kamu binalarının durumu bir takım restorasyon çalışmaları gündeme geldi. Bunların eskide kaldığı gibi değil daha bilimsel, planlı yöntemlerle daha katılımcı şeffaf ve bütüncül bir kent planlaması bizim mücadele ettiğimiz başlıca konuydu. Bu kadar yıkımdan sonra böyle bir imkanımız var. Eskiden kent hayatını direk etkileyen planlamadaki yanlışları aksamaları yeniden yapmak istemiyoruz. Antakya’yı daha bilimsel disiplinlerin bir araya geldiği, bütüncül planların bir araya geldiği yaşamı ayağa kaldıran bir mücadelenin içerisinde olmalıyız diyoruz.” 
 
‘Oda tescilli ve tescile değer görülecek binaların takibini yapıyor’
 
 
Kent dokusunda 580’den fazla sit alanında tescili bina bulunduğunu, bunların üçte birinin yıkılmış veya ağır hasarlı, kimisinin de az hasarlı olduğunu kaydeden Nurşen, enkaz kaldırma çalışmalarının ise hala devam ettiğini belirtti. Yaşam kültürünü oluşturan dokunun kaybedilmemesi ve çalışmaların daha hassas yapılması için takipte olduklarını dile getiren Nurşen, devamla “Bir takım enkazlar kaldırıldı. Dışarıdan bakınca enkaz olarak görünüyor ama onlar buranın dokusu. Dolayısıyla kaldırılırken daha hassas olunmalı. Anıt niteliğinde bir takım camiler, kiliseler koruma altına alındı. Onun dışındaki tescili olan binaların enkazının kontrollü bir şekilde kaldırıldığı iddia ediliyor. Biz de takipteyiz. Yerel danışma kurulunun kurulması için mücadelemiz oldu ve kuruldu. Bu Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bilim kurulu meslek odalarıyla birlikte bir koordinasyon kurulu kuruldu. Bundan sonra binalar ada bazında değil tek tek değerlendirildi. Tescile değer görülecek olan binaların da tespit edildiği bir süreç devam edecek. Zararın neresinden dönersek diye devam edeceğimiz bir süreç olacak. Tabi tescilli binaların aralarına girmiş olan o dokuyu oluşturan binaların da ruhunun korunması gerektiği anlayışı olması bu süreci kent planlamasıyla birlikte değerlendirip bu sürecin içinde olmayı hedefliyoruz” dedi.
 
‘Deprem sonrası elde edilen veriler yapım sürecine dâhil edilmesi konusu’
 
Burada yüzyılın felaketi diye adlandırılan depremin yalnızca eski binalarda değil, yeni binalarda da yıkımlara neden olduğunu belirten Nurşen sonrada fotoğraflarına bakıldığında anlamlandıramadıkları sonuçlara rastladıklarını ifade etti. Nurşen, şunları dile getirdi: “Betonarme binalar hiç bu kadar test edilmemişti. Tescilli bazı binalarda da anlam veremediğimiz yıkımlar oldu. Kimisi yanlış restorasyon kimisi de zeminle ilgili. O yüzden bu deprem sonrasında çıkardığımız sonuç tek bir noktada değil, birçok noktada yeni binalarla bağlantılı olarak, yalnızca zemin değil, yalnızca statik hesap, işçilik hatası değil, bunlarla beraber tamamen bir envanter çalışması ile elimizde çok veri olacak. Önemli olan bundan sonraki süreçte bu verilerin hem projeler hem yapım sürecine dahil edilmesi konusunda olacak.” 
 
‘Şeffaf, katılımcı bilimsel ve odaların dâhil edildiği bir planlama’
 
Bir kentin gelecek vizyonunu belirlerken, bütüncül bir planlama anlayışı ile bilimsel yöntemlerle yaklaşılması gerektiğinin altını çizen Nurşen, Hatay'daki fay hatları, dere yatakları, arkeolojik ve doğal sit alanları gibi özelliklerini göz önüne alınması gerektiğini de ifade etti. Nurşen, “Bizim en çok yaşadığımız endişe de mülkiyetle birlikte bir takım planlama anlayışların yapılması. Bu konuda tek bir sorun yok. Ama halka iyi izah edilerek halkın kendisinden özverili davranmasını beklerken de bu planlamanın ne kadar önemli olduğunu anlatan bir süreç olmalı. Deprem öncesinde de söyledik, şeffaf katılımcı bütüncül ve bilimsel bir planlama anlayışı olmalı. Buradaki planlamada, burada yaşayan insanların belirsizliklerden kaynaklı endişeleri var, bundan sonraki yaşamı nerede nasıl yapacaklarına ilişkin. Tabi ki şeffaf katılımcı ve bilimsel verilerin alınacağı meslek odaları ile görüşerek bir planlama anlayışı yürütülmelidir. Depremin ikinci gününde bu yana TMOB olarak buradayız bir takım eleştirilerimizi ve değerlendirmelerimizi süreç içerisinde yapıyoruz” şeklinde konuştu. 
 
‘Bu kadar çok ölmeyebilirdik’
 
Kent planlamasına dair sıkıntıların deprem öncesinde de her defasında oda olarak eleştirilerinin olduğunu depremde de bu sıkıntıların ne kadar önemli olduğunun ortaya çıktığını dile getiren Nurşen, son olarak şöyle dedi: “Hastanelerin, havaalanı, kurutulan göl, Belen Geçidi’nin dar olmasına dair bütün bu sıkıntıları o kadar bire bir yaşadık ki planlamada doku gibi görünen şeyin insan konforunu nasıl etkilediğini gördük. Konforun ötesinde yanlış alınan kararlarla biz burada çok öldük. Bu kadar çok ölmeyebilirdik, geleceğimize daha güvenle bakabilirdik. O yönü ile planlama çok önemli. İnsan odaklı olmalıydı. Geleceğe dönük bilimsel verileri kullanmadan bir planlama anlayışı bizim zaten rutin hayatımızda sıkıntılar yaşatırken kriz anında ne kadar önemli olduğun bir kez daha yaşamış olduk. Bundan sonra geleceğe bırakacağımız bir Hatay’ı daha insan odaklı ve bilimsel planlarla geleceğe bırakmak için mücadele ediyoruz.”