Kürdistan’da çocuk olmak...

  • 09:28 20 Kasım 2024
  • Güncel
Öznur Değer
 
WAN - Kürdistan’da çatışma ortamında büyüyen çocuklarda yaratılan psiko-sosyal etkileri değerlendiren Psikolog Figan Kepenek, “Barış süreçlerinin başlatılması ertelenemez bir zorunluluktur. Çocuklar, politik çatışmaların hedefi değil barışın ve geleceğin öznesi olmalıdır. Asimilasyon, kimliksizleştirme ve hafızasızlaştırma politikalarıyla çocuklar üzerinden itaatkar, sorgulamayan birey ve kendi kimliğine yabancılaşmış toplum yaratılmaya çalışılıyor” dedi.
 
Dünyada derinleşen çatışma hali tüm insanları etkisi altına alırken, savaştan en çok çocuklar etkileniyor. Çocukların en temel hakları olan yaşam haklarının dahi ihlal edildiği dünyada, her geçen saniyede bir çocuk ölüm riski taşıyor. Dünyadaki çocuklar güvensiz bir ortamda büyürken, bu durum Orta Doğu ve Kürdistan’da yetişen çocuklar için daha derin boyutlarda yaşanıyor.
 
Dünyada çocuk olmak zorken, savaşın yıllardır sürdüğü Kürdistan’da çocuk olmak ise daha zor. Kürdistan’da çocuk olmanın zorluğu karşımıza taciz, tecavüz, katliam gibi olaylarla çıkıyor. 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde de Kürdistan’daki çocuklar en temel hakları olan yaşam hakkı tehdidi ile karşı karşıya bırakılıyor.
 
Asimilasyon politikaları
 
Kürdistan’da büyüyen çocukların doğduktan sonra devlet tarafından ilk maruz kaldığı şeylerin başında asimilasyon politikası geliyor. Özellikle aileden ayrılarak sosyal çevre ile bütünleşmeye başladığı yaş aralığında asimilasyon ile karşı karşıya kalan çocuklar, en çok okulda buna maruz kalır. 90’lı ve 2000’li yıllarda okullarda uygulanan asimilasyon politikaları ile çocuklar dilinden, kültüründen ve kimliğinden edilmeye çalışıldı. Ana dillerinde eğitim göremeyen çocuklar yabancısı oldukları bir dil ile eğitim görmeye başlayarak ilk çelişkisini yaşamaya başladı. Anne ve babası Türkçe bilmeyen çocuklar zamanla Kürtçe konuşamaz hale gelerek kimliksizleştirildi veya egemen kimliğinin aşılanmasıyla yeni bir kimlik kazanmaya başladı. Bu asimilasyon politikalarının en sık ve yoğun yaşandığı alanların başında okullar geliyor. 90’larda Kürdistan’a Kürt olmayan öğretmenler atanarak, onlara çocukları asimile etme, dilinden, kültüründen uzaklaştırma görevi verilirken, çocuklar zamanla dayatılan politikaların etkisiyle kimliğini unutma tehdidiyle karşı karşıya kaldı.   
 
Çocuklar özel savaşın hedefinde
 
Kürdistan’da 90’lı yıllarda fiziken imha edilen çocuklar, 21’nci yüzyılda gelişen kapital ve teknolojik çağ ile zihnen imha edilmeye başladı. Katletmenin yanı sıra dayatılan özel savaş politikalarıyla hafızasızlaştırılmaya çalışılan çocuklar, farklı kimliklerin dayatılmasıyla özel savaşın en çok hedef aldığı kesimi oluşturuyor. Uyuşturucu ve fuhuş ile “uyuşturulmaya” çalışılan çocuklar üzerinden yeni bir toplumsal dizayn oluşturulmaya çalışılıyor. Özellikle Kürdistan kentlerinde uyuşturucu kullanım yaşının 8’e kadar düşmesi bunun en önemli göstergelerinden.
 
Toplumsal çürüme ve ahlaki yozlaşma aile üzerinden yürür
 
Özel savaşın uyuşturucu ve fuhuş gibi en yaygın politikalarının yanı sıra Kürdistan’da çocuklar tacize, tecavüze, katliama ve kaybedilmeye maruz kalıyor. Özellikle devletin üniformalı memurları üzerinden yapılan uygulamalar, cezasızlıkla pekişerek toplumda yaygınlık kazanmaya başlıyor. Yanı sıra toplumsal çürümeyi ve ahlaki yozlaşmayı amaç edinen özel savaş politikaları, bunu aile normları üzerinden hayata geçirerek çocukları zihnen ve bedenen imhaya sürükler.  
 
Savaş ve çatışma ortamlarında büyüyen çocuklar en temel haklarından olan eğitim, sağlık, ekonomi, sosyo-kültürel yaşam gibi haklardan faydalanamazken, savaşın yarattığı travmaların gölgesinde büyümeye devam eder.
 
Psikolog Figan Kepenek, savaş ve çatışma ortamının merkezlerinden olan Kürdistan’da yaşayan çocuklarda gelişen psiko-sosyal duruma ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Çocuklar, çatışmaların değil barışın öznesi olmalı’
 
Savaş ve çatışma bölgelerinde çocukların yaşam hakkının, savaşın en acımasız ihlallerine sahne olduğunu vurgulayan Figan Kepenek, Kürdistan’da çocukların, doğrudan şiddet, zorunlu göç, yoksulluk ve sistematik olarak kültürel kimliklerinin baskılanmasıyla çok katmanlı bir travma yaşadığının altını çizdi. Savaş ve çatışma ortamının çocukların fiziksel varoluşlarını tehdit ettiğini belirten Figan Kepenek, “Eğitimden mahrumiyet, kültürel kimliklerinin yok sayılması ve sağlık hizmetlerine erişimsizlik gibi sonuçlar doğurmaktadır. Bu ihlaller çocuklar üzerinde kısa vadede ağır, travmatik etkiler yarattığı, uzun vadede ise toplumsal dışlanmaya, yoksulluk döngüsüne ve kimlik krizine neden olduğu açıktır. Çocuklar, savaşın yarattığı güvensizlik ortamında sadece fiziksel değil, psikolojik bir yıkım da yaşamaktadır. Savaş ve çatışma ortamlarında çocukların yaşam hakkı ihlalleri, yalnızca bir insani kriz değil, aynı zamanda bilinçli bir politik şiddet stratejisinin sonucudur. Çatışmaların devam etmesi, bu ihlallerin sıradanlaşmasına ve çocukların görünmez olmalarına neden olmaktadır. Barış süreçlerinin başlatılması, kültürel hakların tanınması ve savaş travmalarını hafifletmeye yönelik psiko-sosyal destek mekanizmalarının kurulması ertelenemez bir zorunluluktur. Çocuklar, politik çatışmaların hedefi değil barışın ve geleceğin öznesi olmalıdır” şeklinde konuştu.
 
‘Savaş ortamı çocukların psikolojisini derinden etkiler’
 
Savaş ve çatışma ortamının, çocukların psikolojisini derinden etkileyen bir travma kaynağı olduğuna dikkat çeken Figan Kepenek, bu ortamda büyüyen çocukların, sürekli olarak ölüm korkusu, ayrılık, kayıp ve güvensizlik duygularıyla yüzleştiğini belirtti. Savaşın yarattığı kaotik atmosferlere değinen Figan Kepenek, “Çocukların temel güven duygusunu zedeler ve dünya ile ilişkilerini şekillendiren en önemli kavram olan ‘güvenli bağlanma’ süreçlerini bozar. Aile üyelerinin kaybı ya da zorla göç gibi durumlar, çocuklarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) belirtilerini tetikler. Bu belirtiler arasında kabuslar, geçmiş olayı tekrar yaşıyormuş gibi hissetme, yoğun korkular ve sürekli tetikte olma hali öne çıkmaktadır. Çocuklar, bu şiddet ortamında sürekli bir ‘savaş ya da kaç’ modunda yaşar. Bu durum, beynin duygusal işleme merkezini aşırı aktif hale getirirken, öğrenme ve rasyonel karar verme süreçlerinde kritik rol oynayan bölümün gelişimini olumsuz etkiler. Bu nedenle, savaşın içinde büyüyen çocuklarda dikkat eksikliği, öğrenme zorlukları ve davranışsal sorunlar sıkça görülür. Ayrıca, sürekli şiddet ve ölümle karşı karşıya kalan çocukların, duygusal dayanıklılık geliştirme kapasiteleri zayıflar, bu da onları uzun vadede depresyon ve anksiyete bozukluklarına yatkın hale getirir. Savaşın en büyük etkilerinden biri de çocukların duygusal ve sosyal gelişimlerini sınırlandırmasıdır. Çocuklar, insan ilişkilerinde sağlıklı sınırlar kurma, empati geliştirme ve çatışmalarla yapıcı bir şekilde başa çıkma becerilerini kaybeder. Ayrıca, travma yaşayan çocuklarda sıkça gözlemlenen ‘duygusal uyuşma’ hali, onların sadece olumsuz değil, olumlu duyguları da hissetmelerini engeller. Bu durum sosyal ilişkilerde izole olmalarına yol açabiliyor. Bu psikolojik sonuçlar, bireysel bir travma olmanın ötesinde toplumsal bir kriz yaratır. Kolektif bir çatışma ortamında büyüyen çocuklar, bir toplumun gelecekteki barış inşa sürecinde önemli bir potansiyele sahipken, bu travmalar onları dışlanmış, öfkeli ve kopuk bireyler haline getirme riski taşır” sözlerine yer verdi.
 
‘Çocukların tecavüz ve katliamlara uğraması yok etme stratejisidir’
 
Çocukların taciz, tecavüz ve katliamlara maruz kalmasının, sistematik bir baskı ve yok etme stratejisinin açık bir göstergesi olduğuna işaret eden Figan Kepenek, bu tür ihlalleri durdurmak ve çocukların korunmasını sağlamanın politik bir sorumluluk ve ahlaki bir zorunluluk olduğunun altını çizdi. Figan Kepenek, “İlk olarak, yerel ve uluslararası izleme ve yaptırım mekanizmalarının güçlendirilmesi gereklidir. Çocuklara yönelik ihlalleri belgelemek, suçluları uluslararası hukuk çerçevesinde yargılamak ve bu suçların cezasız kalmasını engellemek için etkin bir mekanizma oluşturulmalıdır. Özellikle Birleşmiş Milletler ve Çocuk Hakları Komitesi gibi uluslararası kurumları çatışma bölgelerinde daha aktif bir rol üstlenmesi için bir baskı mekanizması oluşturulmalı. Taciz, tecavüz ve diğer şiddet türlerine maruz kalan çocukların rehabilitasyonu için sivil toplumda ve yerel yönetimlerde kapsamlı bir psiko-sosyal destek programı oluşturulmalıdır. Bu programlarda travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, kaygı bozuklukları ve davranışsal sorunlarla başa çıkabilmeleri için çeşitli terapi yaklaşımlar uygulanabilir. Bu süreçte ailelerin de desteklenmesi, çocukların hem iyileşme sürecinde önemli bir rol oynayacaktır hem de bütüncül bir katkı sağlayacaktır. Çocukların rehabilitasyonu yalnızca kısa vadeli bir hedef olmamalıdır. Bu süreç, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerini de kapsayacak şekilde uzun vadeli bir izleme ve destek planı ile sürdürülmelidir. Psikolojik destek hizmetlerinin sürekliliği, çocuklar için kritik öneme sahiptir” diye belirtti.  
 
‘Asimilasyonla çocuklar üzerinden itaatkar toplum yaratılmaya çalışılıyor’
 
Dünya savaş tarihinde çocukların, otoriter rejimlerin ve iktidarların geleceği şekillendirme projelerinin merkezinde yer aldığını ifade eden Figan Kepenek, asimilasyon, kimliksizleştirme ve hafızasızlaştırma politikalarıyla çocuklar üzerinden itaatkar, sorgulamayan birey ve kendi kimliğine yabancılaşmış toplum yaratılmaya çalışıldığına vurgu yaptı. Bu politikaların amacının, çocukları yalnızca etnik, kültürel ve dilsel kimliklerinden koparmak değil, aynı zamanda onları politik ve sosyal açıdan pasif, sorgulamayan ve kolektif hafızasından uzak birer birey haline getirmek olduğuna işaret eden Figan Kepenek, “Bu uygulamalar, çocuklarda doğrudan psikolojik ve sosyo-kültürel sonuçlar doğurur. Anadilde eğitim hakkının gasp edilmesi, çocuğun dilsel ve bilişsel gelişimine çok ciddi zararlar vermektedir. Kolektif hafızadan koparılan bireyler, geçmişteki mücadele ve direniş pratiklerini öğrenemez bu da kaçınılmaz bir şekilde bir toplumun politik bilinç inşasını doğrudan zayıflatır. Bu durum, toplumu otoriter rejimler için kolayca manipüle edilebilir bir kitle haline getirir. Ancak çocukların kültürel ve dilsel kimliklerini koruyabilecekleri, tarihlerini öğrenebilecekleri ve kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir ortam sağlamak, bu politikaları boşa çıkaracak en önemli direnç noktası olacaktır” dedi.
 
‘Çatışma bölgelerindeki çocuklar travma ve güvensizlikle büyür’
 
Çatışma bölgelerinde büyüyen çocukların, diğer bölgelerde büyüyen akranlarından psikolojik, duygusal ve sosyal gelişim açısından belirgin farklılıklar gösterdiğini kaydeden Figan Kepenek, bu farklılıkların temelinde, savaş ve şiddetin sürekli bir tehdit olarak var olduğu ortamda şekillenen deneyimlerin yer aldığını dile getirdi. Çatışma bölgelerindeki çocukların, travma, kayıp ve güvensizlikle büyüdüğünü söyleyen Figan Kepenek, “Diğer bölgelerdeki akranları daha stabil bir çevrede duygusal ve sosyal becerilerini geliştirme şansına sahiptir. Çatışma bölgelerinde büyüyen çocukların en belirgin farklılıklarından biri, güvenlik duygularının zedelenmesidir. Yaşadıkları tramvatik deneyimler sonucunda çocukların dünyayı öngörülemez ve tehlikeli bir yer olarak algılamalarına yol açar. Bu durum, diğer bölgelerde büyüyen çocuklarda daha güçlü bir şekilde gelişen güvenli bağlanma süreçlerinin çatışma bölgelerindeki çocuklarda zayıf kalmasına neden olur. Bu da bireysel ve toplumsal izolasyona yol açabilir” diye belirtti.
 
‘Çatışma bölgelerindeki çocukların yüzde 70’inde TSSB görülür’
 
Travma sonrası stres bozukluğunun, çatışma bölgelerinde yaşayan çocuklarda yaygın bir durum olduğunu kaydeden Figan Kepenek, “Çatışmanın yoğunluğu, süresi ve çocuğun maruz kaldığı travmatik olayların sıklığına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Araştırmalar, savaş veya çatışma bölgelerinde büyüyen çocukların yaklaşık yüzde 30 ila yüzde 70’inde TSSB belirtileri görüldüğünü ortaya koymaktadır. Çocuklar bombalamalar, aile üyelerinin kaybı, zorunlu göç, fiziksel şiddet veya cinsel istismar gibi olaylara tanıklık ettiklerinde TSSB geliştirme riskleri çok daha yüksektir. TSSB, çatışma bölgelerindeki çocuklarda tekrarlayan kabuslar, travmatik olayı tekrar yaşıyormuş gibi hissetme yoğun korkular, uykusuzluk, öfke patlamaları, duygusal uyuşma ve sürekli tetikte olma hali gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu durum, yalnızca çocuğun psikolojik iyilik halini değil, aynı zamanda bilişsel becerilerini, sosyal ilişkilerini ve genel yaşam kalitesini de olumsuz etkiler. Travmaya maruz kalan bireylerin iyileşmesi failin ya da faillerin cezalandırıldığı toplumsal ve hukuksal adalete tanık olmasıyla da ilişkilidir. Adalet mekanizmalarının devreye girmesi ve bu ihlalleri gerçekleştirenlerin hesap vermesi, çocukların güven duygusunu yeniden kazanmasında kritik rol oynar. Dolayısıyla TSSB’nin çözümü, sadece bireysel tedaviler değil bunun ötesinde toplumsal ve politik bir dönüşüm gerektirir” ifadelerini kullandı.
 
‘Çocuklara yönelik ihlaller toplumun geleceğini farklı boyutlarda etkiler’
 
Çocuklara yönelik ihlallerin, toplumun geleceğini sosyolojik olarak çok farklı boyutlarda etkilediğinin altını çizen Figan Kepenek, “Travmatik deneyimlerle büyüyen çocuklar, bireysel seviyede sadece psikolojik sorunlar yaşamaz, aynı zamanda, toplumsal bağları ve kolektif bilinç/kolektif mücadele inşasını zayıflatan bir etken haline gelir. Bu ihlaller, toplumda sosyal kopukluk yaratarak bireyler arası dayanışma ve direnme gücünü zayıflatır ve toplumun ortak değerler etrafında bir araya gelme kapasitesini sınırlar. Toplum, barış ve uzlaşma yerine, kutuplaşma ve şiddetle şekillenen bir yapıya bürünür. Şu anki siyasi iklimin hedefinde de bu amaç yatmaktadır zaten. Bu nedenle, çocukların maruz kaldığı ihlaller, bir insan hakları sorunu olmanın ötesinde, sosyolojik bir krizin habercisi olduğuna da tanık olmaktayız” diye belirtti.
 
‘Çocukları öznel varlıklar olarak görecek politikalar üretilmeli’
 
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne değinen Figan Kepenek, bu günün çocukların haklarının korunması ve ihlallerin görünür kılınması için önemli bir fırsat olduğunun altını çizdi. Figan Kepenek son olarak şunları söyledi: “Çocukların yaşam, eğitim, sağlık ve korunma haklarının güvence altına alınması bir lütuf değil, devletlerin ve toplumların temel sorumluluğudur. Çatışma bölgelerinde yaşayan çocuklar için şiddetin sona erdirilmesi, güvenli alanların oluşturulması ve travmalarını iyileştirecek destek mekanizmalarının hayata geçirilmesi hayati önemdedir. Anadilde eğitim ve kültürel hakların tanınması, ekonomik adaletsizliklerin giderilmesi her çocuğun fırsat eşitliğiyle büyümesini mümkün kılar. Çocukları sadece korunmaya muhtaç bireyler olarak değil, hak sahibi öznel varlıklar olarak görmenin altını çizecek politikalar üretilmeli.”  
 
 
 

Etiketler:

Okumadan geçme!