'İstanbul Sözleşmesi iptal edildi, 6284 korunmalı'
- 09:03 25 Kasım 2024
- Güncel
Melike Aydın
İZMİR- İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesinin ardından şiddetin arttığını, uygulamalar ve politikalarla ataerkil cinsiyetçi bir rejimin inşa edilmeye çalışıldığını ifade eden Avukat Elif Musluoğlu, yürürlükte olan 6284 Sayılı yasanın korunması gerektiğini vurguladı.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir uluslararası hukuki metin olan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de imzalandı. Sözleşme, Nahide Opuz ve annesine yapılan saldırı sonucu annesinin katledilmesi ve kendisinin de yaralanmasına ilişkin önlem almadığı için Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıması sonrasında var olan yasal boşlukları ortadan kaldırmak ve devletleri bu yasaları uymaya mecbur etmek amacıyla kabul edildi. Ancak Türkiye, kadın mücadelesi sonucu ortaya çıkan sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle 1 temmuz 2021’de resmen ayrılmış oldu. Sözleşmenin kaldırılmasıyla kadına yönelik şiddet artarken sözleşmeye bağlı olarak Anayasa’da yer alan 6284 sayılı yasa da tehlike altında.
İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi Üyesi Avukat Elif Musluoğlu, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme konusu ve 6284 sayılı yasanın korunması için neler yapılabileceğine dair değerlendirmelerde bulundu.
Sözleşmenin ortaya çıkışı
2000’li yılların başında Avrupa’da kadın haklarına yönelik artan duyarlılık ve uluslararası baskının sonrasında Avrupa Konseyi’nin kadınlara yönelik şiddetle mücadele etmek amacıyla bir çerçeve oluşturma ihtiyacı hissettiğini belirten Elif Musluoğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin bir dönüm noktası olduğunu ifade etti. Türkiye’nin coğrafi ve kültürel olarak Avrupa ve Asya arasında köprü işlevi gördüğüne işaret eden Elif Musluoğlu, kadın hakları konusunda attığı adımların o dönemde Türkiye’nin uluslararası arenada daha güçlü bir imaj sergilemesine ve Batı ile ilişkilerini güçlendirmekte olduğunu belirtti. Bu sürecin Türkiye’nin kadın hakları alanındaki uluslararası taahhütlerini güçlendirme arayışı ile birleştiğini dile getiren Elif Musluoğlu, “Kadına yönelik şiddetle ilgili toplumsal farkındalığın artması, kadın hakları savunucularının ve sivil toplum kuruluşlarının etkisiyle birlikte, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasında belirleyici bir faktör olmuştur. Bu toplumsal baskı, hükümetin sözleşmeyi imzalamasında önemli bir rol oynamıştır” diye belirtti.
Türkiye’de neden uygulanmadı?
İktidarın sözleşmeyi zamanla aile değerleriyle çeliştiği, bazı hükümet yetkililerinin, sözleşmenin toplumsal normları olumsuz etkilediğini ve "aile yapısını" zedelediğini iddia ettiğini hatırlatan Elif “İktidar, geleneksel aile yapısını ve patriarkal normları savunan bir söylem benimsemiş, bu bağlamda cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konularında eleştirilerde bulunmuştur. Bu ideolojik yaklaşım, İstanbul Sözleşmesi’nin gözden düşmesine katkıda bulunmuştur. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını uygulamak yerine, aile odaklı ve geleneksel normları ön plana çıkaran politikalar geliştirilmiştir. Bu durum, sözleşmeye olan desteğin azalmasına neden olmuştur. Türkiye’deki muhafazakâr kesimlerin, özellikle dini ve kültürel değerleri ön planda tutan grupların sözleşmeye karşı duruşu, iktidar üzerinde etkili olmuştur” sözlerine yer verdi.
‘Sözleşmeyi savunanlar hedef alındı
Kadın hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşlarının sözleşmenin korunması için kampanyalar yürüttüğünü ancak iktidarın sözleşmeyi hedef alan söylemlerini arttırdığını, sözleşmeyi savunan gruplara olumsuz tutum sergilendiğini kaydeden Elif “Medyada sözleşmeye yönelik eleştirilerin artması, toplumsal algıyı etkilemiş ve özellikle daha muhafazakâr görüşlere sahip olan kitleler arasında İstanbul Sözleşmesi’ne karşı bir tepkisel durum oluşturmuştur. Bu durum, iktidarın sözleşmeden çıkma kararını güçlendiren bir etken olmuştur” şeklinde ifade etti.
Hukuki ve kurumsal yetersizlikler
“Mevcut yasaların etkin bir şekilde uygulanmaması, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir engel teşkil etmektedir” diyen Elif Musluoğlu, şöyle devam etti: “6284 sayılı yasa da aynı şekilde, kadına yönelik şiddeti önlemek için önemli bir çerçeve sunsa da, bu yasanın uygulanması için gerekli kaynaklar ve eğitim yetersiz kalmaktadır. Yerel yönetimlerin bu konuda yeterince donatılmamış olması, uygulama eksikliklerine yol açmaktadır.”
‘Şiddet failleri güçlendi’
Sözleşmeden çıkılmasının şiddet faillerinin güçlenmesine yol açtığını ifade eden Elif Musluoğlu, Ceza yargısında zayıflığın oluşarak kadına yönelik şiddet suçlarıyla ilgili hukuki mekanizmaların etkinliğinin azaldığını ifade etti. Elif Musluoğlu, kadınların korunması yönünde verilen kararların sayısının düştüğünü dile getirdi. Bu durumun, faillerin ceza alma korkusunun azalmasına ve dolayısıyla daha fazla şiddet eyleminde bulunmalarına neden olduğunu ekleyen Elif Musluoğlu, “Toplumsal algı da değişiyor. Sözleşmeden çıkılması, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran söylemlerin artmasına yol açmıştır. Özellikle devlet yetkililerinin şiddeti ‘aile içi bir mesele’ olarak tanımlayan açıklamaları, şiddeti normalleştirici bir etki yaratmaktadır. Bu durum, kadınların yaşadığı şiddeti dile getirmelerini zorlaştırmakta ve toplumsal baskıyı artırmaktadır” dedi.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği pekişti
Yasanın uygulamalarındaki değişikliklerine dikkat çeken Elif Musluoğlu, yasal düzenlemelerde geri adımlar atıldığını, 6284 sayılı yasanın uygulanmasında, yeterli koruma tedbirlerinin alınmaması ve hukuki süreçlerin zayıflaması sonucunda kadınların haklarını kullanmasının güçleştiğini ifade etti. Ataerkil yapıların yeniden üretildiğini belirten Elif Musluoğlu, “Çıkış sonrası, geleneksel cinsiyet rollerinin ve aile içi şiddeti normalleştiren söylemlerin toplumsal alanda daha fazla yer bulması, kadının toplumdaki konumunu zayıflatmış ve erkeklerin aile içindeki hakimiyetini pekiştirmiştir. Kadına yönelik şiddet, toplumsal normlar aracılığıyla daha fazla kabul görür hale gelmiştir” ifadelerini kullandı.
‘Kadına yönelik şiddette gözle görülür artış’
Türkiye’de 2021’de 338 kadının katledildiğini 2022’de ise oranın yüzde 24 artarak sayının 421’e çıktığını kaydeden Elif Musluoğlu, katliamların büyük kısmının tanıdık ya da aile üyeleri tarafından gerçekleştirildiğini hatırlattı. Kadın sığınma evlerine yapılan başvuruların 2021 ve 2022 yıllarında önemli bir artış gösterdiğine de dikkat çeken Elif Musluoğlu, “Ancak, sığınma evlerinin kapasitesi yetersiz kalmakta, birçok kadın gerekli desteği alamamaktadır. 2022 yılında gerçekleştirilen anketlerde, kadınların yüzde 45’inin şiddet olaylarını gizli tutma eğiliminde olduğu, yüzde 30’unun ise yasal mekanizmalara başvurmaktan çekindiği görülmüştür. Bu durum, hem şiddetin normalleştiğini hem de yasaların yetersiz algılandığını göstermektedir” şeklinde konuştu.
‘Ataerkil cinsiyet rejimi inşası’
Sözleşmeden çıkılmasının iktidarın inşa etmeye çalıştığı yeni cinsiyet rejimi ve olası anayasa değişiklikleri ile doğrudan bağlantılı olduğunu dile getiren Elif Musluoğlu, iktidarın toplumda aile ve geleneksel cinsiyet rollerine vurgu yaparak, geleneksel cinsiyet normlarının toplumsal yaşamın merkezine yerleştirmeye çalıştığını ifade etti. Cinsiyet eşitliğinin iktidarın ve kitlesinin ideolojisine aykırı bir kavram olduğunu bu nedenle de sözleşmeye karşı mesafe aldığını kaydeden Elif Musluoğlu, “Yeni cinsiyet rejimi, kadınları aile içinde geleneksel rollerle tanımlayarak, toplumsal hayatta görünürlüklerini azaltmaktadır. Kadınların ekonomik bağımsızlıkları ve kariyer hedefleri, aile içindeki rollerine bağlı hale getirilmektedir. Bu rejim, aile içi şiddeti özel bir mesele olarak görüp, şiddeti önlemek yerine, kadınları ‘aileyi koruma’ ve ‘sabretme’ yönünde teşvik eden söylemleri desteklemektedir” dedi.
Anayasa değişikliğinde cinsiyet eşitliği hedefleniyor
Ortaya atılan ve uygulanması planlanan bazı yasal düzenlemelerin cinsiyet eşitliği ile ilgili mevcut düzenlemeleri zayıflattığını ve iktidarın bu değişikliklerle, cinsiyet eşitliğini destekleyen mekanizmaları ortadan kaldırmayı hedeflediğini dile getiren Elif Musluoğlu örneğin, aile birliğini koruma vurgusu, kadınların bağımsızlık ve eşitlik taleplerini geri planda bırakıldığını belirtti. Elif Musluoğlu, “Sözleşme, kadınları ve çocukları şiddetten korumaya yönelik önemli bir uluslararası taahhüttür. Sözleşmeden çıkılması, Türkiye'nin bu konudaki yükümlülüklerini göz ardı etmesi anlamına gelmektedir. İktidar, sözleşmeden çıkışla birlikte, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki eleştirileri ve muhalefeti de bastırmayı hedeflemektedir. Sözleşmeye karşı çıkan grupların güçlendirilmesi, toplumsal normların gerilemesi ve kadın hakları savunucularının sesinin kısıldığı bir ortam oluşturulmuştur” diye belirtti.
Yasayı koruyan önlemler alınmalı
Sözleşmeye bağlı olarak iç hukuku düzenleyen ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan 6284 sayılı yasanın korunması için yasa hakkında kamuoyunu bilgilendiren kampanyalar düzenlenmesi gerektiğini belirten Elif Musluoğlu, yasal mercilerin, adli personel, polis ve sağlık çalışanları için eğitim programlarının düzenlenmesi gerektiğini vurguladı. Yasanın etkin uygulanıp uygulanmadığını izlemek için de bağımsız gözlemcilerin ve sivil toplum kuruluşlarının dahil olduğu mekanizmalar oluşturulması gerektiğini belirten Elif Musluoğlu, “Mağdurların yasal haklarına ve 6284 sayılı yasadan faydalanma süreçlerine erişimlerini kolaylaştıracak sistemler geliştirilmelidir. Kadın hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşları, yasaların uygulanması ve mağdurların korunması konusunda aktif rol oynamalıdır. Bu kuruluşların destek ve bilgilendirme faaliyetleri güçlendirilmelidir. Yasa kapsamında destek alabilecek mağdurlar için güvenli alanlar ve destek merkezleri oluşturulmalıdır. Okullarda ve toplumda cinsiyet eşitliği konusunda eğitim programları geliştirilmeli, bu konudaki farkındalık artırılmalıdır. Şiddet Karşıtı Kültürel Hareketler, kadına yönelik şiddeti kınayan ve toplumsal normları değiştirmeyi amaçlayan kampanyalar ve sosyal hareketler desteklenmelidir” şeklindeyapılması gerekenleri özetledi.
‘Medyada sorumluluk sahibi bir dil teşvik edilmeli’
Yasaların uygulanmasını destekleyen bir siyasi iradenin de gerektiğine dikkat çeken Elif Musluoğlu, 6284 sayılı yasaya ek koruma mekanizmaları ve yeni düzenlemelerin önerilmesi gerektiğini dile getirdi. Elif Musluoğlu, “Medyanın da kadına yönelik şiddet olaylarını işlerken duyarlı ve sorumlu bir dil kullanmasının teşvik edilmesi gerekiyor. Farkındalık yaratıcı haberler ve içerikler, toplumsal algıyı olumlu yönde etkileyebilir” ifadelerini kullandı.
‘Aile içi şiddetin arabuluculuğa yönlendirilmesi şiddeti pekiştirebilir’
Hukuk uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu madde 1/2’de aile içi şiddet iddiası içeren uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olmadığı özel olarak hükme bağlandığını belirten Elif Musluoğlu, fakat Aile Hukuku Temelli Arabuluculuk adlı proje kapsamında aile içi şiddetin arabuluculuk uygulamasına tabi hale getirilmesinin hedeflendiğini belirtti. Aile içi şiddette arabuluculuğun, genellikle çatışma yaşayan çiftler veya aile üyeleri arasında uygulanan bir yöntem olduğunu ancak suça maruz kalanın ve failin güç dengesizliğini göz ardı edilebildiğini belirtti. Elif Musluoğlu, son olarak şöyle dedi: “Genellikle erkekler kadınlar üzerinde güç kullanma eğiliminde. Arabuluculuk, bu güç dengesizliğini pekiştirebilir. Kadın, arabuluculuk sürecinde şiddet uygulayan partneriyle aynı masaya oturduğunda, psikolojik baskı altında kalabilir. Arabuluculuk aile içi şiddetin çözümü için uygun bir yöntem olarak algılandığında, bu durum şiddeti meşrulaştırabilir. "Özel alan" olarak görülen aile içi dinamikler, şiddetin toplumsal bir sorun olarak ele alınmasını engelleyebilir, kadının haklarının korunmasına yönelik yeterli önlemleri içermiyorsa, güvenliği tehlikeye girebilir, şiddetin boyutları göz ardı edilebilir. Arabuluculuk, tarafları bir araya getirmeyi hedeflediğinden, mağdurların daha sonra şiddet içeren bir ortamda kalmasına neden olabilir.”