Kürt siyaseti Türkiye’ye ne öneriyor?
- 09:01 4 Aralık 2024
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Kürt siyasetçi Nursel Aydoğan, 3.Dünya Savaşı’nın merkezinin Orta Doğu olduğuna işaret ederek, Türkiye’nin uluslararası güçlerin yeni dizaynından etkilenmeden çıkmasının tek yolunun Kürtlerle barışmak olduğunu belirtti. Nursel Aydoğan, “Çözüm isteniliyorsa Kürt halkının iradesi İmralı’dır. Adres orası” dedi.
Orta Doğu merkezli yürütülen savaş, NATO, Rusya eksenli derinleştirilirken yeni haritalar, dizaynlar liderlerin ellerinde sunulup duruluyor. Bölgeye müdahale ve kapitalizmin çürümüşlüğüyle kendini tüketmesi yeni dizayn arayışlarını da kaçınılmaz kıldı. Suriye’nin Heleb kentinde Türkiye’ye bağlı paramiliter grupların saldırıları başlamışken, uluslararası güçler kapalı kapılar arkasında yürüttükleri toplantılarla yine halkların kaderini belirleme yarışında. Türkiye’nin yeni dizayndan etkilenmeden çıkmak için çabalaması ise “iç cepheyi güçlendirme” argümanı ile Kürt halkına ve İmralı’ya dönmesini kaçınılmaz kıldı. Kürt halkı ise siyasi iradesini teslim ettiği PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tecridinin kalkmasını ve Orta Doğu’da savaşın sonlanması için muhatap olarak rolünü oynaması için koşulların sağlanmasını bekliyor.
Avrupa eksenli yürütülen özgürlük hamlesinin dünyadan destekçilerinin artması ve yaşanan gelişmeler Abdullah Öcalan’ın rolünü kaçınılmaz kılarken konuya ilişkin Nursel Aydoğan değerlendirmelerde bulundu.
Küresel hamle vücut buldu
İmralı’da 26 yıldır büyük bir direniş ve mücadele olduğunu söyleyen Nursel Aydoğan, bu mücadelenin Türkiye ile sınırlı kalmadan artarak büyüdüğünü belirtti. Dünyanın her yerinde sürdürülen bu mücadelenin 13 Ekim 2023’te somut bir hal aldığını ifade eden Nursel Aydoğan, “74 ülkeden, çeşitli meslek gruplarından oluşan bir grup Strazburg’da bir açıklama yaptı. Bu açıklama, ‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kürt Sorununa Demokratik Çözüm’ şiarıyla başlatılan bir hamlenin deklarasyonuydu. Yaklaşık bir yıldır yoğun şekilde devam eden bir mücadele var. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, dünyadaki özgürlük mücadeleleri tarihi incelendiğinde, Sayın Öcalan gibi özgürlüğüne yönelik böylesine büyük bir kampanyanın ya başka bir örneği yok ya da ancak bir ikincisi vardır. Bu açıdan küresel kampanya çok önemli bir noktada duruyor.
Her ne kadar 74 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmiş olsa da dünyanın pek çok yerinde bu hamle farklı şekillerde devam etti. 74 sayısı ise, Sayın Öcalan’ın yaşına dikkat çekmek için özellikle seçilmişti. Hem tecridin kaldırılması hem de Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması anlamında bu kampanyanın önemli bir etkisi oldu. Çünkü bu kampanya ile Türkiye’nin hukuksuzlukları, kendi iç yasalarına bile uymayışı dünyanın pek çok yerinde teşhir edildi ve artık özgürleşmesi gerektiği yönünde bir zemin oluşturuldu. Bu duruma temel dayanak olarak Avrupa Konseyi kararları gösterildi çünkü üye ülkeler tarafından kabul edilmiş bir ‘umut hakkı’ durumu bulunuyor” dedi.
İki küresel miting ve Nobel Ödüllülerin hamlesi
Bu kampanyanın en büyük eylemlerinden birinin Köln’de düzenlenen iki miting ile ortaya konduğunu belirten Nursel Aydoğan, 17 Şubat ve 16 Kasım mitinglerinin mesajlarının çok net olduğunu ifade etti. Nursel Aydoğan, “İlki 17 Şubat’ta yapıldı ve sadece kalabalık ve ses getiren bir eylem olarak dikkat çekmişti. 16 Kasım’da düzenlenen Köln Özgürlük Yürüyüşü ise ikinciydi. Ancak tabi bundan önce de hamleyi yürütenler tarafından çeşitli önemli etkinlikler gerçekleştirilmişti. Köln, bu yılki etkinliklerin finali niteliğinde oldu.
Bu kampanya kapsamında dünyada 69 Nobel Ödüllü yazar, Sayın Öcalan’ın tecridine dikkat çekmek ve artık özgürlüğün zamanı geldiğini belirtmek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) başvuruda bulundu. Biliniyor ki, CPT herkese cevap vermez, ancak böylesine bir başvuru karşısında yanıt vermek zorunda kaldı. Aynı şekilde Avrupa Konseyi de yapılan başvuruyu değerlendirmek durumunda kaldı. Bu anlamda bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum” sözlerini kullandı.
‘Aklın yolu birdir’
Bugün verilen yanıtların ve iktidarın “süreç” olarak adlandırdığı girişimlerin temelinde bu eylemliliğin önemine dikkat çeken Nursel Aydoğan, şunları söyledi: “Bugün Türkiye’de, iktidarın küçük ortağıyla birlikte gündeme getirdiği ‘Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun; bu meseleyi artık bitireceğiz, çözmemiz lazım. Türkiye’nin Türk-Kürt birliğine ihtiyacı var. Tarihsel olarak Türkler ve Kürtler arasında bir birlik vardı; şimdi bunu sağlamanın zamanı. Orta Doğu’da gelişmeler yaşanıyor ve Türkiye’nin bundan etkilenmemesi için, yeniden şekillenen Orta Doğu’da bizi kurtaracak tek formül Türk-Kürt birlikteliğidir’ gibi açıklamalar çerçevesinde İmralı’ya gidilmesi ve Sayın Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini dile getirdiler.
Biz de diyoruz ki; aklın yolu birdir. Sayın Öcalan da yıllardır aynı şeyi söylüyor, hatta iktidarın bugün çizdiği bu çerçeveyi daha önce dile getiriyordu. Bu noktaya gelinmesi, küresel çapta yürütülen bu organizasyonun sonuçlarından biridir diye düşünüyorum. Sadece CPT ve Avrupa Konseyi’ne yapılan başvurularla sınırlı kalınmadı; Avrupa’da yüzlerce hukukçu bir araya gelerek, Sayın Öcalan’ı tecrit koşullarında ziyaret etmek istediklerini belirttiler. Aynı zamanda binlerce avukat Türkiye’den başvuru yaptı. Ancak elbette bu sürecin zirve noktası, Köln’de gerçekleştirilen yürüyüş oldu.”
Binler mesajı duymak için geldi
Köln mitingine binlerce kişinin İmralı’dan gelecek mesajı duymak için geldiğini belirten Nursel Aydoğan, şu ifadeleri kullandı: “Yürüyüşe Ömer Öcalan’ın katılması da bu durumu daha etkili hale getirdi. Kısa bir süre önce İmralı’ya gitmesi, Sayın Öcalan ile görüşüp ondan bir mesaj getirmesi nedeniyle bu miting önemli bir anlam kazandı. Oraya katılan on binlerce insan, Sayın Öcalan’ın Kürt halkına ve dostlarına ne diyeceğini merak ediyordu ve bu nedenle katılım oldukça yoğundu. Hatta gelemeyecek durumda olanlar bile işlerini ayarlayıp Ömer Öcalan’ın İmralı’dan getireceği mesajları dinlemek için mitinge katıldı. Bizim yürüyüşümüzün temel amacı, birincisi 26 yıldır kesintisiz devam eden bu tecridi dünyaya duyurmak, ikincisi ise 2025 yılında Sayın Öcalan’ın cezaevindeki 25. yılı doluyor. Avrupa Konseyi kararlarına göre, artık cezaevinde kalamaz; mutlaka özgürlüğüne kavuşması gerekir.”
Orta Doğu savaşından etkilenmemenin tek yolu…
Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün teknik bir talep olmadığını vurgulayan Nursel Aydoğan, Orta Doğu’nun yeniden dizayn edildiğini ve başını ABD, İsrail ve İngiltere’nin çektiği uluslararası güçler tarafından bir 3. Dünya Savaşı’nın sürdürüldüğünü ifade etti. Nursel Aydoğan, “Bu savaşın merkezinde Kürtler ve Kürdistan yer alıyor. Dolayısıyla Orta Doğu’da ülkelerin haritaları ve sınırları yeniden çiziliyor. Tam da böyle bir dönemde Türkiye’de Kürt sorununun mutlaka çözülmesi gerekiyor. Türkiye’nin, Orta Doğu’daki bu gelişmelerden etkilenmemesinin tek yolu, Kürtlerin Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir statüye sahip olarak çıkmasıdır. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için bir çözüm masası kurulması gerekiyor ve bu masanın bir önceki dönemde olduğu gibi iktidar tarafından devrilmemesi şart. Bu çözüm masasında, öncelikle tecrit kalkmalı ve Sayın Öcalan’ın İmralı’dan çıkması sağlanmalıdır. Sivil toplum, siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler ve Kandil’deki örgütle temas kurabileceği bir ortam oluşturulmalı ve bu ortamda yürütülecek müzakereler sonucunda Kürt sorununun demokratik, siyasal çözümü sağlanmalıdır. Burada ne diyoruz? Kürt sorununun çözümü için tek adres İmralı’dır ve Sayın Öcalan’dır. Çözüm isteniyorsa -ki biz barış ve demokratik çözüm istiyoruz- o zaman size bir adres gösteriyoruz. Kürt halkı olarak siyasi irademizi Sayın Öcalan’a devrettik. İmralı’da bizi temsil edecek kişi Sayın Öcalan’dır. Bu nedenle bu meselenin çözümü için Sayın Öcalan’la görüşün. Biz barışa hazırız,’ dedik” şeklinde konuştu.
‘Bu mesele birkaç cümleyle çözülemez’
Kürt halkının barıştan yana bir tavır koyduğunu ifade eden Nursel Aydoğan, barışa karşı bir duruş sergilendiği takdirde direnişin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Aydoğan, “Halklar şu mesajı verdi: ‘Talebimiz budur, ancak siz tekrar Kürt halkını oyalamaya, çözümü zamana yaymaya, Sayın Öcalan’ı tecritten çıkarmamaya ve benzeri politikaları sürdürmeye devam ederseniz, biz halk olarak direnmeye ve mücadeleye devam edeceğiz.’ Hükümetin Bahçeli aracılığıyla 1 Ekim’de yaptığı değerlendirmeleri ve teklifleri önemli bulduklarını, ancak sonuç alıcı bir gelişme görmek istediklerini belirttiler. Bu mesele, sadece Meclis’te ya da yurtdışına çıkarken havaalanlarında veya bir konferansta dile getirilen birkaç cümleyle çözülemez. Bu, ciddi bir meseledir ve ciddi meselelere ciddi bir yaklaşımla çözüm bulunması gerekir. Çok fazla konuşulmasına rağmen, henüz iktidar tarafından somut bir adım atılmadığını görüyoruz. Eğer bu saatten sonra farklı gelişmeler olmazsa, bizim değerlendirmemiz şu olacaktır: Demek ki iktidar bu süreci de kendi lehine politik gerekçelerle kullanmak istiyor” ifadelerini kullandı.
‘Herkes İmralı’ya gitmeye hazır’
“Bahçeli, yine DEM Parti’ye bir mesaj gönderdi ve ‘Niye eşbaşkanlar gitmiyor?’ dedi” diyen Nursel Aydoğan, bu durumu şu sözlerle değerlendirdi: “Bu tuhaf bir durumdu. Sanki İmralı’nın kapıları açıkmış da eşbaşkanlar gitmiyormuş gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Ancak böyle bir durum yok. Eşbaşkanlar ve milletvekilleri, yaklaşık iki yıldır İmralı’ya gitmek için başvuru yapıyor. Bu başvurulara hâlâ yanıt verilmedi ve başvurular beklemeye devam ediyor. Herkes İmralı’ya gitmeye hazır. Ancak küçük manipülasyonlarla Türkiye halkının kafası karıştırılmaya çalışılıyor.
Eğer eşbaşkanlar İmralı’ya gidebilirse, hem Orta Doğu’daki gelişmeler hem de son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin Sayın Öcalan’ın görüşlerinin basına ve kamuoyuna yansıması mümkün olacaktır. AKP-MHP’ye çağrımız şudur: Kürt sorunu ciddi bir sorundur ve ciddi sorunların çözümü için samimi ve ciddi bir yaklaşım gereklidir. Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Sorunun çözülmemesinden kaynaklanan işsizlik, ekonomik kriz, yoksulluk ve diğer pek çok sorunun kökeni, çözümsüzlük ve savaş politikalarıdır. Bu politikalardan vazgeçilmediği sürece Türkiye’nin gidişatı kötüleşmeye devam edecektir. DEM Parti olarak Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini savunuyoruz.”
Uluslararası plan ve taktikler
Orta Doğu’nun savaşın merkezi olduğunu belirten Nursel Aydoğan, Suriye’deki gelişmelere de değindi. Kürtlerin artık bölgede güçlü bir konuma sahip olduğunu söyleyen Nursel Aydoğan, çözümün Kürtleri tanımaktan geçtiğini vurgulayarak şöyle devam etti: “3. Dünya Savaşı’nın merkezi Orta Doğu’dur. Elbette Rusya-Ukrayna savaşı gibi başka çatışmalar da var, ancak ana merkez burasıdır. Bu savaşın sürdüğü yerlerden biri de Suriye’dir. 2011’den bu yana Suriye’de iç çatışma devam ediyor. Ancak birkaç gündür beklenmeyen bir gelişme yaşandı. Tehrir El Şam (HTŞ) güçleri hızlı bir şekilde ilerleyerek Halep’e kadar geldi. İlginç olan, Halep’te ciddi bir direnişle karşılaşmamalarıydı. Suriye’nin askeri güçleri neredeyse adım adım geri çekilerek Halep’in bir kısmını bu gruplara teslim etti. Hepimiz bu güçlerin direnişle karşılaşacağını bekliyorduk, ancak bu durum adeta bir planın parçası gibi görünüyor. Bu, özel bir taktik olabilir. Radikal İslamcı HTŞ güçleri selefi bir yapıya sahip ve şeriat düzeni kurmayı hedefliyorlar. Onları Halep’e kadar getirip burada Rusya’nın müdahalesiyle yok etmek gibi bir plan söz konusu olabilir. Şu an görünen tablo budur.
Bu güçler, daha önce Türkiye tarafından terörist olarak ilan edilmişti. Ancak Türkiye’nin savaş uçakları, Rusya’nın hava sahasına girdiği için bu bölgeye müdahale edemiyor. Sadece Rusya savaş uçakları bu bölgeye müdahale ediyor ve bu güçleri sık sık hedef alıyor.”
‘Kürtler bu süreçten kazanımlarıyla çıkacak’
Nursel Aydoğan, Kürtlerin bu süreçten nasıl etkileneceğine dair değerlendirmelerde bulunarak şöyle konuştu: “Bizi asıl ilgilendiren, Kürtlerin bu süreçten nasıl etkileneceği ya da nasıl bir sonuçla çıkacağıdır. Elbette riskler var. Eğer HTŞ alan bulursa, Rojava’ya da saldırabilir. Ancak bu güçlerin böyle bir imkân bulabileceklerini sanmıyorum, çünkü şu anda Suriye’deki en güçlü askeri yapı Kuzey Doğu Suriye güçleridir. Bu nedenle oraya yönelik bir saldırı gerçekleştirebileceklerini düşünmüyorum. Risklere rağmen, Kuzey Doğu Suriye’nin bu süreçten kazanımlarla çıkacağını düşünüyorum.
Esad açısından durum gerçekten zor. Askeri açıdan zayıfladığı artık açıkça görülüyor. Esad’ın önünde tek bir yol var: Rojava’nın özerkliğini tanıyarak Suriye’nin güvenliğini Demokratik Suriye Güçleri ile birlikte sağlamak. Kuzey Doğu Suriye’deki PYD ve Demokratik Suriye Güçleri, kendilerini Suriye’nin bir parçası olarak görüyor ve Suriye’nin bölünmesini istemiyorlar. Kürtler, Suriye’deki sorunun çözümünün, ülke sınırları içinde demokratik bir özerk yönetimin tanınmasında yattığını düşünüyor. Esad, Orta Doğu’daki gelişmeleri doğru değerlendirebilirse, ülkesinin bütünlüğünü sağlamak için Rojava’yı tanımaktan başka bir yol olmadığını görecektir. Kısacası, Kürtler bu süreçten riskler olsa da kazanımlarla çıkacaklar.”