
Figen Yüksekdağ: Çözüm toplumun mücadelesiyle mümkün
- 09:06 5 Haziran 2025
- Güncel
Rozerin Gültekin
İSTANBUL - Sürece dair değerlendirmelerde bulunan tutuklu HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, çözüm sürecinin yalnızca iktidar odaklarının inisiyatifine bırakılamayacağını vurguladı. Figen Yüksekdağ, “Çözüm ve müzakere süreçlerini egemenlerin insafına ve tasarrufuna bırakma lüksümüz ne dün vardı, ne de bugün var. Gerçek ve kalıcı bir çözüm, ancak toplumun kararlı mücadele iradesiyle mümkün olabilir” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihinde “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını gerçekleştirdi. PKK 1 Mart’ta ateşkes ilan etti ve 12. Kongresi’ni gerçekleştirerek fesih kararı aldığını duyurdu. Kürt Özgürlük Hareketi gelişen barış sürecinde rolünü oynarken gözler iktidarın atacağı adımlarda.
Kocaeli Kandıra Cezaevi’nde tutsak olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, sürece ilişkin sorularımızı yanıtladı.
*PKK 12. Kongresini gerçekleştirerek, “silahlı mücadeleyi sonlandırma” ve “Demokratik siyaseti esas alma” kararı aldı. Buna dair neler söylemek istersiniz?
PKK’nin 12. Kongresi beklenen bir politik gelişmeydi. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının ardından, bu çağrının gücünü ve iradesini somutlaştıran, tarihselleştiren bir adım oldu. Tabii bazı politik adımlar vardır ki, üstünde ilerlediği yolda derin izler bırakır. Kongre’nin gerçekleştirilme anı, karar ve çağrıları böyle bir anlam taşıyor. PKK ve Sayın Öcalan önderliğinde ki Kürt Özgürlük Hareketi’nin, bölgemizde yaşanan yarım asırlık tarihe damgasını vurduğu düşünülürse gelinen nokta bütün bu zamanın birikimini, toplumsal mücadele serencamını, kayıplarını, kazanımlarını, ortaya çıkan özgün deneyimleri ve halkların bağrında yaratılan değerleri yansıtır.
Elbette Mayıs Kongresinin kapsamlı anlaşılması ve hissettirdikleri ya da yaratacağı etkiler hemen bugün gerçekleşebilecek bir sonuç değildir. Hayatı da, politikayı da, mücadeleyi de hareket halinde algılıyorsak yarım asırlık bir tarihin ara sonuçlarını üç-beş aylık bakışla anlayamayacağımız ortada. Bu süreci de devrimci diyalektik bir bakış açısıyla hareket ve akış halinde anlamaya yönelmeliyiz. Yani daha konuşulacak, söylenecek, analiz edilecek daha çok şey var.

Bugün önemli olan Sayın Öcalan’ın çağrısı ve PKK 12. Kongre kararlarıyla açılan politik alanın en iyi şekilde değerlendirilmesidir. Mesela Türkiye toplumunun üzerindeki şovenizm karabasanını defetmek için bu alanı nasıl değerlendireceğiz? Şiddetli sınıf çelişkilerinin, para babaları-savaş baronları hegemonyasının, kadının erkek, doğanın sermaye karşısındaki yıkımının üstünü örten ‘büyük canavarla’ nasıl yüzleşeceğiz? Başta Kürt halkı olmak üzere ezilen bütün ulus ve inançların anayasal hak eşitliğini, öz yaşamını yönetme iradesini nasıl güvenceye alacağız? Barışın ve halklar arasındaki demokratik işbirliğinin yolunu ne şekilde açacağız? Bütün bunlar demokratik siyasetin önünde cevaplanmak üzere duran sorulardır. Asıl zorlu görev şimdi devreye giriyor. Kurtuluşun doğrudan öznesi olan halkla, kadınla, gençlikle, emekçiyle, aleviyle, yoksulla, köylüyle birlikte harekete yön verme görevidir bu.
“Bu süreçte Kürt halkı ve özgürlük güçleri ve Türkiye emekçi sol hareketinin birleşik devrimci birikimi ve enerjisi tarihi bir rol oynayacaktır. Türkiye ve Kürdistan halklarının, kadınların kurtuluş hareketinin yaşadığı varoluşsal tıkanıklığı aşmak; darbelerle, zulümlerle, korku ve esaret politikalarıyla iğdiş edilen iradesini serbest bırakmak için bu rolü pratikleştirmek gerekir.”
*Bu karar Kürt halkı ve Türkiye toplumu için size göre nasıl bir anlam ifade ediyor? Toplumsal etkileri ve beklentiler üzerine neler söylersiniz?
Gelinen aşamada Kürt halkı ve Türkiye toplumu bakımından yaşanan tıkanıklığın aşılması noktasında kritik bir önem taşıyor. Demokratik gelişme ve toplumsal ilerleme bağlamında yaşanan bir tıkanıklıktır bu. Türkiye toplumu cumhuriyet tarihi boyunca kendisini radikal olarak üretemedi. Bu doğrudan idare ve yönetim tarzıyla, ideolojisiyle ilgili bir sorundu. Yakın tarih gerçeğinde bu derin bir siyasi krize dönüştü. Bu krizin ceremesini yönetilenler yani Türkiye halkları çekti.
Bugün Demokratik hakların kazanılması, bu krizin etkisinden çıkacak toplumun kendi gelişme yolunu açması bakımından bir dönüm noktası olabilir. Savaşla, şovenizmle, terör ve düşmanlaştırma söylemleriyle zehirlenen bilinç ve enerjiyi özgürleştirebilir. Demokratik hakların ve halklar arasındaki onurlu barışın kazanılması, parçalanmış toplumsal gerçekliği bütünleyecek bir güce dönüşebilir. Birlikte yaşama ve birlikte kazanma özgürleşme imkanını gösterebilmek elbette bizlere düşüyor. Savaş o kadar çok köprüyü yıktı ki onları yeniden kurmak elbette kolay olmayacaktır. Fakat söz konusu olan toplumsal değişimin, devrimin öznesi olan halksa, yeniden kurucu becerilerimizi geliştirmek elzemdir. Bu süreçte Kürt halkı ve özgürlük güçleri ve Türkiye emekçi sol hareketinin birleşik devrimci birikimi ve enerjisi tarihi bir rol oynayacaktır. Türkiye ve Kürdistan halklarının, kadınların kurtuluş hareketinin yaşadığı varoluşsal tıkanıklığı aşmak; darbelerle, zulümlerle, korku ve esaret politikalarıyla iğdiş edilen iradesini serbest bırakmak için bu rolü pratikleştirmek gerekir.
Aslında Kongreden sonraki sürece dair beklentiler denince, resmi açıklamadaki son cümlelere dikkat çekmeden geçmek olmaz. Deniz Gezmiş’in idam sehpasını tekmelemeden önce attığı son slogan olan ‘Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği. Yaşasın tam bağımsız Türkiye’ dir. Bu sözler içerdiği ruh, eylem kararlılığı ve halk devrimi bilinci bakımından, toplumsal mücadele tarihinin şifresi gibidir. Bitti diyenlerin karşısında yeniden başlangıcı temsil eder. Nitekim çok ağır imha, darbe, tasfiye koşulları altında yeniden başlamanın çağrısı olmuştur. Sonuç bildirgesindeki vurguyu sosyalist sol pencereden bakarak idam sehpalarında çetin koşullarda kurulan bağın bugün ve yarın yaşaması ve yaşatılması olarak görüyorum. Sürecin her siyasi, ideolojik tarafının tanımı, beklentisi var. Ama Kürt ve Türk halklarını kurtuluşa ulaştıracak köprü, 71 devrimci hareketinden bugüne kurulandır. Yarım kalmış, yara almış ama hala ayakta bir devrimci demokratik hakikati başarıya ulaştırmak bütün bölge halklarının yaşamsal beklentilerine cevap olacak asıl güçtür.
“Hapishaneler konusundaki en acil ve insani-yaşamsal başlıklar, hasta, yaşlı tutsaklar, umut hakkı, infaz sistemi ve TMK ayrımcılığına son verilmesi, idare infaz kurulları hukuksuzluğunun ortadan kaldırılmasıdır.”
*Sizce bu karar, cezaevindeki siyasi tutsaklar açısından yeni bir sürecin kapısını aralayabilir mi? Beklentileriniz neler?
Barış ve demokratik dönüşüm süreci bugüne kadar tek taraflı ilerledi. İktidar cephesinden atılmayan adımlar listesinin başında siyasi tutsaklar ve hapishaneler geliyor. Aradan geçen zaman bir dizi provokasyon ögesini ve halkın güven krizi-kopuşu yaşama riskini barındırmasına rağmen, iktidar sorumsuz tavrını sürdürüyor. Hasta ve yaşlı tutsaklar sorunun halkın en hassas noktalarından biri olduğunu biliyorlar ama geçen süreçte elle tutulur, güven arttırıcı bir pratik sergilenmedi. Bunun yanı sıra bir ülkede yaklaşık 5 yüz bin mahpus ve 10 bin siyasi tutsak varsa, hiçbir siyasi sorunu gerçek anlamda çözemezsiniz. Sadece sorunu hapsettiğinizi sanırsınız. Dilerim iktidar bu sanrıdan çıkar ve gerçek çözümler üretme iddiasının altını doldurur. Hapishaneler konusundaki en acil ve insani-yaşamsal başlıklar, hasta, yaşlı tutsaklar, umut hakkı, infaz sistemi ve TMK ayrımcılığına son verilmesi, idare infaz kurulları hukuksuzluğunun ortadan kaldırılmasıdır. Bugün bu sorun ve talepler etrafındaki sosyal duyarlılık ve dayanışmanın geliştirilmesi, sürecin akıbeti bakımından da belirleyici olacaktır.
“Halk örgütlenmelerinin her düzeyde yaratılıp yetkinleştirilmesiyle başarıya ulaşılabilinir. Çözüm ve müzakere süreçlerini egemenlerin insafına, tasarrufuna bırakma lüksü dün de yoktu, bugün de yok. Mücadele iradesini bileyerek diri ve dinamik bir toplumsal değişim enerjisi sergileyerek gerçek çözüme ulaşacağız.”
*Barış ve demokratik çözüm sürecinin başarıya ulaşması için toplumun hangi kesimlerine ne tür sorumluluklar düşüyor?
Çözümün öznesinin halklar olduğunu, barış ve demokrasinin de halklar için olduğunu, defahatle ifade ettik. Bu çözüm öznesinin kendisini dinamik biçimde ortaya koymasında ciddi boşluklar yetersizlikler olduğu da açık. Görev şüphesiz ki toplumda ve politikada öncü sorumluluk taşıyan kesimlere düşüyor. Gerek parlamento da, gerek sivil siyaset ve örgütlenme alanlarında şoven, inkarcı bakış açısının etkileri hala belirgindir. Bu etkinin kırılması, ancak ondan daha güçlü bir barış ve demokratik toplum hareketi yaratmakla mümkün. Demokratik siyaset, emekçi sol ve sosyalist alan, kitle örgütleri, sendikalar ihtiyaç duyulan etkiyi yaratacak merkezlerdir. Buradaki merkez vurgusunu elbette ki merkezilik, dar temsiliyet sınırları içerisinden tarif etmiyorum. Halk örgütlenmelerinin her düzeyde yaratılıp yetkinleştirilmesiyle başarıya ulaşılabilinir. Çözüm ve müzakere süreçlerini egemenlerin insafına, tasarrufuna bırakma lüksü dün de yoktu, bugün de yok. Mücadele iradesini bileyerek diri ve dinamik bir toplumsal değişim enerjisi sergileyerek gerçek çözüme ulaşacağız.
Barışı ve demokrasiyi bu ülkede ona en fazla ihtiyacı olanlar, talep edenler getirebilir. Bu talepler mücadelesine öncülük iddiası taşıyanlar ise geri durmadan sorumluluk almak durumundadır. Bütün içerisinde her kesimin tutabileceği bir halka, tamamlayacağı bir parça, varlığını önemli kılarak geliştireceği bir zemin vardır. Dolayısıyla sürecin özgünlüğünden, sıra dışılığından kaynaklanan zorluklar ya da çelişkilerden çok olanaklara, her şeyden önemlisi de milyonların beklentilerine, umutlarına odaklanmak gerekir.
“Kadınların kolektif hakikatinin merkezinde ise Rojava Kadın Devrimi, Jina Mahsa isyanı, sokakta ve özgürlükte ısrar eden kadınların direnişi duruyor. Bu genel birikim ve seviyeden oluşan güç, günümüzdeki toplumsal hareketlerin kadın karakterini öne çıkardı. Çözüm sürecini karakterize edecek olan da kadındır.”
*Bu kararı kadın özgürlük mücadelesi ve kadın bakış açısıyla nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadınlar bu yeni dönemde nasıl bir rol üstlenmeli?
Kadın Özgürlük mücadelesi, barış ve demokratik toplumu geliştirme hareketinin dinamosu olabilecek bir nitelik taşıyor. Her şeyden önce bu niteliğin görünür ve örgütleyici yer tutmasına ihtiyaç var. Haliyle başta kadın örgütlerinin sürecin merkezinde durması gerekiyor. Uzun yılların mücadelesi, zorlu direnişler ve bilinç sıçramasıyla elde edilen kazanımların korunması ve yeni toplumsal yaşamın temel yapıtaşı haline getirilmesi böyle mümkün olabilir. Siyasi iktidarın kadın yaşamına, eve, aileye hapsetme amacıyla devlet kampanyası başlattığı bir zamanda bizler kadın yaşamın ve politikanın merkezine taşıyan özgürleştirici çizgide ısrar etmeliyiz.
Sayın Öcalan’ın çağrısı ve PKK karar kongresi ile kapısı açılan yeni sürecin olanak ve perspektifleri bu ısrarın kaldıracına dönüştürülebilir.

Uzun yıllara dayanan savaş ve çatışma ortamının en çok yıktığı hayatını ve geleceğini güvencesizleştirdiği kesim kadınlar olmuştur. Bu toplumun yarısı demektir. Bir cinnet ve canavarlık haline kadınların teker teker katledildiği bir sürek avına dönüşen şiddet dalgasının savaştan beslendiğini bilmek için fazla kanıta ihtiyacımız yok. Barış ve demokratik mücadele, toplumsal yeniden yapılanma iradesinin yükseltilmesi eril şiddet egemenliğinin zeminini zayıflatacaktır. Şovenist, erkek egemen siyaset ve hukuk düzeni aşılacaksa kadın mücadelesi bunda başat rol oynayacaktır. Bir yandan kadınların bilinç gelişimi bağımsız iradesinin güçlenmesi, alternatif bir yaşam arayışını belirginleştiriyor. Bireysel gibi görünen erkek hegemonyasına karşı direnişler gelişmekte olan toplumsallığın acıları, sancıları olarak dışa vuruyor. Kadınların kolektif hakikatinin merkezinde ise Rojava Kadın Devrimi, Jina Mahsa isyanı, sokakta ve özgürlükte ısrar eden kadınların direnişi duruyor. Bu genel birikim ve seviyeden oluşan güç, günümüzdeki toplumsal hareketlerin kadın karakterini öne çıkardı. Çözüm sürecini karakterize edecek olan da kadındır. Tarih boyunca ister önde ister geride olsun kadınların öne çıkan özellikleri toplumsal örgütleme, düzenleme yetenekleri olmuştur. Bugün bu toplumsal nesnel realiteyi sürükleyici bir kuvvet olarak harekete geçirme görevi kadınların önünde duruyor. “