
Öznel ve Nesnel Dogmatizmi Aşarak Uçurumun Kenarında Kanatlanmak
- 09:06 26 Eylül 2025
- Jineolojî
“Modernist ideoloji olarak pozitivizm, buna bağlı olarak Fransız pozitivist sosyal bilimciliği, buna dayanan cumhuriyet modeli ve son iki yüzyılın oryantalizminin yarattığı sonuçlar gözler önüne seriliyor. Türkiye ve Ortadoğu’da etkili olan bu ideoloji, felsefe ve cumhuriyet modelinin olumsuz yönlerini aşmak demokratik kuram ve açılımın mihenk taşlarından oluyor.”
Hüsna Emek
Murray Bookchin’in ‘daha az devlet daha çok toplum’ tanımlaması ile Abdullah Öcalan’ın devlet artı demokrasi tanımlaması birbirini tamamlayan demokratik toplum ve sistemi ifade eder. Bu formülasyona yaşam bulduran üçüncü çizgi devlet ve iktidar karşıtlığında somutlaşır. Kapitalizm ve reel sosyalizmi, beslendikleri liberalizm ve bilimsel sosyalizm çizgisini aşan demokratik sosyalizme, demokratik komünal yaşama dayanan demokratik konfederalizm çizgisidir. Devletin dayattığı kaba ret, inkâr ve imha siyasetini örgütlü toplum ve özgürlük mücadelesi ile aşarak özgür birey, toplum ve demokratik sisteme ulaşmayı amaçlar. Devlet ve iktidara dayalı zihniyet ve kurumların dinci, milliyetçi, cinsiyetçi, bilimci politika ve sistemini reddeder.
Toplumun demokratik örgütlenmesi ve yönetimini kabul eden demokrasiye duyarlı devlet ve sistemi ifade eder. Başta kadınlar olmak üzere farklı halkların, inanç ve kültürlerin eşitlik ve özgürlük temelinde özerk örgütlenmelerini, kendilerini özgürce ifade etmelerini demokrasinin gücü ve zenginliği olarak görür.
Bu yazımızda ağırlıklı olarak Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm modeli olarak hazırlayıp sunduğu Yol Haritası üzerinde duracağız. Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları Kürdistan’da Çözüm Modelleri başlığı taşıyan Yol Haritası üçüncü çizgiyi bir çözüm modeli olarak somutlaştırma özelliği taşıyor. “Tarih belki de ilk defa işgalin, sömürgeciliğin ve her türlü fethin tarihi olarak yazılmaktan kurtulacak, demokratik ve eşit-özgür bireyin yaşamından oluşan toplumun tarihi olarak yazılacaktır” cümlesi ile sonlandırılan Yol Haritası devletçi çizgi yerine demokratik toplum çizgisi ve çözümünü öne çıkarmaktadır. Uzun ve ağırlaştırılmış mutlak tecridin kırılması ardından Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile başlattığı demokratik dönüşüm sürecine denk gelmesi, konumuzun önemini artırmaktadır. Bu dönüşüm tarihsel zorunluluğun ürünü olarak kendini dayatan, derin sistem tahliline dayanan hem devleti hem PKK’yi kapsayan bir dönüşümü içeriyor.
Devletçi olmayan bir çözüm modeli olarak sunulan Yol Haritası’nda, “Ne devletin demokrasi ne de demokrasinin devlet içinde eritilmesi, etkisizleştirilmesi doğrudur. Her ikisinin rolü ve işlevi farklıdır. Devlet ve demokrasinin birbirini dengelemesi, demokratikleşmenin en hayati sorunlarından birisidir” deniyor. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı metninde bu durum “demokratik uzlaşı” olarak tanımlanıyor. Yol Haritası’nda ise ‘demokratik uzlaşı’nın tarifi şöyle yapılıyor; “Bir devlet hem ulus-devlet hem demokratik devlet olamaz. Bu iki sıfat birbiriyle çelişir. Demokratik devlet demokratik sisteme açık olan, onunla uzlaşan devlettir.” Bu uzlaşma demokratik dönüşümle sağlanan Kürt-Türk
Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “ÜÇÜNCÜ ÇİZGİ” dosya konulu 34. sayısından kısaltılarak alınmıştır.
kardeşliğine dayanıyor. Türkiye’de yaşayan diğer halklarla yaşam kültürünü, birliğini ifade ediyor. Demokratik devlet, ulus-devletin tek dil, tek din, tek bayrak, tek millet dayatmasını aşan demokratik ulusla özdeşleşen bir uzlaşı sistemi oluyor. Her ulusun, her dinin, inancın, kültürün, dilin tarihsel ve toplumsal değerleriyle, renkleriyle katıldığı ve birbirini çoğalttığı, zenginleştirdiği ortak kültür ve zihniyet oluyor.
Yol Haritası demokratik çözüm modeli olarak kavramsal, kuramsal ve ilkesel çerçeveyi çizerek bu çerçeveye göre pratik politikayı somutlaştırmaktadır. Kürt sorununun siyasi çözümü ile Türkiye’nin demokratik cumhuriyet temelinde yapılanması arasındaki doğrudan bağ üzerinde durur. Asimilasyon ve inkara dayalı zihniyet ve siyaseti aşma, Kürt ve Kürdistan gerçeğinin kabulü kadar Türkiye’de yaşayan farklı halkların, inançların kabulüne dayanan ortak kavram, kuram ve ilkeleri somutlaştırıyor. Bu anlamda ortak vatan, ortak millet kavramları geliştirilir. Türkiye’yi aynı topraklar üzerinde yaşayan halkların ortak vatanı olarak ele alır. Kimlik tanımı, asimilasyonu ve zoru içermeyen ucu açık kimlik ve etkileşimle melez kimlikleşmeye açık bir çerçeveye oturtulur. Ortak kültür ve zihniyet dünyasına bağlı gelişim, şekillenme ve yaşamı içeren demokratik ulus bu kimlik tanımını karşılayan oluşma sürecidir. Bunun için katı, dogmatik, şoven yaklaşımları aşma, genel kabule dayanan ortaklıkları çoğaltma önemsenmekte; kimlik olgusunda “Ucu açıklık ve esneklik demokratik çözümlere muazzam katkı sağlar. Ucu kapalılık ve katılık ise çözümü çok zorlaştırır” vurgusuna yer verilmektedir.
Devlet ve demokrasi, cumhuriyet ve ulus-devlet kavramlarının birbirinden farklı ve karşıtlık içerdiği üzerinde durularak demokrasi ve cumhuriyet kavramları birbirine yakınlaştırılmaktadır. Daha önce de 1999’da mahkeme sürecinde Demokratik Çözüm Manifestosu savunmasında demokratik cumhuriyet gündeme getirilerek çözüm modeli olarak sunulmuştu. Ulus-devlete karşı demokratik cumhuriyet, demokratik ulus giderek tarihsel ve toplumsal bir gerçeklik olarak ortaya çıkar.
Kuramsal çerçevede ulus-devlet kuramının tekçiliği dayatan karakteri ile demokratik ulus kuramının farklılıkları öne çıkaran karakterinin birbirinin zıddı olduğu tespiti önemli. Demokratik ulus, ulus-devletin alternatifi olarak çıkmazlarına çare rolü oynamakta. Bu çarede bireysel ve kolektif hak ve özgürlükleri güvence altına alan demokratik anayasa kuramı demokratik çözümün olmazsa olmazı niteliğinde. Buna bağlı kuramsal açılımı gerektiren diğer bir konu da bireysel ve kolektif hak tanımıdır. Birey ve toplumu karşı karşıya getiren ve çatıştıran pozitivist, liberal yorumun yarattığı anlam yitimine karşı üçüncü çizgi ekseninde biri olmadan diğerinin olamayacağı ve birbirini tamamlamaya dayanan optimal denge kurulur. Bu denge; “…bireyi inkâr eden her tür aşırı cemaatçilik ve kolektivistçilikle toplumu inkar eden her tür aşırı bireyciliği reddetmek bireysel ve kolektif haklar ve özgürlükler kuramının en temel kriterleridir” biçiminde kurulur.
Devletçi ve demokratik çözüm kuramlarının karşılaştırıldığı Yol Haritası’nda devletçi kuramın toplumsal sorunların çözümünü her şeyin devletleştirilmesinde görmesinin kendi ulus-devletini tek çözüm olarak dayatma riskine dikkat çekiliyor. Demokratik çözüm kuramı ise devletçi dayatma yerine toplumu işaret ederek; “…sorunların sahibinin devlet değil toplum olduğunu, dolayısıyla çözümünün de ilgili toplumdan gelmesi gerektiğini esas alır” biçiminde formüle ediliyor. Bu çözümün başarıya ulaşması da o toplumun kendini kavuşturduğu özgür ifade ve örgütlenme düzeyine bağlanmaktadır. Demokratik kuramın yüksek çözümleyicilik şansı olduğuna özel vurgu yapılarak izahı şöyle yapılmaktadır; “Ne devlet sınırlarından ayrılmayı ne de karşı ulus-devlete yönelmeyi gerekli ve zorunlu kılmasıdır. Devlet olmayan, devleti hedeflemeyen, ret ve inkâr da etmeyen esnek bir çözüm öngörmesi demokratik kuramların büyük şansıdır.”
Kuramsal boyutta sistemsel tıkanıklığa, krize yol açan modernist ideoloji ve izdüşümlerini aşma yolları aranıyor. Bu ideolojik, bilimsel, sosyolojik, felsefik krizi aşma iddia ve çözüm yolları gösteriliyor. Modernist ideoloji olarak pozitivizm, buna bağlı olarak Fransız pozitivist sosyal bilimciliği, buna dayanan cumhuriyet modeli ve son iki yüzyılın oryantalizminin yarattığı sonuçlar gözler önüne seriliyor. Türkiye ve Ortadoğu’da etkili olan bu ideoloji, felsefe ve cumhuriyet modelinin olumsuz yönlerini aşmak demokratik kuram ve açılımın mihenk taşlarından oluyor. Geliştirilmek istenen Türkiye ve Ortadoğu modelinin tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak dayanacağı gerçeklik şöyle temellendiriliyor;
“Ortadoğu’nun 15.000 yıldan beri kanıtlanmış kültürel öncülük değerlerini, özellikle son 5.000 yılı aşkın merkezi uygarlıkların başat olmuş kültürel değerlerini, ondaki çözüm olanaklarını hepten göz ardı edip çoğu da Ortadoğu kültüründen aşırılmış Avrupa’nın son beş yüz yıllık kaba maddeci pozitivist yaklaşımlı kültürüyle sorunlarımıza, temel toplumsal sorunlara anlam yükleyebileceğimizi ve bu sorunları çözebileceğimizi pek zannetmiyoruz. Bu kültür esas alınarak varılacak çözümler daha hastalıklı yapılanmalara yol açabilir. Doğru olan, Avrupa merkezli ideolojik hegemonyadan kurtulmak, Ortadoğu ve diğer Doğu geleneğindeki muazzam insani değerleri ve toplumsal sorunların çözüm yaklaşımlarını gündemleştirmektir.”
Not: Yazının Üçüncü bölümü haftaya yayınlanacaktır.