Avukat Suzan Akipa: Komplo teyit edildi
- 09:07 8 Ekim 2024
- Güncel
Elfazi Toral
İSTANBUL - İtalya Başbakanı olan Massimo D’Alema’nın, ABD Başkanı Bill Clinton’un kendisini arayarak, “Öcalan’ı Türkiye’ye verin” açıklamasını değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Suzan Akipa, komplonun “teyit” edildiğini vurguladı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998’de başlayan uluslararası komplo sonucu Türkiye’ye getirilerek, kendisi için özel olarak hazırlanan İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konuldu. Tutsak bulunduğu günden bu yana tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan, 43 aydır mutlak tecrit altında. Yıl dönümü dolayısıyla tekrar gündeme gelen uluslararası komploya dair son olarak Medya Haber TV’ye bağlanan dönemin İtalya Başbakanı olan Massimo D’Alema, komploya dair önemli açıklamalarda bulundu. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un kendisini arayarak, “Öcalan’ı Türkiye’ye verin” dediğini belirten, Massimo D’Alema, Kürt sorununun çözümü için 25 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması gerektiğini vurguladı.
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Suzan Akipa, komplo sürecine ve İtalya Başbakanı Massimo D’Alema’nın açıklamalarını değerlendirdi.
‘Avrupa ülkelerinin cevabı komplonun parçası olmak’
Abdullah Öcalan'a dönük uluslararası komplonun 26’ncı yılında olduğunu anımsatan Suzan, komplo sürecini hatırlattı. Suzan, “Tam 26 yıl önce 9 Ekim 1998’de genelde emperyal, küresel güçlerin özelde de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Orta Doğu’yu dizayn etme ve kendi çıkarlarına dayalı olarak şekillendirme politikası ve bununla birlikte Türkiye’nin Suriye üzerindeki baskıları sonucu Sayın Öcalan Suriye’den ayrılıp yönünü Avrupa’ya vermişti. Sayın Öcalan, Kürt sorununu Avrupa hukuku içinde demokratik, barışçıl, diplomatik ve evrensel hukuk rejimi kapsamında çözmek için yönünü Avrupa’ya verdi. Fakat Avrupa ülkelerinin buna cevabı; bu komplonun parçası olmak oldu. O dönem Sayın Öcalan’a havalimanları kapatıldı, siyasi iltica talepleri işleme alınmadı, muğlakta bırakıldı, istenmeyen kişi ilan edildi, bütün kapılar kendisine kapatıldı. Fakat buna rağmen, Sayın Öcalan’ın zorlu şartlara rağmen Avrupa’da kaldığı süreç içerisinde yapıcı, kurucu, anlamlı çalışmaları oldu. Tıpkı 1993’ten bugüne kadar ısrarla geliştirdiği barış ve demokrasi projeleri gibi. Eğer Avrupa ülkeleri komplonun bir parçası olmayıp çözümden, demokrasiden ve hukuktan yana tavır almış olsalardı bugün farklı şeyler olacaktı” ifadelerini kullandı.
‘Söz konusu Sayın Öcalan olunca yasaklar çiğnendi’
9 Ekim 1998’de başlayan komplonun 15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan’ın Avrupa ve ABD “işbirliğiyle” Türkiye’ye verilmesiyle devam ettiğinin altını çizen Suzan, “Komplo, İmralı işkence sistemi ile derinleştirildi ve bugün mutlak iletişimsizlik hali ile güncelleniyor. Kaçırma ve teslim etme; Avrupa hukuku içinde mutlak olarak yasaktır. ‘İade edilemez’ ilkesi var ve Avrupa’nın siyasi sınırlarını mutlak bağlar. Fakat söz konusu Sayın Öcalan ve elbette ki temsil ettiği Kürtlük olunca yasaklar çiğnendi. Uluslararası sözleşmeler, bağlayıcı hukuk kuralları ve vicdani ilkeler çiğnenmemiş gibi davranıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de 2005 kararı ile bunu görmedi. Görmek istemedi. Fakat geldiğimiz aşama itibari ile ve içinden geçtiğimiz süreçte tanıklık ediyoruz ki bu durumun sonuçları çok ağır oldu. Türkiye’nin içine sürüklendiği bütün toplumsal sorunlar Kürt meselesi ve Sayın Öcalan’ın durumu ile bağlı” diye konuştu.
‘Komplo teyit edildi’
Komplo döneminde İtalya Başbakanı olan D’Alema’nın açıklamalarına da değinen Suzan, “Kendisinin ifadeleri ile bir kez daha komployu teyit edilmiş oldu. Sayın Öcalan’a yönelik politikaların nasıl da ABD, NATO, Avrupa ve Türkiye’nin ilişkileri sonucu geliştirildiğini ve gayri resmi yollarla yürütüldüğünü yeniden gördük. Sayın Öcalan İmralı Adasını tanımlarken de üç ayaklı bir sistem olarak, bir ayağı ABD bir ayağı Avrupa bir ayağı Türkiye olarak tanımlıyor. Eski başbakanın bu açıklamaları komplonun; ulus-devletler koalisyonu içinde devletlerarası çıkar ilişkisini bizzat tanımlıyor ve sistematik-planlı-kirli bir politika olduğunun itirafıdır. Daha önce de bu konuda bazı ilgililer ve o dönem diğer yetkililer tarafından çok şey yazıldı, çizildi. Eski başbakanın bu açıklaması, bu konudaki ilk açıklama değil. Ama bir teyittir.”
Komployu mahkum etmek hayati önemdedir
Suzan son olarak şunları söyledi: “Umuyoruz ki AİHM önünde bekleyen davalarda mahkeme üyeleri komplo gerçeğini bir kez daha göz önünde bulundururlar. Evrensel hukukun mahkemelere verdiği sorumluluk gereği, elbette ki hakimlerin bu gerçeği görmesi gerekir. Bundan kaçınamayacakları çok ortada. Toplumsal ve hakiki bir adalet için; komplo durumunu tespit etmek, bu komployu mahkum etmek ve demokratik bir çözüm geliştirmek hayati önemdedir.”