Gülistan Kılıç Koçyiğit: İmralı’da bir barış direnişi var

  • 09:01 26 Mart 2024
  • Güncel
 
Neslihan Kardaş
 
QERS - PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik 3 yıldır süregelen ve mutlak bir nitelik kazanan tecridin, hayatın her alanına yayıldığını ifade eden DEM Parti Grup Başkanvekili ve Qers Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, "İmralı tecridi yüzyıllık tarih içerisinde okunmalı. İmralı’da bir barış direnişi var. 25 yılını barışa, Kürt sorununun demokratik çözümüne, Kürt halkının eşitliğine, özgürlüğüne ve anayasal statüsüne vakfetmiş bir İmralı barış direnişi var" dedi.
 
25 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile ilgili 3 yıldır herhangi bir haber alınamıyor. Abdullah Öcalan ile aynı koşullar altında tutulan siyasi tutsaklar Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım'ın da durumu benzerdir. İmralı Adası'ndaki tecridin sona erdirilmesi yönündeki tüm başvurular yanıtsız kalırken, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi talebiyle 27 Kasım 2023'ten bu yana siyasi tutsaklar açlık grevini sürdürüyor. Devam eden açlık grevleri ve farklı kentlerde tutsak yakınları tarafından başlatılan adalet nöbetleri de kesintisiz sürüyor. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili ve Qers Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, tecritle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
 
‘İmralı tecridi yüzyıllık tarih içerisinde okunmalı’
 
Kürt sorununun yüzyıllardır süregelen bir mesele olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda tekçi bir anlayışın hakim olduğunu belirten Gülistan, "Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu zaman gerçekten çoğulcu bir şekilde kurulmadığı için halkları, inançları, toplumsal kesimleri kapsamadığı için her toplumsal kesim nihayetinde var olan rejim ve sistem içerisinde bir şekilde asimile edilmeye çalışılmış. Kürt halkı da bu sistem içerisinde maalesef en fazla asimilasyona maruz kalan halklardan ve en fazla varlığı ret ve inkar edilen halklardan birisidir” dedi. Bu inkar ve asimilasyon politikasına karşı yüzyıllardır süren bir mücadelenin olduğunu vurgulayan Gülistan, "“Bu yüzyıllık ret ve inkar politikasına karşı sürdürülen mücadelenin son 45 yılı çatışmalı bir şekilde devam ediyor. Bu anlamıyla aslında Sayın Öcalan’ın 1999 yılında Türkiye'ye getirilmesi ve İmralı ada hapishanesine konulması meselesini de bu yüzyıllık tarih içerisinde okumak gerekiyor. Hem uluslararası güçlerin kendisi hem de Türkiye’deki statükocu devlet yapısı aslında Kürt sorununu çözmek istemiyor bu çok açık ve net” şeklinde konuştu.
 
‘Süreci bitirmeyi düşündüler’
 
Abdullah Öcalan'ın 1999 yılından önce sonra da defalarca ateşkes ilan ettiğini ve devlete diyalog çağrılarında bulunduğunu hatırlatan Gülistan, “Dönem dönem devlet ile görüşmeler gerçekleşti. Hatta bu nedenle çözüme ve barış aklına bir şekilde yaklaşan devlet görevlilerinin yaşamlarını şaibeli bir şekilde yitirdiklerini de biliyoruz, Özal bunların başında geliyor” diye ifade etti. Bu anlamıyla devletin içerisinde temel bir akıl olarak Kürt sorunu eksenli bir çözümsüzlük aklı olduğunu söyleyen Gülistan “Sayın Öcalan İmralı cezaevine konulduğunda da aslında süreci bitirebileceklerini düşünen bir devlet aklı vardı. Bundan sonra Kürt halkı eşitlik, özgürlük ve statü talebinden vazgeçer gibi bir akıl vardı. Ama 25 yıllık süreç bunun böyle olmadığını çok açık ve net bir şekilde gösterdi” şeklinde konuştu.
 
‘Çözümün adresi Öcalan’
 
Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya getirilmeden önce de sıkça Türkiye halkları ile birlikte ortak yaşama iradesinin Kürt sorununun demokratik çözümüne bağlı olduğunu, Kürt sorunu demokratik yollarla çözülürse Türkiye’nin nasıl yol alacağını vurgu yaptığını söyleyen Gülistan, “25 yıllık bütün İmralı süreci de aslında Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi üzerine yoğunlaşması ile geçti. Belki merkezinde Kürt sorunu var. Ama sadece Kürt halkı ekseninde değil aslında hem Türkiye’de yaşayan halkların hem Orta Doğu’da yaşayan halkların nasıl eşit ve özgür olabileceklerini, ulus-devlet mantığının nasıl bir kölelik sistemi olduğunu ve bu mantığın toplumları nasıl kuşattığını çok sistematik bir şekilde hem savunmalarında hem İmralı’ya giden heyetlere hem de avukatlığı aracılığı ile kamuoyuna aktardı. Çözümün adresi olduğunu, çözüm istediğini açık ve net bir şekilde ifade etti. Son telefon görüşmelerinde de ‘bana imkan verilirse en azından bu çatışmalı süreci bir haftada bitirebilirim’ demişti. Bu mevcut içerisinde bulunduğumuz koşulları göz önünde bulundurduğumuzda ne kadar muazzam bir gücünün olduğunu da açık ve net bir şekilde gösteriyor” diye ekledi.
 
‘Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü’
 
Gülistan, tecridin neden devam ettiğine ve Abdullah Öcalan'ın neden 25 yıldır tecrit altında tutulduğuna dair, "Sayın Öcalan, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözülebileceğine, Kürt halkının Türkiye Cumhuriyeti içinde anayasal bir statü kazanması gerektiğine, dil, kültür ve diğer inkar edilen hakların iadesini istediklerini, bunun demokratik yollarla hızla gerçekleşebileceğini ifade ediyor" dedi. 
 
‘İktidar savaştan besleniyor’
 
Barış ve çözüm odaklı düşüncenin, mevcut ve geçmiş iktidarları rahatsız ettiğini belirten Gülistan, “Şu an mevcut olan hükümet de önceki hükümetler de savaştan besleniyor.  Toplumu ve kendi tabanlarını kontrol etmek için sürekli bir korku iklimine ihtiyaçları var. Bu korku iklimini canlı tutmaları gerekiyor ve bunu iki şekilde yapıyorlar. Birincisi Kürt sorununu sürekli derinleştirerek, çözü msüz bırakarak, zamana yayarak yapıyorlar. İkincisi de dış güçler hikayesi ile sıkça söylenen Türkiye’nin birliğine karşı güçler var ve bu güçler birliği bölmek istiyorlar.  Paranoyasıyla çözümsüzlüğü derinleştirmek istiyorlar. Bu anlamıyla temel olarak en fazla göze çarpan bu politikanın birkaç yansıması oluyor. Bir iç savaş ve çatışma devam ediyor. Buna bağlı olarak asker ölümleri devam ediyor, gerillalar yaşamını yitiriyor. Yani bir sıcak çatışma halinin kendisi devam ediyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Kürt halkının demokratik hakları askıya alınıyor’
 
Savaş bütçesinin devlet bütçesinin büyük bir kısmını oluşturduğunu ve bu durumun mecliste sıkça tartışıldığını vurgulayan Gülistan konuşmasında şu sözleri kullandı: “Çok ciddi bir şekilde askeri harcamalar oluyor. Türkiye ciddi bir savaş sanayisi üzerinden kendisini büyütmeye ve yol almaya çalışıyor. Bununla beraber Kürt halkının demokratik bütün haklarını askıya alıyorlar. Seçme seçilme hakkı, kendini temsil etme hakkı, kentlerini yönetme hakkını askıya almış durumdalar ve bu anlamıyla en temel yurttaşlık haklarını yok ediyorlar. Bununla beraber Kürt kültürünü, Kürt dilini, Kürtlerin var oluşuna yönelik her şeyi yok etmeye çalışan, Kürtlerin hafızasızlaştırmaya çalışan, Kürtleri tarihsiz ve köksüzmüş gibi yansıtmaya çalışan bir operasyon var. Sayın Öcalan’a aslında tecrit uyguladıkları için bütün bu politikalara devam ettiriyorlar. Bunların birbiriyle bağlantılı olduğunu, birbirini besleyen politikalar olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu tecrit Kürt halkına, barışa, emekçilere yönelik. Türkiye’de yaşayan 81 milyona yurttaşa yönelik bir tecrit. En temel başlıklarından biri Kürt sorunudur. Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikasıdır. Ama bununla beraber aslında bunun çok daha ötesine geçen Türkiye’de tam bir faşizmi tahkim etme meselesidir. Tecridin Türkiye’ye gerçek anlamda bir faşist iktidarı güçlendirmek, bir faşist iktidarı tahkim etmek olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunun yolunun da hem tecrit politikasından geçtiğini düşünüyorlar hem de savaş ve çatışmadan geçtiğini düşünüyorlar. Bu nedenle de tecrit politikasını da gün geçtikçe derinleştiriyorlar.” 
 
‘Gerçekten özgür müyüz?’
 
“Tecrit dediğimiz şeyi biz İmralı, Sayın Öcalan ve onunla aynı cezaevinde olan üç siyasi mahpus özelinde konuşuyoruz. Ama bu tecridin gündelik hayatın her alanına sirayet etmiş” diyen Gülistan, “Hayatımızın her anına baktığımız zaman hangimiz dışarıdayız diye özgürüz diyebiliriz ki? ‘Gerçekten özgür müyüz?’ sorusunu herkesin sorması gerekir. Özgür olmanın koşullarına sahip değiliz. En temel haklarımız yok ediliyor, askıya alınıyor. En sıradan hakkımız olan basın ve ifade özgürlüğümüzü dahi kullanamıyoruz. Bugün Kürtler olarak dilimiz, kimliğimiz yasaklanıyor. Newroz kutlamalarında onlarca merkezden telefon aldık; ‘yöresel kıyafetimizle Newroz alanına giremiyoruz’ diye. Bir bayram olan Newroz bayramına insanlar kendi yöresel kıyafetleri ile katılmasına bile tahammül edemeyen bir ceberut sistemden bahsediyoruz. İşte tecrit tam da budur. Yani gündelik hayatın içerisindeki her türlü var oluş eylemimizi, kendi kimliğimize dair her sözümüzün hatta giyimimizin, kuşamımızın engellenmesine ve yasaklanmasına karşı bir politikanın aslında yayıldığını görüyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘İmralı’da bir barış direnişi…’
 
İmralı’nın bir laboratuvar gibi kullanıldığını, ağırlaştırılmış tecrit ve işkence politikasının ülkenin dört bir yanındaki cezaevlerine sirayet ettiğini aktaran Gülistan, “Bütün hukuksuz işlemler ilk önce İmralı’da başladı, Örneğin ilk önce İmralı’da avukat görüşlerine kamera koydular, İmralı’da telefon kısıtlamaları yaşandı. Hiçbir zaman Sayın Öcalan telefon hakkını kullanamadı. Son bir istisna yaptılar o da yine konuşma nedeniyle kestiler, çok sınırlı bir konuşmaydı. Bayram görüşlerinden aile, avukat görüşlerine kadar kısıtlamalar ilk İmralı’da gerçekleşti. Sonra da ülkenin dört bir yanındaki siyasi tutsaklara yönelik bir işkence politikasına döndü. Artık sadece cezaevlerinde değil, hayatımızın her alanında tecrit altına alınmış bir yaşamdan bahsediyoruz. Bu yüzyıllık devletin yürüyüşünün içerisinde çok temel bir politika olduğunu ifade edelim. Dönem dönem bazı gerileme ve gevşemeler olsa da devletin asli aklının Kürde karşı hiç değişmediğini görebiliyoruz. Bunu çeyrek asırlık İmralı sürecinden görebiliyoruz. Sayın Öcalan’ın devlete karşı, devlette çözüm aklını geliştirmek için de temel bir yaklaşımı ve mücadelesinin olduğunu görüyoruz. Özellikle İmralı’ya heyetler gittiğinde görüşmeler sırasında devlette bir çözüm aklı oluşturmaya çalıştığını ifade etmişti. Son görüşmelerde aslında Kürt halkına anayasal bir yer açmaya çalıştığını ifade etmişti. Tüm bu ifadeleri aslında evrensel insan haklarıyla, evrensel hukukla da bağını kuran bir yerden ifade ediyordu. Bu anlamıyla İmralı’da bir barış direnişinden bahsedebiliriz. 25 yılını barışa, Kürt sorununun demokratik çözümüne, Kürt halkının eşitliğine, özgürlüğüne ve anayasal statüsüne vakfetmiş bir İmralı barış direnişinden söz edersek yanlış söylememiş oluruz” dedi.
 
Tecrit ve açlık grevleri
 
25 yıllık tecrit sürecinin dönem dönem daha da ağırlaştığını, mutlak tecride dönüştüğünü söyleyen Gülistan, Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı sıkça açlık grevi eylemleri de yapıldığına işaret etti. 2016 yılında ilk olarak 50 siyasetçi ve demokratik kurum temsilcisinin açlık grevi eylemini başlattığını hatırlatan Gülistan, “Bunun sonucunda bir görüşme olmuştu. Daha sonra Sayın Leyla Güven’in açlık grevi başlamıştı ve 200 gün devam etmişti. Yine birçok cezaevi bu açlık grevine başlamıştı ve ölüm orucuna dönmüştü. Tüm bu açlık grevlerinde ve direnişlerden sonra biz Sayın Öcalan’dan bir ses duyabilmiştik. Burada bir özeleştiri de verilmesi gerekiyor. Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit her derinleştiğinde cezaevindeki siyasi tutsakların bunun sorumluluğunu ilk elden hisseden olması ve ellerindeki tek güç olan bedenlerini açlığa yatırmaları en başta bizlere yönelik büyük bir eleştiri olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bunu gerçekten bir yetersiz yoldaşlık olarak tanımlayabiliriz. Biz dışarıdayız, biz daha çok mücadele edebiliriz ve gerçekten bu tecridin kaldırılması için daha fazla eylemsel halde olabiliriz. Bu anlamıyla bir eksiklik ve bize yönelik bir eleştiri olduğu çok açık ve net. Bu konuda özeleştiri pozisyonundayız. Tabi siyasi tutsaklar çok net bir şekilde ‘biz Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Sayın Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılmasını istiyoruz’ diyorlar. Bu talep o kadar meşru ve haklı bir talep ki bu talebin önünde hiçbir güç duramaz. Mesele bu talebi toplumla buluşturmak” diye vurguladı.  
 
Adalet Nöbetindeki anneler
 
Birçok kentte tutsak annelerin başlattığı “Adalet Nöbetleri” eylemlerine de dikkat çeken Gülistan, “Annelerin ilk olarak bu talep karşısında duyarlılık gösterip Adalet Nöbetini başlattıkları gibi aslında milyonları bu talebin etrafında örgütleyip kenetleyebilmek ve bu talebi toplumsallaştırmak gerekiyor” çağrısında bulundu.
 
‘Bu yüzyılın demokrasi işe taçlanması gerekiyor’
 
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında olduklarına vurgu yapan Gülistan, bu yüzyılın demokrasi ile taçlanması gerektiğini dile getirdi. Gülistan, “Demokratik cumhuriyetin inşa edilmesinin yolu Kürt sorununun demokratik çözümünden geçiyor. Kürt sorununun demokratik çözümünün yolu da İmralı’daki tecridin kalkması ve Sayın Öcalan’ın artık fiziki özgürlüğünün sağlanmasından geçiyor. Bunlar zincirleme birbirine bağlı olan meseleler. Birini gerçekleştirmeden bir sonraki amaca ulaşılması mümkün değil. Bu anlamıyla bizlere düşen en büyük görev; barış mücadelesini toplumsallaştırmaktır. İmralı sürecindeki en büyük yanılgımız belki de bütün yükü ve sorumluluğu Sayın Öcalan’a yüklemek oldu. Oysaki Sayın Öcalan her zaman ‘barış mücadelesini toplumsallaştırmanız gerekiyor’ dedi. Bu konuda biz eksik kaldık. Ama bugün bunu yapmamız gerekiyor. Barış talebinin etrafında milyonları örgütlemek ve bunu gerçekleştirmek için de Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması talebini milyonlarla buluşturmak ve bunun örgütlülüğünü sağlamamız gerekiyor” sözlerini kullandı. 
 
‘Kürt sorunu çözülmeden bu ülke demokratikleşemez’
 
Cezaevindeki tutsakların açlık grevi eylemleri ile annelerin ise Adalet Nöbeti eyleminin kendilerine mücadele yolunu çok açık bir şekilde gösterdiğini kaydeden Gülistan son olarak şunları söyledi:  “Bizim de bunu toplumla buluşturmamız gerekiyor. Dışarıda da 1 ile 15 Şubat arası bir Özgürlük Yürüyüşü oldu bu da gerçekten büyük bir ses getirdi. Toplumun Sayın Öcalan’ın sesine, barış mücadelesinin toplumla mücadelesine ihtiyacı olduğunu bir kez daha gördük. Bu yakın süreçte de hem barış talebinin hem de Sayın Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebini Newroz alanlarına neredeyse damga vurduğunu görüyoruz. Bunu çok daha sistematik bir şekilde hayatın her alanında, her gününde ilmek ilmek örmek gerekiyor. Türkiye’nin her alanına Kürt sorunu çözülmeden bu ülke demokratikleşemez, bu ülkede hiç kimse mutlu olamaz, hiç kimse özgür olamaz tespitini anlatmamız ve ulaştırmamız gerekiyor. Bu sorumluluk sadece Kürt halkının sırtında olan bir sorumluluk değil, Türkiye’de yaşayan herkesin sorumluluğudur. Çünkü bu savaş sadece Kürtleri değil Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanı etkiliyor. Bu gün açlık sınırı 15-17 bin liraları bulmuşken emekliler sadece 10 bin lira alıyorsa demek ki bu ülkede bir sorun var. İşte bu sorun Kürt sorunudur. Ülke bütün kaynaklarını savaşa, silaha harcanıyorsa toplum bunu sorgulamalı. Mermiye, kurşuna, silaha giden para kimin parası? Bizim paramız. Ben paramın bana, çocuklarıma, bu toplumda yaşayan herkese akması gerektiği eylemini büyütmemiz gerekiyor. Yoksa çok açık ve net bir şekilde bu iktidar savaş üzerinde kendini daha fazla büyütecek. Bu savaşı derinleştirerek iktidarını tahkim edecek, büyük bir faşist ceberut sistemi kalıcı hale getirecek ve milyonları köleleştirmeye devam edecek. İşte milyonların köleleşmemesinin yolu Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü ve bunun için mücadeleden geçiyor.”