Kati Piri: AİHM kararlarına saygı yoksa Türkiye ile işbirliği de yok

  • 09:04 29 Mayıs 2024
  • Güncel
 
Melek Avcı
 
ANKARA - Hollanda milletvekili ve Avrupa Parlamentosu'nun eski Türkiye Raportörü Kati Piri, Türkiye’nin Kobanê Davası kararlarını yargıya siyasi müdahale olarak değerlendirerek “Mahkûmiyet kararlarının dayandığı hukuktu ama asıl olan sarayın isteğiydi. AİHM’in  kararlarına saygı gösterilmediği sürece bu konuda Türk hükümeti ile işbirliğine devam edemeyiz” dedi.
 
Hollanda milletvekili ve Avrupa Parlamentosu'nun eski Türkiye raportörü Kati Piri Kobanê Davası’ndan Kürt siyasetçilere çıkan cezalara ilişkin değerlendirmede bulunurken Avrupa Birliği (AB) ve uluslararası kurumların evrensel hukukun uygulanmasındaki rolünü ve amacına dair JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
 
“Avrupa Birliği'nden, Avrupa Konseyi'nden ve uluslararası toplumdan bunun kabul edilemez olduğuna dair güçlü bir tepki almalıyız. Eğer uluslararası hukukta çifte standartları kabul etmeye başlarsak ya da sizin de söylediğiniz gibi Türk hükümetinden bu tür açıklamalar gelirse bunu işletmenizin hiçbir yolu olmaz.”  
 
*AİHM’ in iki kez verdiği karara rağmen Kobanê Davası’nda Kürt siyasetçilere ve HDP'lilere ağır cezalar verildi? Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Bu açıkça siyasi bir süreç, asla hukuki bir dava olduğunu düşünmüyorum. Eğer Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa'daki en yüksek mahkeme, ki bu mahkemenin sözleşmelerini de bizzat Türkiye’nin kendisi imzalamıştır, eğer bu mahkemenin yargıçları bunun bir ceza davası olmadığına karar verdiyse, o zaman şimdi Türkiye'nin içinden gelen bu hükme bakışımız budur:  Demek ki bunlar siyasi kararlar, yani hedef alınanlar siyasi tutsaklar. Bu bir sürpriz değildi. Bunu başka davalarda da gördük. Ancak tabii ki sürpriz olmasa da, yine de bu kararların sadece çok endişe verici olduğunu söylemekle yetinmeyip, aynı zamanda Avrupa Birliği'nden, Avrupa Konseyi'nden ve uluslararası toplumdan bunun kabul edilemez olduğuna dair güçlü bir tepki almalıyız.
 
*Bu kararı AİHM’e, evrensel hukuka bir meydan okuma olarak değerlendiriyor musunuz? Çünkü daha önce Erdoğan AİHM kararını tanımadıklarını söylemişti?
 
Bir uluslararası anlaşmayı imzalayıp sonra da kendi mahkemenizin kararıyla beğenmediğinize karar verip uygulamamazlık edemezsiniz. Uluslararası hukuk bu şekilde işlemez. Bakın, uluslararası hukukun dünya çapındaki gidişatı konusunda çok endişeliyim. Yaşanan rezaletlere bakın.  Örneğin Amerika'nın,  Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısına verdiği tepki bunlardan biri; savcı sadece Hamas için değil İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı için de tutuklama emri istemişti. Amerika'nın verilen bu karara tepkisi ise bunun çok çirkin olduğu ve mahkemeye ve yargıçlara yaptırım uygulanması gerektiği yönünde oldu. Bence bu çok ama çok tehlikeli bir gelişme. Elbette demokratik yollarla seçilmiş liderler de uluslararası kurallara aykırı ya da kötü uygulamalar yapabilirler, yapmazlar diye bir kaide yok. Eğer uluslararası hukukta çifte standartları kabul etmeye başlarsak ya da sizin de söylediğiniz gibi Türk hükümetinden bu tür açıklamalar gelirse bunu işletmenizin hiçbir yolu olmaz. Gerçekten de evrensel hukukun uygulanmak istenmediği bir dünyaya giriyoruz.  Fakat herkesin aynı yasaya göre yargılanması gerektiğini düşünüyoruz ve yargıçlar siyasi müdahalelerden bağımsız olmalıdır. Dolayısıyla sadece Kobanê Davası ve Türkiye'deki kararlar için değil, genel olarak çok endişeliyim. Bu açıklamaları yapan Erdoğan da olsa, Biden da olsa, hukuk herkesin haklarını korumak için vardır ve mahkemelerin kararlarına saygı gösterilmelidir.
 
“Avrupa Birliği'nin; insan hakları ihlallerine, Türkiye'de yargının bağımsızlığı ile ilgili sorunlara, Türkiye'de çalışan gazetecilerin sorunlarına karşı ve açık eğilimleri hakkında daha fazla ses çıkarması kesinlikle daha güçlü bir etki olurdu”
 
* Bu hükmün çıkmasında kararlar uygulanmadığında, işkence suçu işlendiğinde uluslararası hukuk sisteminin seyirci kalmasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
 
Bakın, bu cevaplaması zor bir soru çünkü sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan da son seçimde gördü ki Türkiye’dekilerin çoğunluğu onun arkasında durmuyor. Dolayısıyla, eğer devlet başkanı olma ve hükümet kurma sorumluluğunuz varsa, doğal olarak sadece kendi seçmenleriniz için iyi olan politikaları uygulamazsınız, aynı zamanda tüm ülke için, ülkenizde yaşayan tüm vatandaşlar için, elbette belirli bir siyasi partiden olmanıza bakılmaksızın, bir sorumluluğunuz vardır. Böyle olmanız gerekir. Biliyorsunuz, geçmişte de Avrupa Birliği'ni bazen Türkiye'nin lehine, bazen de Türk hükümetinin aleyhine olmak üzere çok sık eleştirmiştim. Bence Avrupa Birliği'ni yönlendiren şey sadece ticaret ya da göç gibi çıkarlar olmamalıdır, her zaman değerlerle desteklenmelidir. Biz neyi savunuyoruz? Burada insan hakları çok önemli bir konu, özellikle de bu sürecin tamamen tıkandığını bilmemize rağmen hala AB üyeliğine aday olma isteğini dahi geri çekmemiş olan Türkiye için. Eğer böyle bir isteğiniz varsa, bu sadece kâğıt üzerinde olsa bile, yükümlülükleri de beraberinde getirir. Dolayısıyla AB'nin Türkiye'yi bir şey yapmaya ya da yapmamaya zorlayabileceğini düşünmüyorum. Ancak Avrupa Birliği'nin;  insan hakları ihlallerine, Türkiye'de yargının bağımsızlığı ile ilgili sorunlara, Türkiye'de çalışan gazetecilerin sorunlarına karşı ve açık eğilimleri hakkında daha fazla ses çıkarması kesinlikle daha güçlü bir etki olurdu diye düşünüyorum. Çünkü AB sadece birlikte çalıştığı ve ticaret yaptığı ülkelerle ilişkilerden ibaret değil; AB’nin kurulmasının tüm nedeni, savunduğunuz değerlerle de ilgilidir ve eğer bu değerleri dış politikanıza ve Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki politikanıza yansıtmayı unutursanız, güvenilirliğinizi kaybedersiniz.
 
“Türkiye'de son yıllarda yargıya büyük siyasi müdahalelerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla halen orada bulunan yargıçların çoğuna yargıç diyemezsiniz çünkü ya siyasi bir süreçle oraya getirilmişler ya da belirli kararları vermeleri için şantaja maruz kalıyorlar.”
 
*Kobanê hükmüyle birlikte, söz konusu devletlerin çıkarları olduğunda demokrasi, hukuk ve insan haklarının pazarlık konusu haline getirildiği yönünde Kürt halkında yaygın bir kanı gelişiyor. Haksız bir kanı mı sizce bu?
 
Elbette insanların neden böyle düşündüğünü anlayabiliyorum. Fakat bu yolda ilerlersek bu çok tehlikeli olur. Bazen çifte standart uygulandığını da görüyorum, ancak uluslararası hukuka sahip değilseniz, bu sisteme dâhil değilsek, ülkelerin dayandığı bir temel yoksa bu tutuma saygı duymadığımızı bilmelisiniz. Uluslararası bir hukuk düzenine tabi değilsek eğer o zaman kimsenin korunmadığı bir kaos yaşayacağız. Belki bana eski kafalı bir politikacı diyebilirsiniz ama ben hala bunu tüm demokratik ülkelerin uyması gereken çok önemli bir şey olarak görüyorum, asla yargıçlara saldırmamak, müdahale etmemek gerekir. Hukuk sistemine siyasi olarak müdahale etmeye çalışmayın. Sonuçlara, kararlara saygı gösterin. Ben bir siyasetçi olarak, bağımsız yargıçlar tarafından bir karara bağlandığını bildiğim durumlarda açıklama yapmak konusunda her zaman çok dikkatli davranırım. Elbette bazen kararı beğeniyor veya beğenmiyor olabilirim ancak bunu asla söylemem çünkü evrensel yargının bağımsızlığını zedelemek istemem. Şimdi Türkiye'de son yıllarda yargıya büyük siyasi müdahalelerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla halen orada bulunan yargıçların çoğuna yargıç diyemezsiniz çünkü ya siyasi bir süreçle oraya getirilmişler ya da belirli kararları vermeleri için şantaja maruz kalıyorlar. Bu nedenle özellikle çok siyasi bir dava olan bu üst düzey davada değerlendirme yapmanın hukuku sarsıcı olduğunu düşünmüyorum çünkü bunun hukuki olduğunu düşünmüyorum. Mahkûmiyet kararlarının dayandığı şey hukuktu ama aslolan sarayın isteği buydu.
 
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına saygı gösterilmediği sürece bu konuda Türk hükümeti ile işbirliğine devam edemeyiz. Türkiye ile kurulan tüm diplomatik ilişkilerimizde bu davaların en üst düzeyde gündeme getirildiğinden emin olmalıyız.”
 
*Bu hukuksuz kararların ve yarattığı mağduriyetlerin giderilmesi için uluslararası kurumlar, Avrupa ne yapacak, adım atacak mı? Ya da size göre ne yapmalıdır?
 
Öyle umuyorum ve öyle de yapmalılar. Biliyorsunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi, eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin çeşitli kararları kendisine üye devletler tarafından açıkça hiçe sayılıyorsa, o zaman tüm üyelerine sesini yükseltmelidir. 40'tan fazla ülke var; dolayısıyla Avrupa Konseyi'nde yer alan AB ülkelerinin de bu konuda çok ama çok net bir açıklama yapmasını bekliyorum. Bildiğiniz üzere birkaç hafta önce Hollanda parlamentosunda, AB Türkiye Gümrük Birliği'nin modernizasyonu ile ilgili tartışmalar yapılırken inisiyatif aldım, ki ben genel olarak ülkeler arası ticaretten yanayım. Ancak koşulsuzca değil ve bunu çok net bir şekilde söylemek isterim; Hollanda parlamentosunun çoğunluğu da bunu kabul etti. Yani şu anda Hollanda hükümetinin de pozisyonu bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına saygı gösterilmediği sürece bu konuda Türk hükümeti ile işbirliğine devam edemeyiz. Şu anda elimizde bu dava var, tabii ki açıklamaları da var. Selahattin Demirtaş davası ve yıllar önce de Osman Kavala ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği karar var. Türkiye ile kurulan tüm diplomatik ilişkilerimizde bu davaların en üst düzeyde gündeme getirildiğinden emin olmalıyız.
 
“Erdoğan hiçbir zaman Sayın Öcalan'a alenen saldırmadı çünkü Sayın Öcalan'ın diyalog için gerekli olduğunu biliyor. Diyalog için Sayın Öcalan'a ihtiyaç var çünkü Kürt halkı arasında en çok saygı duyulan kişinin kendisi o. Avrupa Birliği de Türkiye'deki demokratik süreç için bunun kilit önemde olduğunu, bu diyalog olmadan demokratik bir Türkiye'nin olamayacağını biliyor.”
 
* Kürt sorunun çözümü için Kürt siyasetçiler her fırsatta diyalog çağrısı yapıyor ve bunun da İmralı'da 3 yıldır mutlak tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan'la olması gerektiğini düşünüyorlar. Siz çözüm için ne düşünüyorsunuz?
 
Tabii ki. Dürüst olalım, bazen insanlar bunu söylediğimde şaşırıyorlar ama biliyorsunuz, son yıllarda hükümetten ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan gelen tüm saldırıları ve aynı zamanda zor yılları, Sur'daki tüm askeri eylemleri, Diyarbakır'da Türk hükümeti tarafından şehirlerdeki tüm belediye başkanlarının değiştirildiğini hatırlıyorum. Bundan bir önceki yerel seçimde birçok Kürt aktivist, politikacının hapse girmesiyle sonuçlandı ve Erdoğan hiçbir zaman Sayın Öcalan'a alenen saldırmadı çünkü Sayın Öcalan'ın diyalog için gerekli olduğunu biliyor. Diyalog için Sayın Öcalan'a ihtiyaç var çünkü Kürt halkı arasında en çok saygı duyulan kişi. Bakın siyasi diyaloğun gerçekleştiği bir dönem vardı ve bence Avrupa Birliği de Türkiye'deki demokratik süreç için bunun kilit önemde olduğunu, bu diyalog olmadan demokratik bir Türkiye'nin olamayacağını biliyor. Kürt sorununa bir çözüm bulunamazsa, ki hepimiz Kürt sorununun askeri bir çözümü olmadığını biliyoruz,  hepimiz eninde sonunda, sizin de söylediğiniz gibi, bu meselenin diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini biliyoruz. Umarım Cumhurbaşkanı Erdoğan da kendi mirasını düşünüyordur; arkasında nasıl bir Türkiye bıraktığını, insanların onu nasıl hatırlayacağını. Her ne kadar şuana kadarki mirasına dayanarak bunun çok olası olduğunu düşünmesem de yine de küçük bir delik var. Ayrıca, kendisi de ülkedeki milyonlarca vatandaşı baskı altına alarak iyi bir mirasa sahip olamayacağının farkında. Bu yüzden bazen o diyalog sürecinde AKP'de var olan cesarete tekrar dönülmesini diliyorum, her ne kadar bazı kesimler o süreçten hoşlanmasa da bu cesarete tekrar sahip olabilmeleri iyi olurdu. Dürüst olalım ki Türkiye’de Kürt bölgelerinde tutulan sadece iki parti var, bunlarda büyük partiler HDP ve HDP'nin devamı olan partiler ve AKP. Ki bu parti de Kürt seçmenler arasında kısmen güçlü, dolayısıyla otomatik olarak çözüm ve diyaloğunun bu partiler arasında olması gerektiği anlamı çıkar. Yerelden bir diyalog kurulmalı. Umuyorum ki Kürt halkı son yıllarda çektiklerini önümüzdeki yıllarda çekmek zorunda kalmaz ve her iki tarafta da elini uzatmaya ve demokratik bir çözüme gitmeye istekli cesur insanlar var diye düşünüyorum.  Dediğim gibi, bunu şu süreçte gördüklerime dayanarak söylemiyorum,  çünkü şu anda Türk hükümeti tarafından böyle bir istek görmüyorum.  Bu yüzden her zaman Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ gibi seslerin ve demokratik diyalog için demokratik bir süreci seçen pek çok Kürt siyasetçinin sesinin etkisinin orada kalmaya devam edeceğine inanıyorum, çünkü diğer türlüsü şiddet ve çok daha fazla acı olur.
 
*Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 
Şöyle ki, kalbimde yer eden pek çok Kürdün bunu izlediğini, okuduğunu biliyorum. Bilin ki benim gibi ve diğer Avrupa ülkelerinde de yaşadığınız acıları unutmayan ve Kürt halkının demokratik haklarını savunmaya devam edecek, Kürt siyasetçilere ve Kürt hareketine karşı yapılan ihlallere ve kriminalizasyona karşı seslerini yükseltecek pek çok siyasetçi var.  Dolayısıyla, 2018'de Avrupa Parlamentosu'nda söylediğim gibi, tekrar söylemek istediğim bir şey var; Em bî tere ne.