Çiğdem Gabar’ın kaleminden ‘Bilgem’ dediği Abdullah Öcalan anıları
- 09:06 14 Şubat 2022
- Güncel
İSTANBUL - Çiğdem Gabar, akademide ders gördüğü PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yoldaşlığını şu sözlerle anlatıyor: “Bilge’nin en değer verdiği şey arkadaşlıktı. Bilge arkadaşlıklarında hep çocuk kalmayı yeğlerdi. İçindeki hayallerine ihanet etmeyen çocuğu hep yaşattı. Hayata daima bir çocuğun saf, parlak gözleriyle baktı, bakıyor. Bu yüzden gözleri bir maden cevheri gibi parlar Bilge’nin…”
Uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999 yılında kaçırılarak Türkiye’ye getirilen PKK Lideri Abdullah Öcalan 23 yıldır İmralı’da ağır bir tecrit altında tutuluyor. Tecrit koşullarına rağmen İmralı’daki süreci “Üçüncü Doğuş” olarak tanımlayan Abdullah Öcalan, burada şekillendirdiği yeni paradigmasının temel ayaklarından birini kadın özgürlüğü ekseninde geliştirdi. Abdullah Öcalan 23 yıl içerisinde çok sınırlı olarak yaptırılan görüşmelerin tümünde kadınlara yönelik düşüncelerini ve kadınların özgürleşmesinin öneminin altını çizdi.
‘Ben kadınla yoldaşım’
PKK Lideri, 2006’da verdiği mesajda kadınların yoldaşı olduğunu çok net sözlerle ortaya koydu: "Kadınlar özgürleşmek için Kadın Kurtuluş İdeolojisi'nde derinleşmeliler, ideolojik güç olarak var olabilmeliler. Erkeklere karşı alacakları çok yol var, erkeğe fazla güvenmemeli. Kadın kendi bağımsızlığını koruyacak. Kadının özgürlüğünden korkmamak gerekir. Ben kadınla böyle yoldaşım. Ben kadınlara çok görkemli yoldaşlık yaptım, kadınla çok güçlü bir arkadaşlığım var. Bu bir güç, inanç meselesi. Kadın yoldaşlarımın bana ilişkin emeklerine böyle karşılık veriyorum. Bilmelerini istediğim en önemli bir hakikat, onların savaşın da barışın da kaderini belirleyecek kadar güçlü olmaları gerektiğidir. Sevginin işçisi olarak tanımlıyorum kendimi. Sizler için yaşıyorum. Sizlerin özlemleri yaşam gerekçemdir, sizinleyim. Kazanılacak özgür bir dünya var, kazanılacak özgür bir yaşam var.”
‘Kendinize, ruhunuza ve bedeninize sahip çıkın’
PKK Lideri, kadın yoldaşlığını net ortaya koyarken bir yandan da kadının kendi öz bilinci ve gücü ile kendini koruması gerektiği noktasında da tavsiyelerde bulundu. PKK Lideri, “Saflarımıza katılan kadınlarla ilgilendim, hatta onlara bu mücadelenin zor olduğunu, 'yapamıyorsanız katılmayın' dedim. Benimle yol alan kadınlarla ilgilendim, top oynadım, yüzdüm. Ben kadınlara beş bin yıllık erkek egemen kültürünün kırılmasının kolay olmadığını, derinlikli bir mücadele gerektirdiğini hep anlattım. Ben olmasaydım, benim etki gücüm olmasaydı, kadınları bilinçlendirmeseydim orada da tecavüzler olabilirdi. Ben bir yere kadar onları korudum ve kolladım, ancak en çok onlar kendilerine sahip çıkmalı, kendilerini koruyabilmelidirler. Namus kesinlikle cinsellik değildir. Namus, öz bilinç ve güçlü iradedir. Kendinize, ruhunuza ve bedeninize sahip çıkın” sözleri ile kadınlara seslenirken, bizler de buradan yola çıkarak Abdullah Öcalan ile kalmış kadınlara ulaştık.
Abdullah Öcalan ile kalan ve şimdi cezaevinde tutulan Çiğdem Gabar, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğüne yaklaşımı JINNEWS ile paylaştı. Çiğdem Gabar’ın anıları Abdullah Öcalan’ın kadınlarla olan ilişkilenme biçimini çarpıcı bir şekilde ortaya kokuyor.
Bilgelik Diyarı…
“Bilgelik Diyarı anı toplama diyarıdır da bir anlamda. Bilge devrimimizi bir roman yazımına benzetirdi. Her devrimci bu romanın bir kahramanıydı ve kendi rolünü kendisi yazacaktı. Kürtlerin kitabı yoktu; var olanlar bin yıllar öncesinden yakılmış. Kürtler kitapsız, kimliksiz bir halk haline getirilmek istenmişti. Şimdi en nadide canlar pahasına bu kitap yazılıyordu. İçinde Agitlerin, Mazlumların, Beritanların, Zilanların kahraman adlarının olduğu, nicesinin de adı bilinmeyen kahramanlar olarak tarihe yazıldığı bir romandı bu…
Anı’larda Önderlik olurdu
Bu romanın en dikkat çeken bölümü Bilgelik Akademisi’ydi. Birçok kahraman orada anı toplardı. Orada bir anının olması için anı tadında yaşaman gerekirdi. Yaşayamadığın hiçbir anıyı toplayamazdın. Bu yüzden herkes her yaşadığını mümkün olduğunca anı kılma telaşında olurdu. Yaşanan her olay, her an anlamlandırılmaya çalışılır, kafalara, yüreklere kazınmak istenirdi. Bunun için günlükler tutulur, makaleler yazılır, birbirine anlatılırdı. Bu yazılan, anlatılan anıların her birinde mutlaka Bilge olurdu. Önderlik bilirdi bizlerin anısız bırakıldığını!...
Ama şimdi bu özgürlük diyarında yaşama gücümüz yettiğince, anlama gücümüz elverdiğince anı biriktiriyorduk.
Bilge’yi taşıyan arabanın çakıl yolda çıkardığı o yavaş sesten, açılıp kapanan kapılarının çıkardığı seslere kadar her ses, her görüntü bize özgün gelirdi. O sesi duyar duymaz tüm kulaklar, kalpler, düşünceler, tüm gözler O’na çevrilirdi. Ortamı gizemli bir sessizlik kaplardı. Hiçbir şeyi kaçırmak istemezdin. Bunu sana kimse söylemez, kimse öğretmezdi. Sen ortama bakar anında bütünleşirdin.
Abdullah Öcalan’ın insanlara yaklaşımı
1996 yılıydı. Akademiye eski Türkiye Devrimci Gençlik Liderlerinden biri olan bir gazeteci gelmişti. Başlangıçta amaç Bilge ile kapsamlı bir röportaj yapıp Avrupa’ya dönmekti. Bilge her misafirini çözümleme derslerine katar, röportajlarını, diyaloglarını ders ortamında yapardı. Bu gazeteci ilk derslerde bacak bacak üstüne atar, sigara içer, Bilge ayakta olmasına rağmen o otururdu. Bu bize tuhaf gelir, Bilge’nin bunu saygısızlık olarak algılayıp algılamayacağını düşünür, tedirgin olur, içten içe kızar ama Bilge’nin misafirini eleştirme hakkını kendimizde bulmazdık. Ben bu işin nasıl ilerleyeceğini merakla izlerdim. Acaba her arkadaşa-insana eşit yaklaşan Bilge, onu da okulun disiplinine uymaya davet etmek zorunda kalacak mı, acaba bir arkadaş uygun bir zemini bulup gazeteciyi uyaracak mıydı? Hayır, hiçbiri olmuyordu, Bilge’nin dikkatini hiçbir şekilde çekmiyor gibiydi bu manzara. Hiçbir arkadaş onu uyaramazdı, o Bilge’nin tüm misafirleri gibi dokunulmazdı. Galiba alışmak zorunda kalacaktık. Nasıl olsa bir süre sonra gidecek, kendi hayatına devam edecekti. Bizim gibi olmak zorunda değildi ya!...
Ertesi günlerden bir gün Bilge ile futbol oynaması için bir grup arkadaş sahaya çıktı. Bizim bugünün gazetecisi, dünün devrimci lideri olan misafirimiz de Bilge’nin karşı takımında oynuyordu. Bilge’yi izliyordum, rakibine karşı yaklaşımı nasıl olacaktı?... Artık sahada iki farklı yaşta siyasetçi, devrimci yetişkin değil iki çocuk vardı. Bilge, tıpkı bir çocukluk arkadaşıyla oynar gibi gazeteci ile şakalaşıyor, topu ayağından almaya çalışıyor, birbirlerinin t-shirtlerini çekiştiriyor, bu arada gülmekten kırılıyorlardı. Biz izleyenlerin duyguları alt üst oldu. Herkes onlarla beraber gülmeye başladı. Bizim eski gazeteci gitmiş yerine bambaşka bir insan, 17’sinde bir genç, neşe dolu bir oyun çocuğu gelmişti.
En değer verdiği şey arkadaşlıktı
O günden sonra gazetecimiz hızla ortamla kaynaştı, tüm diyaloglar bir tiyatro gösterimi gibi ritüelli, bol esprili, bir o kadar da ciddi geçerdi. Ciddiyetin ve neşenin iç içeliğinin nadir örneklerinden biri sergileniyordu. Hiçbir eleştiri, hiçbir uyarı, hiçbir öğretme olmadan gazetecimiz okulun tıpkı diğer üyeleri gibi oturup kalkmaya, onlar gibi Bilge ile konuşurken ayakta, adeta bir genç gibi dimdik, sağlam, canlı durmaya başladı. Bilge’nin arkadaşlığının insanı ne kadar genç, neşeli ve saygılı kıldığını gözlerimle görmüştüm artık.
Hayallerine ihanet etmeyen çocuk
Bilge’nin en değer verdiği şey arkadaşlıktı. Bilge arkadaşlıklarında hep çocuk kalmayı yeğlerdi. İçindeki hayallerine ihanet etmeyen çocuğu hep yaşattı. Hayata daima bir çocuğun saf, parlak gözleriyle baktı, bakıyor. Bu yüzden gözleri bir maden cevheri gibi parlar Bilge’nin…
Unutulmaz bir anı…
Hiç unutmadığım anılarımdan biri havuz anımdır. Antep Türkmenlerinden Deniz (Ronahi) adlı genç bir kadın arkadaşımız vardı. Babası eski sempatizanlardandı sanırım. Kendini parti çocuğu olarak görürdü. Bilge akademiye geldiğinde Deniz Heval, Bilge’nin boynuna atlar, sarılır, öperdi. Bir gün yine Bilge gelir gelmez Deniz koşup Bilge’yi karşılıyor, Bilge’nin boynuna sarılıyor. Bilge gülüyor “Heval Deniz nasılsın, arkadaşlar nasıl, neler yapıyorsunuz?” diye hal hatırını soruyor. “Bir isteğin var mı?” diye soruyor. Deniz başlıyor anlatmaya. En sonunda da “Bilgem, biz yüzmek istiyoruz” diyor. Bilge de “Tamam havuzu temizleyin, doldurup yüzün” diyor. Deniz koşup kadın arkadaşların yanına geldi. “Hevalno Bilge yüzebileceğimizi söyledi.” Tabi Bilge “Birkaç gün siz birkaç gün de erkek arkadaşlar yüzsün” diyor. Ama Heval Deniz bu kısmı aktarmıyor. Kadın arkadaşlar olarak başladık harıl harıl havuzu temizlemeye. Tertemiz yaptık ve doldurduk, sıra geldi yüzmeye.
Yüzmeyi öğrenin…
Hiç birimizde mayo yok, olsa da giyemezdik. Zira Bilge’nin çalışma odası havuza bakıyordu. Eşofmanlarımızı giydik havuza girmeye başladık. Ancak yüzme bilenimiz çok az. Çoğu arkadaş sudan korkuyor. Bazılarımız ise yüzme bilsek de takla atamıyoruz. İçimizden biri ters takla biliyordu, ama biz cesaret edemiyorduk. Bir de baktık ki Bilge kapının önüne çıktı. Takla bilen arkadaşa “Sen arkadaşlara takla öğret. Yüzmeyi de iyi öğrenin, gidip gidip o sığ sularda şehit düşüyorsunuz…” dedi. Nasıl bir şeydi ben de anlayamadım. Bir de baktım tüm arkadaşlar patır patır suya atlıyor. Ben hemen ters takla attım. Yıllarca Almanya’da takla atamadığı için yüzmeden düşük alan biri de şimdi ilk seferde takla attı. Bilge’nin “Öğrenmelisiniz” demesi sihirli bir değnek gibi herkese anlaşılmaz derecede cesaret aşılamıştı. Sanki boğulsak da, bir yerimiz acısa da Bilge bizi kurtaracak, iyileştirecek gibi bir hisle suya atlıyorduk. O hissin tarifi epey zor. Bilge bize baktıkça sanki bize hiçbir şey olmayacak gibiydi. Aslında bir cesaret söz konusu değildi. Çünkü o anda artık korkmuyorduk. Bir korkusuzluk haline gelmiş gibiydik. Bilge o zaman ‘Şu binadan atlayın, size bir şey olmaz’ deseydi olmayacağına inanacak gibiydik. Nitekim sudan korkan arkadaşlarımız bir günde yüzmeyi öğrendiler.
Yüzmeden sonra Bilge bizi yanına çağırdı. Gidip çevresinde bir çember oluşturduk. Bilge bize 1’incilik ödülü verdi. Ben kendimi o kadar korkusuzca atmış olmalıyım ki suya Bilge bana “Sen birincisin” dedi. Ben de “Bilgem siz burada durunca hepimize cesaret geldi” dedim. Aslında tüm şaşkınlığımı paylaşmak istiyordum ama sonunu getiremedim. Sonra Bilge orada ayaküstü çözümleme yaptı ve dağıldık.
Sonraki haftalarda biz yüzmeye devam ettik. Bilge Kürtçe Akademiye de gidip dönüyordu. Bir gün yine Bilge geldiğinde Heval Deniz koşup, Bilge’nin boynuna sarılıyor. Bilge yine soruyor “Hevala Deniz nasıl gidiyor, nasılsınız?” O da “Bilgem iyiyiz, çok güzel yüzüyoruz” diyor. Bilge “Erkek arkadaşlar da yüzüyor mu?” diyor. Heval Deniz “Hayır Bilgem, biz onlara hiç söylemedik” diyor. O anda öğrendik ki Bilge sadece bize vermemiş. Oysa erkek arkadaşlar sıcaktan bunaldıkça bir sürü sitemde bulunurlardı. Ama Heval Deniz’in heyecandan unuttuğu ya da sakladığı bu “sırrı” erkek arkadaşlar asla öğrenemedi ve o yüzden maalesef havuzu hiç kullanamadılar. (Heval Deniz ’96 yılında kavuşmak için can attığı özgürlük diyarlarıyla buluştuktan sonra çok kısa bir süre sonra Metina’da yıldızlaştı.)
Kadın arkadaşlara pozitif ayrımcılık yapardı
Bilge, Akademide kadın arkadaşlara pozitif ayrımcılık yapardı. Bizleri büyük mutfağa çıkarmadığı için yemekleri erkek arkadaşlar yapar, sofraları onlar kurar, bulaşıkları onlar yıkardı. Bizler sadece Bilge’ye ve misafirlere küçük çaplı yemekler yapardık. Ben bir gün mutfakçıydım ama maalesef yemek bilmiyordum. Çocuğu gerillada olup Avrupa’dan siyasete gelmiş bir anne vardı. Yemekleri beraber yapacaktık. Kısa sürede annemiz bir sürü içli köfte ve mercimek köftesi yaptı. Annenin oğlu da akademideydi. Biz yemekleri bitirdiğimizde Bilge yanımıza geldi. Etrafa göz gezdirip ‘Çok yapmışsınız bunları. Arkadaşlara da dağıtın’ dedi. Anne de ‘Bilgem, ben de zaten öyle düşünmüştüm’ dedi. Meğer annemiz baştan beri yemeği tüm arkadaşlar için yapmış. Ama oğlu da içinde olduğu için bunu nasıl söyleyeceğini bilmiyormuş. ‘Bilge imdadıma yetişti’ dedi.
Anaların acılarını anlayamayanlar devrimcileşemez!..
Bir gün kamelyada Bilge çözümleme yapıyordu. Henüz çok genç ailesinin tek evladı bir arkadaşımız vardı. O dönem Eyalet pratikleri çözümleniyordu. Bilge bu genç arkadaşı kaldırdı, diyalog kurdu. O da Avrupa’dan katılmış, anne ve babası çok uğraşmasına rağmen geri döndürememişlerdi. Bilge, ‘Sen bunu nasıl yaptın, yazık değil mi annene?’ diyordu. Genç arkadaşımız (Sabri) ise ‘Onun gibi çok anne var Bilgem. Ben kararlıyım, dönmem’ diyordu. Bilge o anda akademide olup Garzan pratiğini sorgulamak için çözümlemeye katılan Ebubekir’i kaldırdı. ‘Söyle, böyle kaç genci gözünü kırpmadan ölüme gönderdin’ dedi. ‘Sen bu çocuğun annesinin yüreğini anlıyor musun? Sen o annenin acısını hissetmedikçe, kendini o annenin yerine koymadıkça komutanlaşamazsın’ dedi. ‘Anaların acılarını anlayamayanlar devrimcileşemez!...’
Bilge herkes oluyordu. Herkesin acısını, sevincini yüreğinde hissediyor, ‘Hepinizden bende bir parça var, kendinizi öldürdükçe beni öldürüyorsunuz….’ diyordu. Oysa tersi geçerlidir. Bilge’ye yaşatılan her şey bize yaşatılmıştır. Bilge’nin tecridi hepimizin tecridi, esareti hepimizin esaretidir. Ve bizler ancak Bilge yaşadıkça yaşarız.
En güzel anılarımızın Mimarı’na saygıyla, sevgi ve özlemle…”