‘İmralı kapılarının açılması için toplumun harekete geçmesi gerek’

  • 09:01 21 Şubat 2022
  • Güncel
Marta Sömek-Rozerin Gütekin
 
İSTANBUL- AYM’nin İmralı başvurusunu reddetmesinin siyasi bir karar olduğunu söyleyen Avukat Ayşe Acinikli, “İmralı’daki işkence şu anda Anayasa Mahkemesi’nin onayı ile devam etmekte” yorumunda bulunurken, HDP İstanbul İl Eşbaşkanı İlknur Birol da İmralı kapılarının açılması için Türkiye toplumunun harekete geçmesi gerektiğini söyledi.
 
Asrın Hukuk Bürosu’nun İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutulan ve kendisinden 11 aydır haber alınamayan müvekkilleri PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş için 24 Aralık’ta Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) “tedbir talebiyle” yaptığı başvuru 12 Ocak’ta reddedildi. Ret kararı anca 31 Ocak’ta avukatlara tebliğ edilirken, AYM, İmralı’daki tecrit rejimini görmezden gelerek, “başvurucuların sağlık hizmetlerine erişim imkanına sahip oldukları, ziyaretçileriyle ve avukatlarıyla görüşmelerine kısıtlamalar getirildiği, ceza infaz kurumunda tutulma nedeniyle yaşamlarına ya da maddi veya manevi bütünlüklerine yönelik ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığına dair bilgi ya da bulgunun olmadığı”nı öne sürdü.
 
BM’ye ‘Acil Eylem’ başvurusu
 
Bunun üzerine Asrın Hukuk Bürosu avukatları 3 Şubat’ta Birleşmiş Milletler (BM) İşkence Özel Raportörüne İmralı için “Acil eylem” başvurusunda bulundu. BM İşkence Özel Raportörü’nün önümüzdeki günlerde konuya dair atacağı adımlar avukatlar ve kamuoyu tarafından yakından takip edilirken, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Avukat Ayşe Acinikli ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl Eşbaşkanı İlknur Birol, AYM’nin ret kararına ilişkin ajansımıza değerlendirmelerde bulundu.
 
‘AYM’nin verdiği karar hukuki değil politiktir’
 
Türkiye’de hukukun hiçbir zaman siyasetten bağımsız yürümediğini bağımsız olarak karar alan bir yargının olmadığını söyleyen Avukat Ayşe Acinikli, iktidarın ve siyasetin yargı üzerindeki tahakkümünün günden güne arttığına dikkat çekti. Ayşe, “AYM’den adil ve hukuka uygun karar beklemek mümkün değil. AYM verdiği kararlarda politik davranarak, politik kararlar veriyor. Tedbir talepli yapılan başvurulara tedbir talebi vermemek için bir uğraş veriliyor. Daha önce de mahpusların yaşam hakkı ihlaline ilişkin yaptığımız başvurular yine cezaevleri yönetimleri ile konuşularak ret edildi. AYM’nin sadece cezaevinden aldığı bilgiler ile yetinmesi aslında verilen kararın politik olduğunu göstermesi açısından önemli. 11 ay çok uzun bir süre. Bu kadar zamandır haber alınamamış olması işkence yasağının aslında uygulanmadığı anlamına geliyor. 11 aydır mektup, telefon, görüşme hakkının kullandırılmaması işkence yasağının ihlali ama Anayasa Mahkemesi bunları görmezden gelmeyi tercih etti. Bu verilen karar hukuki değil politiktir” vurgusunda bulundu.
 
‘Siyaset yargıya tahakküm ediyor’
 
Abdullah Öcalan’a verilen nedeni bilinmeyen 6 aylık ve 3 aylık disiplin cezalarının aynı zamanda avukatların yaptığı, “Tedbir talebinin” ret edilmesinin de aynı politikanın sonucu olduğunun altını çizen Ayşe, “AYM hukuka uygun karar vereceğim, hukuka aykırılık söz konusu deme cesaretine sahip değil. Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin sözler söylenmesi siyasetin yargıya tahakkümün yansımasıdır. Bir mahpusa avukat ile görüş yasağı verilemez. Avukat yasaklanabilir ama verilen yasak aileyi, görüşçüleri, vasileri bağlamaz. Avukatlar konusunda da böyle bir yasağın verilmesi usule aykırı bir karar. Bu dönemde verilen kararların ne hukuka uygun olduğunu ne de hukukla bir ilgisi olduğunu söyleyebiliriz” şeklinde ifade etti.
 
İmralı’daki özel hukuk 
 
Ayşe, birçok cezaevinde hak ihlallerinin yaşandığını ama İmralı’da özel bir sistemin uygulandığını belirtti. Ayşe devamında “İmralı’da yapılanlar özel olarak yapılan şeyler. İmralı’da normal infaz hukukundan farklı özel bir sistem yürütülüyor. Kimsenin hukuktan bir lütufu yok İmralı için normal infaz hukuku uygulansaydı bu kadar hukuksuzluk yaşanmazdı. Hukuka aykırılıklara karşı yapılan başvurulara da kısıtlama getiriliyor. Anayasa Mahkemesinde yapılan üye değişikliklerinden sonra daha kötü kararların çıkmasına da hazırlıklı olmalıyız. Anayasal hakların, infaz hukukundan kaynaklı hakların kullandırılmaması bir işkencedir. Bu işkence 11 aydır devam etmektedir” diye konuştu.
 
‘AYM eli ile devam ediyor’
 
İmralı’da uygulanan tecridin 11 ay ile sınırlı tutulmaması gerektiğinin altını çizen Ayşe, Abdullah Öcalan’ın telefon hakkını 1999 yılından bu yana sadece iki defa kullanabildiğini hatırlattı. Ayşe, “Sayın Öcalan’ın Mart ayında kullandığı telefon hakkı sadece iki dakika sürdü bu konuşmada Sayın Öcalan yapılan şeyin hukuksuzluk olduğunu söylediği anda telefon görüşmesi kesildi. Bu işkencedir bunun başka adı yok. Bu işkence şuanda Anayasa Mahkemesi’nin onayı ile devam etmekte. Bunlarla beraber yapılan başvurulara zamanında cevap verilmiyor, evraklar süreleri geçtikten sonra alınabiliyor. Bu şekilde İmralı’da yaşanan hak ihlallerini uluslararası alana taşmasını engellemeye çalışılıyor. Avukatlar iç hukuk yollarını tükettikten sonra AİHM’e başvuru yapabilirler. Bunun için süreci uzatıyorlar. Amaç konuyu çözümsüz bırakmak, gerekli mekanizmaların işletilmesini önlemek. AİHM’e başvuru yapılsa da AİHM’in vereceği kararında ne kadar adil olacağının tartışılması gerekiyor. Hukukun işletilmesi hukuk eliyle engelleniyor. Hukuki meselelerin çözümü ancak siyasetin değişmesi ile mümkün olacak” dedi.
 
‘BM başvurusu İmralı’daki durumun ciddiyetini gösteriyor’
 
Sivil toplum örgütlerinin üzerlerinde uygulanan baskıya rağmen tecride karşı ses çıkardığını, tecridin kaldırılması için çağrıda bulunduklarını ancak bunların çoğu zaman cevapsız kaldığını söyleyen Ayşe, “İktidarın tahakkümü nedeniyle sadece muhalif olan kurumlar ses çıkartıyor. İHD’nin, ÖHD’nin, TİHV’in yaptığı çağrılar var ama bu çağrılar hedefini bulmuyor. Asrın Hukuk Bürosu tecridin kaldırılması, hukuksuzluğun yıkılması için bütün yolları deniyor. Asrın Hukuk Bürosu’nun BM’ye yaptığı başvuru İmralı’daki durumun ciddiyetini gösteriyor. Uluslararası meseleler politik zeminde ilerliyor. Türkiye’nin elindeki mülteci kartı nedeniyle uzun zamandır uluslararası arenada Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklara dair sessizlik var. BM’den o yüzden bir sonuç alınır mı alınmaz mı bilemiyorum. Artık başvurulacak yer kalmadı” ifadelerini kullandı.
 
AKBK’nin kararı
 
İmralı’da yaşanan tecridin kaldırılması için verilen tek kararın Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AKBK) ağırlaştırılmış müebbet infaz cezasının “umut hakkı”nı ihlal ettiğine dair verdiği karar olduğunu dile getiren Ayşe, Avrupa Konseyi’nin bu kararı kendiliğinden vermediğini başvurular sonucunda bu kararı aldığının altını çizdi. Ayşe, tecridin kaldırılması için bütün yolları sonuna kadar zorlayacaklarını vurgulayarak şunları belirtti: “Avrupa Konseyi’nin verdiği karar önemli. Umut hakkının ihlaline ilişkin gerekli yasal düzenlemeleri yapması için Avrupa Konseyi Türkiye’ye Eylül ayına kadar süre verdi ama bu sürenin öncesinde bir düzenlemenin yapılmamış olması gecikmiş bir adım ama yine de yapılacak olan düzenlemeler önemli. Yaşanan hukuksuzluklara karşı kesinlikle sessiz kalınamaz. Her türlü girişim devam edecektir.”
 
‘Temel hak ve özgürlükleri gasp ediliyor’
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl Eşbaşkanı İlknur Birol da, Abdullah Öcalan’la ilgili verilmiş tüm kararlarda hukukun derdest edilip kenara konulduğunu söyledi. İlknur, “Hukuk aygıtlarının bağımsız iradeleri ve evrensel hukuk ilkeleri yorumlanarak verilmiş kararlar hiç işlemedi” dedi. İmralı’daki tecride dair verilen “kararların” her aşamasının siyasi olan kararlar silsilesi olduğunu belirten İlknur, “İmralı’yla örneklenen durumun Türkiye’nin kadim problemi olan Kürt sorununun çatışmalı değil, müzakereye ve barış hedefine dayalı çözüm talebiyle, çatışma ve yok saymayla inkara dayalı devlet aklının bir arkaik güvenlik konseptinin en bariz çatışma alanıdır” diye konuştu. Abdullah Öcalan’ın temel hak ve özgürlüklerinin gasp edildiğine vurgu yapan İlknur, “Devletin hem hukuk, hem idari alanları, cezaevinde tutsak edilmiş bir hükümlünün temel hak ve özgürlüklerini gasp etme yetkisini kendilerinde bulabiliyor ve uzun süredir de sürdürüyorlar” ifadelerini kullandı.
 
‘Dış dünyadan izole edilmiş’
 
PKK Lideri’ne uygulanan ağırlaştırılmış tecridin “mahkeme kararlarının” da üstünde bir cezalandırma yöntemi olduğuna işaret eden İlknur şunları kaydetti: “Tamamen dış dünyadan izole edilmiş, sosyal ve gündelik yaşantıyı sürdürme konusunda kendi dışında hiçbir temasın olmadığı, aile ve avukatlarla görüşün yapılamadığı, düşündüklerini iletemediği ve olan bitenden haberdar olamadığı bir iletişimsiz ortamda mahkeme kararlarının üstünde bir cezalandırmayı uyguladığını tescil etmiş oluyor. Ve bir kere daha hukukla değil siyasetle çok doğrudan bağlantılı bir zeminden değerlendirme yapıldığını ifade etmiş oluyor. Bu akıldan vazgeçilmesi lazım, devletin bütün kurumlarını sarmış olan, çok öncelerden gelen bu akıl Türkiye’nin problemlerini çözme aklı değil. Tam tersine daha da derinleştirme ve toplumun bütün diğer sorun alanlarına da katlanarak yayılmasına neden olan bir sorun olarak duruyor.”
 
‘Tecrit siyasetinin ülkeye getirdiği hiçbir yarar olmadı!’
 
Tecridin hakikat, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde barış aklıyla çözülebileceğine dair çağrıda bulunan İlknur, “Abdullah Öcalan, İmralı’da sadece cari hukukla ‘cezalandırılmak’ üzere izole edilmiş bir şahsiyet olarak hiç değerlendirilmemelidir. Bir başka hakikatin parçası ve simgesi olduğunu ve bu simgeyle kurulu siyasi, hukuki ilişkinin de temsil ettiği sorun alanına dair çözümü kolaylaştıracak bir durumda bulunduğunu idrak etmek lazım. Bütün mücadele bunun idrakine yönelik” şeklinde konuştu. İlknur ayrıca Abdullah Öcalan’ın tecrit edilerek oldukça özel bir izolasyon rejimini İmralı’dan başlatıp tüm cezaevlerine ve toplumdaki tüm ilişki alanlarına yayan siyasetin ülkeye getirdiği hiçbir yararın olmadığının da altını çizdi.
 
‘Düşman uygulaması devam ediyor!’
 
AYM’nin ret kararına tepki gösteren İlknur, şu değerlendirmelerde bulundu: “Beklerdik ki AYM eline gelen böyle bir talebi siyasi saiklerden değil, temel hukuki saiklerden, evrensel ilkelerden ve bu topluma duyduğu sorumluluktan hareketle almalı. Siyasetçilerin yapmamakta direndikleri meseleyi hukukun kapısını açarak bir adım atılmasını sağlamalıydılar. Şaşırdık mı, şaşırmadık çünkü bu inat, bu arkaik konseptteki direnç, bu düşmanca bakış, düşman uygulaması devam ediyor. Korkarız ki bu uygulama ülkenin ekonomisinden sosyal ilişkilerine, siyasetinden uluslararası toplumdaki yerine ve uluslararası ilişkilerine kadar içine girdiği girdabı da daha da derinleştirmek dışında bir işe yaramıyor.”
 
‘İmralı tecridi topluma hare hare yayıldı’
 
Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin tüm topluma yansıdığını paylaşan İlknur, “İmralı’da süregiden tecrit ve izolasyon rejiminin politik yanı topyekün bir toplumun tecrit edilmesidir, bir rejimin inşasının en önemli aracı haline getirilmesidir” dedi. Tecridin bir rejim olduğunu belirten İlknur, İmralı’da başlayan tecridin topluma, siyasi yaşantıya, tüm cezaevlerine ve gündelik hayata nasıl hare hare yayıldığının da görüldüğünü sözlerine ekledi. Çözüme dair çeşitli önyargılarla İmralı’yı görmeyen herkese çağrı yapan İlknur, toplumun başka bir kesimine bakılarak da bu talebin geliştirebileceğine vurgu yaptı. İlknur konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Türkiye’nin gerek bölgede, gerek kendi coğrafyası içinde artık kangren haline gelmiş, şiddet, çatışma, yok sayma ve imha yoluyla ortadan kaldırılamayacağı defalarca tescil edilmiş olan Kürt sorununa dair çatışmacı bir savaşa dayalı seçenekten barış hedefli demokratik bir seçeneğe geçiş ihtiyacı duyan bütün kesimlerde tecridin kalkması ve Öcalan’ın barışçıl bir çözüme giden yola ilişkin sertleşen bütün kanalları yumuşatmasını, bir projeksiyon sunmasını ve kimliğinde taşıdığı bu simgelik nedeniyle açıcı rol oynaması gerektiğini yüksek sesle ifade etmelidir.”
 
‘Yapılacak tek şey tecridin kaldırılması’
 
PKK Lideri’nin avukatları ve ailesiyle görüştürülmemesine tepki gösteren İlknur, “Avukatlarıyla görüştürmemek ne demek, ailesinin bir hükümlüden, bir tutukludan aylarca ve yıllarca haber alamaması ne demek? AYM’nin tutanaklarına geçmiş, ‘bir güvenlik problemi yoktur’ diyor, neye göre? Bunu nasıl söylüyorsunuz, kağıt üstünde yazan idarenin gönderdiği üç satırla aylardır ve yıllardır insani bir temasın kurulamamış olduğu kişilerin sağlığının güvencede olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz. Madem bu kadar güven verici, yapılacak tek şey tecridi kaldırmanızdır, bu insani olmayan gayri insani yöntemi ortadan kaldırmanızdır ve her tutuklu ile hükümlünün hakkı olan diyalog zemininin açılmasıdır. Abdullah Öcalan ve yanındaki tutsaklar açısından da bu zeminin aynı zamanda bir demokratik barışçıl iklime açacağı yol düşünülerek iki kere önemle gerçekleştirilmelidir” sözleriyle seslendi.
 
‘Bu adımı atmak zorundalar!’
 
Tecridin kaldırılmasında bütün toplumsal kesimlerin, aydınların ve siyasetçilerin ısrarcı olması gerektiğinin altını çizen İlknur, “Soruna nereden, hangi perspektifle bakıyor olurlarsa olsunlar, ister insani, ister politik, herkesin sesini yükseltme zamanı gelmiştir. Türkiye toplumunun geleceği, huzur içinde bir gelecek tahayyülü kurabilmesi için muhalefette ya da iktidarda olanlar ülkenin hayrına bir iş yapabilmek için bu adımı atmak zorundalar” çağrısını yaptı.
 
 
 
 
 
 

Etiketler:

Okumadan geçme!