Gazeteci Öznur Değer: Devlet kimdir?
- 09:01 13 Kasım 2022
- Güncel
ANKARA - Ev baskınlarından, emniyet ve mahkeme sürecine kadar defalarca “Devlet benim” sözüyle karşılaştığını söyleyen Gazeteci Öznur Değer, “ ‘Kaç devlet’ diye sordum sonra kendime, önüme gelen herkesin ‘devlet benim’ söylemleri sonucunda. Ve bir soru daha belirdi zihnimde, devlet kimdir?” diye sordu.
Ankara’da yürütülen bir soruşturma kapsamında polis işkencesiyle 25 Ekim’de muhabirlerimiz Habibe Eren, Öznur Değer, Mezopotamya Ajansı (MA) Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, muhabirleri Berivan Altan, Ceylan Şahinli, Selman Gozelyüz, Deniz Nazlım, Emrullah Acar ve Hakan Yalçın 29 Ekim’de çıkarıldıkları mahkemece, “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklandı.
Tutuklanan muhabirimiz Öznur Değer’in “Devlet kimdir” başlıklı yazısını siz okurlarla paylaşıyoruz.
“İşkence tezgahlarında duydum devleti, 90’ların karanlık dehlizlerinde ve sonra ölüm saçan tehditlerde rastladım devlete. Yargıç rolüne bürünen üniformasında gördüm devleti. Ve varlığımızı yok sayan zihniyetlerde… Duymuş, görmüş ve tanık olmuştum tarihten bu yana süregelen devlet zulmünü. Önce bir Kürt sonra bir gazeteci olarak…
Bir soru belirdi zihnimde
Sonra birden fazla tezahürü olduğunu öğrendim devletin ve ‘neyin devleti’, ‘kimin devleti’, ‘kime’, ve ‘neye devlet’ diye sordum kendime. Anladım ki ‘ben’ olmayanın devletiydi. Bu ‘bizim’ olamayan, ‘öteki’nin’ olmayan devlet. ‘Kadının’ olmayan, ‘gazetecinin’ olmayan ve en önemlisi ‘Kürdün’ olmayan devlet. Ve bir kez daha yine ve yeniden anladım ne demek olduğunu devletin. Düşman olanmış devlet bize. Yeni simgeleriyle gördüm bunu. Kadından, muhalefetten, gazetecilerden ve Kürt’ten nefret ediyormuş ve hatta varlığına tahammül edemiyormuş. ‘Kaç devlet’ diye sordum sonra kendime, önüme gelen herkesin ‘devlet benim’ söylemleri sonucunda. Ve bir soru daha belirdi zihnimde; devlet kimdir?
Tarihsel gerçeklik
Tarihsel bir hakikatin yanı sıra ‘zorba’ yöntemleriyle karşılaştığım devlet gerçekliğini. 25 Ekim’de bir kez daha gördüm. Sabah 06.00 sıralarında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde bulunan ailemin evine yapılan polis baskısıyla başlamıştım güne. Sonradan Kürt gazetecilere yönelik gerçekleşen siyasi bir operasyon olduğunu öğreneceğim ev baskınında beni, kar maskeli, kara ruhlu insanların üzerimize doğrulttuğu uzun namlulu silahlar karşıladı. ‘yat yere yat’ söylemleriyle. Ablukaya alınan bir mahalle, kırılan kapılar ve silahlı üniformalılar. Direnen, mücadele eden, yazan, çizen, gören ve duyuran Kürt’ün varlık sürdürdüğü tüm alanlara yönelik saldırıların tarihsel gerçekliği canlandı belleğimde.
Kürt, kadın ve gazeteci olmak
Kürt olmak hele Kürt gazeteci olmak ve Kürt kadın gazeteci olmak böyle bir şeymiş. Direnişten, mücadeleden duyulan korkunun vücut bulmuş haliydi söylenmek istenilen. Yükselen sesler, artan tansiyon, yaşanan tartışma ile yeni bir mizansen yaratılıyordu adeta. İçinin ilk doldurulacağı belki de henüz belirlenmemiş, belirsizlik dolu bir mizansen. Senaryosu iktidar tarafından yazılmış ve 11 gazetecinin oynaması istenilen bir tiyatro provasıydı, 25 Ekim’de 9 farklı kentten 11 gazetecinin ev baskınlarıyla gözaltına alınması.
Mizansenin ikinci provası
Gözaltına alınan gazeteci arkadaşlarımdan Berivan Altan ve Deniz Nazlım’ın zorla boyunlarının eğdirilmeye çalışılması, Diren Yurtsever’in bayrak önünde fotoğraf çekilmeye zorlanması, Hakan Yalçın’ın sivil bir araçta saatlerce gezdirilmesi ve benim polis kamerasında konuşmaya zorlanmam gibi dayatmalara ilk elden amacın ne olduğunu anlamış olsak da, tüm bu dayatmaları kabul etmemiş ve buna karşı mizanseni boşa düşüren ilk karşı hamlemiz oldu. Kızıltepe’den Diyarbakır’a, yine aynı saatlerde evleri basılan arkadaşlarım Habibe Eren, Salman Gozelyüz, Emrullah Acar ve Ceylan Şahinli ile 30’u aşkın TEM polisi eşliğinde ellerimiz kelepçeli bir şekilde Ankara’ya getirildik. Yaklaşık 14 saat süren yolculuğu zafer nidasına çevirmeye çalışan, TEM’in yanı sıra bizler güçlü, iradeli ve net idik. Bunu anlamış olacaklar ki; Ankara TEM yazılan mizansenin ikinci provasını oynamakta kararlıydı.
‘Seni öldürürüm’ tehdidi
Cinsiyetçi söylemler, hakaretvari konuşmalar ve ayyuka çıkan üslupsuzluklara yeni devletin tezahürleri vardı karşımızda. Her yeri provokasyon kokan TEM’de geçirdiğimiz dört gün devletin, şahsımızda halklara ve direnenlere dayattığı özel savaş politikalarına karşı direnişe geçti. 26 Ekim saat 10.00 sıralarında Habibe, Ceylan, Selman, Emrullah ve sonradan adli kontrol şartıyla serbest bırakılan Mehmet Günhan isimli arkadaşlarımla beraber, parmak izi alma merkezine götürülürken, TEM polislerinin ‘nizamiye’ uymadığım gerekçesiyle darp edildim. Önce tekmelendim ardından ise yüzüstü yere yatırılarak ters kelepçelendim ve saçlarımdan sürüklenerek üç kat aşağı indirilip arabaya fırlatıldım ‘Seni öldürürüm’ tehditleri eşliğinde.
Devlet eşittir şiddet
Neydi peki ‘nizam’ denilen şey? Neyin nizamıydı bu vampir saldırganlığına mahal veren? Aslında en başından beri evden alınışımızdan Ankara’ya getirilişimize kadar bize dayatılan ‘devlet nizamına’, ‘devletin askeri’ ve ‘devletin askeri’nin’ emir nizamına uymamaktaki direncimizin kiniydi, öfkesiydi. O sırada duruma tepki gösteren ben ve arkadaşlarıma polis amirlerinden biri, ‘Ben 30 yıldır buradayım ne solcular gördüm bunca yıl bana bir şey olmadı devlet benim’ diyerek devlet eşittir şiddet denklemi bir kez daha tescillenmiş oldu. Bize yapılan şiddet 'devlet’ adı altında resmileşmiş ve meşru kılınmış oldu bir kez daha. Üstelik kameraların gözü önünde.
Aslolan devlet kimdi peki?
Yaklaşık 27 saat sonra 27 Ekim’de ise TEM’de ifade işlemlerim sonunda avukatlarım polislerin tehdidine maruz kaldı. Burada da bir kez daha devleti arkasına alan ‘polis’, ‘devlet benim, ben devletim’ diyerek, yeniden tehdit savurdu. Habibe’nin ifade işlemleri sırasında yine provokatör polislerin, Süleyman Soylu’nun Meclis Genel Kurulu’nda HDP grubuna sarf ettiği ‘Ohh oh’ söyleminin doğurduğu cesaret ile, ‘ohh ohh paralar PKK’ye gitmeyecek’ demesi, mizansenin siyasi boyutunu açığa çıkarıyordu. Her silahlı üniformalının ‘devlet benim’ dediği bir ülkede kaç devlet olduğunu ve kimin devlet olduğunu algılamak da giderek güçleşiyor doğrusu. Herkesin devlet olduğu bir ülkede aslolan devlet kimdi peki?
29 Ekim tarihi tesadüf değil
Bir başka devleti de cezaevine geldiğimiz de 29 Ekim günü ki bu tarihi asla tesadüf değil görecektik. Emniyetinden, yargısına ve cezaevine kadar herkesin ‘devlet benim’ dediği bir atmosferde devlet adına işkence suçlarının sayısı da giderek artıyor. Bunu en çok yaptığımız haberlerden biliyoruz yaşamamın yanı sıra.
Sözümüz kalemimizdir
Sonuç itibari ile ‘devlet benim’ naraları atarak istediği her suçu işleyebileceğini sanan, devletin vücut bulmuş tezahürlerine dün boyun eğmediğimiz gibi bugün de eğmedik. ‘Devlet benim’ temasıyla boyun eğdirmemeleri içlerinde ukde kalmış olsa da duvarların sınırsızlığının keşfiyle bulunduğumuz F-2 koğuşunu, özgür basının bir mekanı haline getirmekte gecikmedik. Sınırları aşıp, sınırsızlığın aşıladığı cesaret ile dışarıda bıraktığımız kalemi burada da konuşturmaya devam edeceğiz. Apê Musa ve Gurbetelli’nin ardılları olarak, ‘Sözümüz kalemimizdir’ diyerek sözlerime ara veriyorum.
Dayanışma gösteren herkese selam ve sevgilerimi iletiyorum. Hiçbir kalemin tutsak edilmediği özgür günlere…”