TSK’nin işlediği insanlık suçları ve yargı kararları (1)

  • 09:01 18 Eylül 2023
  • Dosya
 
Dünden bugüne devletin katliamları
 
Öznur Değer
 
MÊRDÎN - Katliamlar üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun birinci yüzyılını da sayısız katliamla bitirdi. 20’nci yüzyıldan 21’inci yüzyıla kadar Kürtlere yönelik çok sayıda sivil katliam gerçekleştiren TSK, AİHM kararlarına rağmen aklanmaya devam ediliyor.
 
CHP Amed Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun katıldığı bir televizyon programında TSK’nin 90’lı yıllarda Kurdistan’da gerçekleştirdiği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından mahkum edilen katliamları dile getirmesi sonrasında, devletin TSK eliyle işlediği katliamlar yeniden gündeme taşındı. Yargı kararlarını ifade etmesine rağmen partisi dahil birçok kesim tarafından lince maruz bırakılan Sezgin Tanrıkulu hakkında Adalet Bakanı, savcılığa Sezgin Tanrıkulu hakkında soruşturma başlatılması yönünde izin verildiğini açıkladı.     
 
Bu eksende bizler de dünden bu güne devletin ve TSK’nin Kurdistan’da işlediği savaş ve insanlık suçlarını derledik. AİHM’in mahkum ettiği ve Türkiye’yi tazminata hükmettiği katliamlar cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam ediyor.
 
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren muhaliflere, azınlıklara, ötekilere ve özelde de Kürtlere yönelik katliamlar gerçekleştiren Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluş yıllarındaki katliamları CHP iktidarında gerçekleştirdi. Bunlardan en önemli iki katliamdan biri, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da kenti olan Dersim ve Ağrı Zilan katliamı.
 
*Kuruluşun ilk büyük katliamlarından: Zilan Katliamı
 
Cumhuriyetin kuruluşundan üç yıl sonra başlayan Ağrı-Zilan Katliamı (Geliyê Zîlan), 1926-1930 yılları arasında Agirî (Ağrı) Dağı ve civarı ile Rojhilat’ı da kapsayan başkaldırıyla başladı. Devlet zulmüne karşı ayaklanan Kürtlerin direnişine savaş ve insanlık suçu işleyerek yanıt olan TSK’ye ait 7 ve 9’ncu Kolordu, 80 askeri uçak ile aralarında çocuk, yaşlı ve kadınların da bulunduğu binlerce Kürt’ü katletti. 12-13 Temmuz 1930'da 800 ila bin 500 asker tarafından Zilan Deresi'ne sığınmış binlerce Kürt katledildi. Geliyê Zîlan ve Zilan Katliamı olarak tarihe not düşülen katliamda, resmi kayıtlara göre 15 bin kişinin yaşamını yitirdiği rapor edilse de katliamda en az 47 bin kişi yaşamını yitirdi. Katliamda en az 220 köy yine TSK tarafından yok edilirken, katliamdan sağ kurtulanlar ise sürgüne götürülerek asimilasyona maruz bırakıldı.
 
80 uçaklı katliamda 47 bin kişi katledildi
 
Katliamı “Temizlik başladı Zeylan deresindekiler tamamen imha edildi” başlığıyla servis eden Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihli manşetinin devamında şunları not düştü: “Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur."
 
Mustafa Kemal başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’nda katliam kararı alındı
 
Katliam kararı ise 29 Aralık 1929’da Mustafa Kemal başkanlığında, dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Birinci Umumi Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in hazır bulunduğu Bakanlar Kurulu toplantısında çıkarılan 8692 sayılı kanun hükmünde kararnameyle alındı.
 
Türkiye yargısından sonuç alamayan aileler AİHM’e başvurdu
 
Katliamın ardından bölgede yaşayan Kürtlerin tüm mallarına el konuldu. Katliamdan etkilen, yakınlarını kaybeden, göç ettirilen ve mallarına el konulan köylüler, 1950 yılında Erciş Asliye Ceza Mahkemesi'ne mallarını geri almak için başvuruda bulundu ancak herhangi bir sonuç alamadı. Bunun üzerine aileler 2012 yılında dosyayı AİHM’e taşıdı. Davayı kabul eden AİHM, topraklarını geri almak isteyen yurttaşlar için henüz bir karar vermedi.
 
Katliamın ardından…
 
Çözüm Sürecinde katliamın yaşandığı bölgede katliamda yaşamını yitirenler anısına bir anıt dikildi ancak sürecin bitmesinin hemen ardından anıt devlet tarafından yıkıldı. Ardından ise Zilan deresinde HES projesine başlandı. HES için kazı çalışmalarının yapıldığı sırada insan kemikleri ve kafataslarına rastlandı. Katliamda yaşamını yitirenlere ait cenazeler olduğu bilinmesine rağmen siyasetçi ve hukukçuların tüm başvuruları sonuçsuz kalarak, kemiklere dair araştırma yapılmadı.    
 
*Tarihi ve hafızaları aşan Dersim Katliamı
 
Cumhuriyet tarihinin en kanlı katliamlarından biri olan Dersim katliamının izlerini bugün hala Dersim’de görmek mümkün. 20 Mart 1937’de başlayıp Aralık 1938’de son bulan Dersim Katliamı, Kurdistan coğrafyası olan Dersim’in asimile edilmek istenmesine karşı başlayan isyanlar üzerine boy gösterdi. Seyit Rıza ve oğlunun da aralarında bulunduğu 7 kişinin idam edilmesiyle sonuçlanan Dersim katliamında resmi verilere göre aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 13 bin 806 kişi katledilirken, 11 bin 818 kişi ise sürgün edildi. Resmi kaynakların yanı sıra katledilenlerin sayısı en az 70 bin olarak ifade ediliyor.  
 
Katliamın hazırlık ve asimilasyon raporları
 
Cumhuriyet’in ilanından önce 1920’lerde Dersim’e yönelik katliam ve asimilasyon planlamalarının başlatıldığı dönemin raporlarından açığa çıkıyor. Bu raporlardan biri Hamdi Bey'in 2 Şubat 1926 tarihli raporudur. Raporda şu ifadeler yer alıyor: "Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hükûmeti Cumhuriyet için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kati bir ameliye ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir." Fevzi Çakmak ise raporunda, “Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar. Dersimliler okşanmakla kazanılamaz, silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimli'ye daha çok etki edecek” ifadeleriyle katliamı önceden raporluyor. Raporlarda en çok üzerinde durulan noktalar ise, aşiretlerin birbiriyle olan ilişkileri, hangi aşiretin hangi dili konuştuğu, aşiret yapıları, Dersimlilerin gelenek ve görenekleri, aşiretlerin coğrafi sınırları ve nüfuzları ile Dersim'in stratejik noktalarıdır. İsmet İnönü ise 1935 yılında bölgeye düzenlediği gezinin ardından ''Şark Seyahati Raporu” isimli rapor hazırladı. 10 Aralık 1936 tarihinde ise, dönemin Ekonomi Bakanı Celal Bayar,  bir şark raporu hazırlayarak, “Doğu illerinin yeterince devlet kontrolüne girmediğini, bölgede büyük ekonomik sıkıntılar olduğunu ve geçmiş hükûmetlerin bölgede ancak ağalar ve şeyhler aracılığıyla halk üzerinde etkili olabildiklerini” belirtti.
 
İlk asimilasyon girişimi: Dersim’den Tunceli’ye geçiş
 
Yine raporlaştırılan ve öngörülen asimilasyon politikaları çerçevesinde 25 Aralık 1935 tarihinde, 2884 sayılı “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun” çıkarılarak 4 Ocak 1936 tarihinde Dersim’in adı resmi kayıtlarda Tunceli olarak değiştirildi.
 
Dersim’in kayıp kızları
 
Binlerce Kürdün katledildiği Dersim Katliamı’nda henüz akıbeti bilinmeyen binlerce çocuk ve kadın kamuoyunda “Dersim’in kayıp kızları” olarak biliniyor. Bu çocukların yurtlarda devşirildiğine yönelik bilgilerin yanı sıra akıbeti bilinmeyen yüzlerce çocuğun varlığı biliniyor.  
 
Katliamın ardından tek özür Sezgin Tanrıkulu’ndan
 
Katliamın yanı sıra işkence ve açlıkla yüz yüze bırakılan Dersim halkı için dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011’de yaptığı bir konuşmada “Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum” dese de resmi olarak özür dilenmedi. Siyaseten yıllardır inkar edilen Dersim Katliamı için ise, aynı zamanda katliamın faili olan CHP adına özür dileyen ilk ve tek isim bugün linç girişimlerine maruz bırakılan Sezgin Tanrıkulu oldu. Sezgin Tanrıkulu 12 Kasım 2014’te “Acı duyan herkesten, ölen her insandan, sürgün edilen her insandan CHP adına da özür diliyorum” diyerek özür diledi.
 
AİHM’e başvuru yapılarak özür istendi
 
Faillerinin cezalandırılmadığı Dersim Katliamı için iç hukuktan sonuç alamayan katledilenlerin yakınları, devletin resmi olarak özür dilemesi talebini de içeren dava dosyasını 2011’de AİHM’e taşıdı. Bu taleple AİHM’e Türkiye’den yapılan ilk başvuru niteliğini taşıyan dosya için AİHM henüz kararını açıklamadı.
 
*Zini Gediği Katliamı
 
Erzîngan'a (Erzincan) bağlı Kılıçkaya Köyü Zini Gediği'nde 6 Ağustos 1938'de, Dersim katliamının bir parçası olarak Zini Gediği'nde 95 köylü TSK tarafından kurşuna dizilerek katledildi. Ardından ise sağ kalanlar Balıkesir ve Keşan’a sürgüne gönderildi. Katledilenlerin aileleri, 9 Eylül 2011 tarihinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı'na toplu mezarın incelenmesi için başvuruda bulundular ancak Erzincan Savcısı, başvuruya ilişkin katliamın “asayiş sorununa ilişkin bir olay" olduğunu öne sürerek, soykırım denemeyeceğini ve zaman aşımına girdiğini ifade ederek 28 Eylül 2011‘de takipsizlik kararı verdi.  Bunun üzerine 2012’de AİHM’e başvuru yapıldı ancak AİHM henüz başvuruyu karara bağlamadı.
 
Karanlığın koyu tonu 90’lı yıllar
 
Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin ordusu TSK tarafından gerçekleştirilen katliamlar 90’lı yıllara gelindiğinde de değişmediği gibi daha karanlık bir hal aldı. 90’larda TSK’nın tanı sıra JİTEM gibi faktörlerin de devreye konulmasıyla Kurdistan’da, PKK bahane edilerek köyler yakıldı, sayısız katliam, sürgün ve faili meçhul cinayetler gerçekleşti. Dışarıdaki baskının yanı sıra cezaevleri de işkencehanelere dönüşerek burada da katliamlar gerçekleştirildi.   
 
*Digor Katliamı: 5’i çocuk 17 ölü
 
Qars’ın Têgor (Digor) ilçesinde koruculuk sisteminin Kurdistan’da Kürtlere dayatılmaya başlanması üzerine bu dayatmalara, ev baskınları ve işkence politikalarına "dur" demek için yürümek isteyen binlerce köylü 14 Ağustos 1993 sabahı Nexşan (Kocaköy) köyünde bir araya geldi. İlçenin 20 köyünden gelen binlerce kişi sabah saatlerinde Têgor'a doğru yürüyüşe geçmek istedi. Aralarında çocuk, yaşlı, kadın ve gencin olduğu kitlenin önü Têgor'a 2 kilometre kala özel harekat polisleri, askerler ve silahlı sivil giyimli kişiler tarafından kesildi. Buna rağmen yürüyüşten vazgeçmeyeceklerini söyleyen kitlenin üzerine ateş açıldı. Yayılım ateşi sonucu 5'i çocuk 17 kişi olay yerinde yaşamını yitirirken 200’ü aşkın kişi ise yaralandı.
 
AİHM Türkiye’yi mahkum etti
 
Katliamın ardından yürütülen soruşturmada yalnızca 8 polis sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” yönünden dava açıldı. Toplam 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine davanın avukatı Tahir Elçi (28 Kasım 2015 yılında Amed'de dört ayaklı minarenin önünde katledilen Amed Barosu Başkanı) 2004 yılında “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı AİHM’e taşıdı. AİHM’de davanın kabul edilmesi üzerine, Türkiye 2006 yılında davayı karara bağlayarak 8 polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Mahkemeye yazılı savunma gönderen polisler, kitle içerisinden kendilerine roketatarlarla ateş açıldığını iddia etse de yapılan araştırmada olay yerinde roketatar saldırısı olduğuna dair hiçbir delil bulunmadı. Türkiye’nin beraat kararı vermesinin hemen ardından kararını açıklayan AİHM 2. Dairesi, Türkiye'yi maddi manevi tazminata mahkum etti. 
 
*Lice Katliamı: AİHM’den Türkiye’ye yaşam hakkı ihlali
 
Amed’in Lîce ilçesinde 22 Ekim 1993'te TSK tarafından yapılan baskınla meydana gelen katliamda 14 kişi katledildi. Jandarma Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın’ında öldüğü olay, PKK’ye yıkılmak istense de daha sonra PKK’nin olayla bir ilgisinin olmadığı kanıtlandı. Katliam ile ilgili açılan dava 30 yılın ardından Mayıs 2023’te yargılanan tek sanık askerin ölmesi gerekçe gösterilerek düşürüldü. AİHM’e taşınan dava hakkında 15 Haziran 2001’de kararını açıklayan AİHM, Türkiye’yi “yaşam hakkı ihlali” kararıyla mağdurlara 2,5 milyon sterlin ödemeye mahkum etti.
 
***1994’te Şırnak’a bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması ile Amed'in Pasur ilçesi kırsalında 11 kişinin kaybedilmesini gündeme getirdi. Her iki yaşam ihlaliyle ilgili açılan davalar yıllarca sürdü ve sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’yi mahkum ederek, mağdurlara tazminat ödenmesine hükmetti. AİHM Kuşkonar ve Koçağılı köylerine 25-26 Mart 1994’te düzenlenen hava saldırında ölen 38 sivil vatandaş için 2 milyon 305 bin Euro, Kulp’ta kaybedilen 11 kişi için ise başvuruculara yaklaşık 600 bin sterlin tazminat ödenmesine karar verdi.
 
*Kuşkonar ve Koçağılı katliamı
 
Şirnex’in Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde 25-26 Mart 1994 tarihinde meydana gelen katliamda, iki köy TSK tarafından havadan bombalandı. Bombalama sonucunda 38 kişi katledildi, 13 kişi ise yaralandı. Katliamdan yalnızca kendini ahırlara atanlar kurtulabildi. Şırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından 7 Nisan 1994 tarihli verilen görevsizlik kararında TSK’nin suçu PKK’ye atılmak istendi. Ancak dosyanın gönderildiği Diyarbakır DGM savcılığı ise saldırının PKK tarafından gerçekleştirildiğine dair delil bulunamadığını belirterek, dosyayı 1996 yılında Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına geri gönderdi. Ancak Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı ısrarcıydı.
 
İki saldırı birleştirildi
 
PKK iddiasını yenileyerek, dosyayı tekrar Diyarbakır DGM başsavcılığına gönderdi. Dosya avukatı Tahir Elçi, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı'na 2004 yılında suç duyurusunda bulunarak bu saldırının Koçağlı köyü saldırısıyla birleştirilmesini de talep etti. İşleme dahi alınmayan Kuşkonar köyündeki ölümler Tahir Elçi’nin başvurusu üzerine dosyaya eklendi ve bombalı saldırıda ölenlerin sayısı 38’e yükselmiş oldu.
 
Savcılık katliamı PKK’nin işlediği iddialarına delil bulamadı
 
Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, Koçağlı köyünde 13, Kuşkonar köyünde ise 25 kişinin öldüğü ve pek çok kişinin yaralandığı saldırının PKK tarafından gerçekleştirildiğine dair delil bulunamadığını belirtti. Ölüm ve yaralanmaların uçak ve helikopterlerden düşen bombalarla gerçekleştiğinin tanık beyanları ile anlaşıldığını belirten savcılık, 2004 yılında görevsizlik kararıyla dosyayı Şirnex’e geri gönderdi. Soruşturma dosyasının üçüncü kez geri gittiği, her defasında “PKK yaptı” diyen Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, çok sayıda tanığın “helikopter ve uçakla tarandık” ifadeleri üzerine dosyayı 2005 yılında Diyarbakır 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Savcılığına gönderdi. Konuyu soruşturan Askeri Savcılık, 2 köyde meydana gelen patlamaları “menşei belirlenemeyen patlamalar” olarak nitelendirdi. Tanıkların “Uçak ve helikopterler bombaladı” yönünde beyanlarını inceleyen savcılık, 26 Mart 1994 yılı, saat 10:00 ve 12:00 arasında uçuş yapılıp yapılmadığı 2. Hava Kuvveti Komutanlığına sordu. Savcılığa gelen 17 Şubat 2006 tarihli yazıda, söz konusu tarih ve saatlerde belirtilen bölgelere uçak ve helikopterlerle herhangi bir uçuş faaliyeti yapılmadığı cevabı verildi. Bunun üzerine olayın askeri personel tarafından gerçekleştirildiğine dair delil bulunmadığını belirten savcılık, 2006 yılında dosyayı görevsizlik kararı ile Şirnex’e geri gönderdi.
 
TSK’nin katliamı yaptığı belgeyle tescillendi
 
Şırnak Cumhuriyet Savcılığı, dosyayı 2007 yılında Özel Yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Savcılık, Sivil Havacılık Dairesine yazı yazarak, 1994 yılında Malatya Erhaç 7’inci Ana Jet Komutanlığı ile Diyarbakır 2’nici Hava Kuvvetler Komutanlığından uçakların iniş kalkış belgelerini istedi. Sivil Havacılık Dairesi tarafından savcılığa gönderilen cevapta, “1994 yılında Şırnak ili batısı ile Kuzeybatısı 10 NM (18.55 km)’de Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından iki uçuş icra edildiği tespit edilmiştir” ifadeleri kullanıldı. Sivil Havacılık tarafından gönderilen ‘Görevler’ başlıklı belgede patlama günü yapılan uçuşla ilgili şu bilgiler yer aldı: “Her birinde iki uçak olmak üzere iki uçuşun gerçekleştiği, 10.24 ve 11.20’de saatlerinde başlandığı, bombalamanın saat 11.00 ve 11.20 sularında gerçekleştiği, uçakların bomba yüklü olduğu, uçuşlardan birinin iki F-4 diğer uçuşun ise iki F-16 savaş uçakları tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.”
 
Askeri operasyon savunmasına sığınıldı
 
Sivil havacılık tarafından gönderilen belgeler ile 1994 yılından beri köylülerin savcılığa verdikleri ifadelerin örtüştüğü görüldü. Dosyanın gönderildiği Diyarbakır 2’inci Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 2014 tarihli görevsizlik kararında patlamanın nasıl ve kimler tarafından gerçekleştiğine ilişkin bilgiler yer aldı. Tanık ve müşteki anlatımları ile Sivil Havacılık tarafından gönderilen yazının örtüştüğüne dikkat çeken askeri savcılık, Kuşkonar ve Koçağılı köylerine bombaların Malatya Erhaç Havalimanından kalkan 2 adet F4 savaş uçağı tarafından gerçekleştiğini belirterek, “Bölgede etkisiz hale getirilmesi istenen PKK örgütü mensuplarına yönelik olarak yapılan Hava Harekatı icrası dolayısıyla olayın meydana geldiği, eylemin bir terör örgütü eylemi olarak vuku bulmadığı olayın, bir askeri operasyon icrası sonucu olduğu…” tespitinde bulundu.
 
Zamanaşımı gerekçesiyle dosya kapatıldı
 
O dönem Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı'nın da ifadesine başvurulduğunun belirtildiği kararda, şüphelilerden bir kısmının general olması nedeniyle dosyayı yetkisizlik kararıyla Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi. Dosya gönderildiği tarih zaman aşımına yakındı. Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Savcılık, 9 Nisan 2014'te, zamanaşımı gerekçesiyle dosyayı kapattı. Bunun üzerine mağdurların avukatı Tahir Elçi, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi’nin 2020 yılında, bombalamadan 26 yıl sonra verdiği kararda savaş uçaklarının köyleri bombaladığını kabul etti. Köylerin uçaklar tarafından bombalandığını kabul eden AYM, zamanaşımı süresinin dolduğu için yapılacak başka bir işlemin kalmadığını belirtti.
 
AİHM Türkiye’yi mahkum etti
 
Katliamla ilgili AİHM’e yapılan başvuruya dair kararını açıklayan AİHM, Türkiye’yi “yaşam hakkı ihlaliyle” mahkum ederek katledilen 38 kişi için 2 milyon 305 bin Euro tazminat ödenmesine hükmetti.
 
Yarın: Roboski’den Wan’a katliamlar devam ediyor.
 

Etiketler:

Okumadan geçme!