
Yarım asırlık direnişin kadın cephesi (4)
- 09:01 23 Mayıs 2025
- Dosya
Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğüne dair perspektifi
HABER MERKEZİ - Abdullah Öcalan, kadın özgürlüğünü sadece kadınların değil, tüm toplumun kurtuluşu için şart görüyor. Kadının uğradığı tarihsel baskıyı ve bu baskıya karşı verilen mücadeleyi “tüm devrimlerin anası” olarak tanımlıyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğü üzerine geliştirdiği düşünsel yaklaşım, Ortadoğu’daki cinsiyetçi yapının çözümüne yönelik en radikal çıkışlardan biri olarak kabul ediliyor. Neolitik ana kadın kültüründen günümüz kapitalist modernitesine uzanan toplumsal çöküş sürecini çözümleyen Abdullah Öcalan, kadın özgürlüğünü sadece bir toplumsal talep olarak değil, aynı zamanda hakikatin ve özgür yaşamın ontolojik temeli olarak ele alıyor.
8 Mart 2025’te alanlarda okunan ve geniş yankı uyandıran mesajında da görüldüğü gibi, Abdullah Öcalan için kadın sorunu, Kürt sorununun da ötesinde tarihsel, siyasal ve kültürel bir kölelik biçimi olarak tanımlanıyor. Onun kaleminden çıkan her değerlendirme, “kadın olmadan toplum olmaz” ilkesinin teorik ve pratik bir bütünlükte ele alınması gerektiğini vurguluyor.
Dosyamızın bu bölümünde, Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğü üzerine tarihsel, felsefi ve siyasal çözümlemelerine; kadınların tarihsel aşağılanışından kurtuluşuna giden yolu nasıl tanımladığına; kadın devrimini neden “tüm devrimlerin anası” olarak gördüğüne yer veriyoruz.
Abdullah Öcalan’ın bu perspektifi, yalnızca Kürt kadın özgürlük hareketine değil, dünya kadınlarına da hakikat, direnç ve yeniden doğuşun felsefesini sunuyor.
Tarihsel akış ve ana kadının yeri
Abdullah Öcalan, tarihin akışını şu şekilde betimliyor: "Tarih, sonu gelmeyen bir akıştır; öyle bir akış ki bazen sessiz sedasız akan bir suya, bazen de hırçın, asi, durdurulamaz bir çağlayana benzer. Kimseler durduramaz bu akışı; dağların doruklarından süzülerek bırakır kendisini yamaçlara ve akar gider hiç durmadan. İnsanlık tarihi de geçmişten bugüne süzüle süzüle akarak gelmiştir. Öyle bir akış ki tarihin yazılmayan gizemli bir döneminde ana tanrıçayı ve aşk kadınını insanlıkla ve doğayla en güçlü dostluğu kurma şansını ona tanımış ve doğuruculuğunu, üretimini, eşitlikçiliğini, paylaşımcılığını topluma yansıtan ve ilk insanlığa öğreten olmuştur. Ana kadın, toplumsallaşmayı, gerçek insan ve gerçek toplum olmanın değerlerini yaratandır. Bu yüzden insanlığın ilk anası olmuştur."
Kadın özgürlüğü: Üçüncü büyük destan
Kadın özgürlüğüne dair üçüncü çalışmasına değinen Abdullah Öcalan bu çalışmayı şu sözlerle ifade ediyor: "Ortadoğu’da üçüncü destansı çalışmam, kadın özgürlüğüne ilişkin olanıdır. Bana göre anayurtların ve emeğin kurtuluş çalışmalarından daha öncelikli olması gereken bu çalışma en zor olanıydı. Kadın, gericiliğin ve köleciliğin ilk ve köklü ezilen sınıfı, ulusu ve cinsiydi. Görünüşte cins farklılığı, eşitsizlik ve baskı için gerekçe yapılır. Tarih derinliğine araştırıldığında anlaşılacaktır ki, kadınlar tamamen sosyal ve siyasal egemenliğin ilk kurbanlarıdır. Kadın, insanlığa dayatılan her tür eşitsizliğin ve köleleştirmenin ilk sınıfıdır. Kadın köleleştirildikten, evin uysal ve evcil bir nesnesi (özne değil) haline getirildikten sonra, sıra sınıflı toplumu ve devleti yaratmaya gelmiştir."
Genç kadının dağa çıkışı
Abdullah Öcalan genç bir kadını dağa çıkışını ise şu şekilde değerlendiriyor: "Genç bir kızın özgürlük dağlarına çıkması, özgürlük amacının büyüklüğüne işaret eder. Orada bağımsızlığın, özgürlüğün şiddetini ifade eder. Hiç kimseyi özgürlük adı altında, iktidar güdülerine çare bulmak için biz dağa çıkarmıyoruz. Özgürlük adına genç kızın dağdaki varlığı da her türlü önyargıya, tabuya, tutuculuğa ve güdülerine yenik düşmüş insana karşı da bir büyük savaş iddiasıdır, çıkışıdır. Hepinizi denemek için böyle bir önemli olaya başvurdum; gücünüz varsa yürüyebilirsiniz. Geleneksel hastalıklarınızla, hâkimiyet anlayışınızla beş metelik olmuş cinsiyetiniz ve cibiliyetinizle buraları karıştırmaya çalışırsanız, imtihanı kötü verdiniz ve kaybettiniz. Onun için devrimcilerin eğitimi sırat köprüsünden geçmektir. Kimler güçlü çıkacak, kimler güçsüz? Kimler düşkün? Kimler yücelerde seyredecek, kimler özgürlüğe yol alacak, kimler köleliğe? Kimlerin özünde ne var? Ortaya çıksın diye bu cesaretli adımı attık."
Hesaplaşma alanı
Abdullah Öcalan sözlerine şöyle devam ediyor: "Dağlara çıkış, en çarpıcı bir özgürlük adımını atmak içindir. Buraya adım atanlar, bütün tutsaklaştıran zalimlerin, hükümdarların, diktatörlerin en büyüğünden en küçüğüne, en dünyaya hükmedenden, en evin küçük odasına hükmedenine kadar hepsiyle hesaplaşmak için, biz dağlara çıkışı uygun gördük. Orada onların eli uzanamaz. Orada onların elini kırmak daha kolaydır. Bunun için kızları özgürlük dağlarına yolculuyoruz. Burada kişinin kendisine ilişkin en özgür ifadeyi ve tutumu alması, en değerli kendini gerçekleştirme olarak görülüyor. Bu gözetiliyor ve bu temelde kurulacaksa yeni bir yaşam, yeni bir toplum, tümüyle özgür olanların seçici ve irade gücüyle kurulacaktır. Gerileştirilmiş, yok olmanın eşiğine getirilmiş bir toplumun, kesin özgürlük savaşı için gereklidir. Yine oldukça içi boşalmış kişiliği özgürleştirmek için gereklidir."
Tanrıça esinli kadın grupları
Kadın özgürlüğüne değinen Abdullah Öcalan, bu özgürlüğü şu şekilde anlatıyor: "Bu dağlarda özgür kadın gruplarını hep tanrıça esiniyle selâmlayıp öyle ‘anlamlaşmaya’ çalıştım. Sıkça haberlerde geçen 'Kamyon ve traktör kasalarına doldurulmuş bir grup Güneydoğulu kadın filân bölgede ırgatçılığa giderken yol kazasında öldüler' cümlesini duydukça, sözde bu kadınların sahibi erkek, aile, hiyerarşi ve devletine olan öfkemi hiçbir olaya daha göstermediğimi de sıkça hatırlarım. Tanrıça soyundan geriye bu kadar düşüş nasıl olabilir? Aklımın, ruhumun asla kabullenmediği bu düşüşü zihnime asla yedirmedim. Benim için kadın ya tanrıça kutsallığı içinde olacak ya da hiç olmayacaktı. Şu sözün doğruluğunu hep düşünürüm: 'Bir toplumun kadınlarının yaşam düzeyi, o toplumun tanımında esas ölçüttür."
‘Kadınsız yaşam onursuz yaşamdır’
Abdullah Öcalan kadının yaşamına dair ise şu tespitlerde bulunuyor: "Kadınsız yaşamın olamayacağı bir gerçek olmakla birlikte, bu denli düşürülmüş bir kadınla onurlu ve anlamlı bir yaşamın paylaşılamayacağı da açıktır. Mevcut kadınlı yaşamın gırtlağına kadar herkesin, genelin en alçaltıcı köleliğe gömüldüğü bir tarz olduğunu bilerek, hissederek çözümleyici ve eylemsel olmak, yaşamın kurtuluşunun doğru yolu olmaktadır. Kadınla anlamlı ve onurlu yaşamın büyük bilgelik ve yücelik gerektirdiğini hiç unutmamak gerekir. Aşk ideası olanların bunu gerçekleştirme yolunun bu bilgelik ve yücelikten geçtiğini her an hatırlamaları gerekir. Başka türlüsü aşka ihanet ve köleliğe hizmettir. Toplumsal hakikate ulaşılmadan aşka erişilemez."
Kadın köleliliğinin derinliği
Kadın sorununa dikkat çeken Abdullah Öcalan, bu sorunu şu sözlerle ele alıyor: "Kadındaki kölelik hiçbir kölelik biçimiyle karşılaştırılmayacak denli karmaşık ve yaşamsaldır. Uygarlık tarihi içinde kadın köle pazarı, cariyelik, haremlik kurumları olguyu kısmen yansıtabilir. Fakat kapitalist modernitenin kadın üzerindeki uygulamalarının haddi hesabı yapılamayacak denli çoğaltılmıştır. Hiçbir uygarlık kapitalizm kadar kadın üzerinde oynamamış, istismarını kurumsallaştıramamıştır. Olgu o denli istismar edilmiştir ki, kadınların ezici çoğunluğu kendilerini en alçakça durumlara indirgeyen uygulamaları, kadının temel kimlik özellikleriymiş gibi yansıtmaktadır. Hatta kendilerini oyunların bir parçası olarak oynamakta sakınca görmeyecek kadar ele geçirilmiş bulunmaktadır.
Sadece olgusal baskı ve sömürüden bahsetmiyoruz. Yaşamın hücrelerine kadar özümsetilmiş bir köleliği ses, renk, beden ve zihniyet biçimleri olarak gönüllü sunmaktan çekinmemektedir. Toplumsal hakikatle bağını yitirmiş, tamamen sahnede oynatılan bir yaşamdan ibaret hâle getirildiklerinin farkına bile varamamaktadır. Daha doğrusu bu imkânı bulamamaktadır. Yaşamın onurunu ve hakikatini kazanabilmek için kadın etrafındaki sisleri dağıtmak, olanca yakıcılığıyla önemini korumaktadır."
Yazılmamış tarih: Kadının kölelik serüveni
Kadın köleliğinin tarihsel derinliğini ve özgürlük tarihinin eksikliğine işaret eden Abdullah Öcalan, "Kadınlığın kölelik tarihi daha yazılmamıştır. Özgürlük tarihi ise yazılmayı bekliyor. Kadın köleliğinin derinliği kadar karanlıkta bırakılması, toplumda yükselen hiyerarşik ve devletçi iktidarla yakından bağlantılıdır. Kadının köleliğe alıştırılmasıyla hiyerarşiler, ayrıcalıklı kutsal yönetimler kurulmuş; toplumun diğer kesimlerinin kölelik yolu açılmıştır. Erkeklerin köle olması, kadının köleliğinden sonradır. Cins köleliğinin, sınıf ve ulus köleliğinden farklı yönleri de vardır. Meşrulaştırılması, ince ve yoğun baskılarla birlikte, duygu yüklü yalanlarla sağlanır. Biyolojik farklılığı, sanki köleliği için gerekçeymiş gibi kullanılır. Yaptığı tüm işler, değeri olmayan ‘kadınca işler’ diye hafife alınır.
Toplumun kamusal alanında bulunması, dince yasak, ahlaken ayıp olarak sunulur. Giderek tüm önemli toplumsal etkinliklerden uzaklaştırılır. Siyasal, toplumsal, ekonomik etkinliklerin hâkim gücü erkeğin eline geçtikçe, kadının zayıflığı daha da kurumlaşır. ‘Zayıf cins’ bir inanç olarak paylaştırılır."
Politik alanda kadın özgürlüğü
Abdullah Öcalan, kadının politik alanda yürüttüğü mücadeleye dair görüşünü şu şekilde ifade ediyor: "Kadın özgürlüğü politik alana yönelirken, savaşımın en çetin yanıyla karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Politik alanda kazanmayı bilmeden, hiçbir kazanım kalıcı olamaz. Politik alanda kazanmak demek, kadının devletleşmesi hareketi değildir. Tersine; devletçi ve hiyerarşik yapılarla mücadele, devlet odaklı olmayan, demokratik, cins özgürlüğünü ve ekolojik toplumu hedef alan siyasal oluşumları yaratmak demektir.
Hiyerarşi ve devletçilik en çok kadın doğasıyla uyuşmazdır. Dolayısıyla, anti-hiyerarşik ve devlet dışı siyasal oluşumlar uğruna, kadın özgürlük hareketi öncü rol oynamak durumundadır. Köleliğinin politik alanda yıkılması, özünde bu alanda kazanmayı bilmesiyle mümkündür. Bu alan mücadelesi, kapsamlı demokratik kadın örgütlenmesini ve mücadelesini gerektirir. Her tür sivil toplum, insan hakları, yerel yönetimler; demokratik mücadelenin örgütlenip geliştirileceği alanlardır. Tıpkı sosyalizmde olduğu gibi, kadın özgürlüğü ve eşitliğine giden yol, en kapsamlı ve başarılı demokratik mücadeleden geçer. Demokrasiyi kazanmayan kadın hareketi, özgürlüğü ve eşitliği kazanamaz."
Kadın sorunu: Tüm sorunların anahtarı
Kadın sorununu tüm toplumsal sorunların kaynağı olarak ele alan Öcalan, değerlendirmesini şu sözlerle sürdürüyor: "Toplumda öncelikle kadının yaşadığı sorunları tarihsel-toplumsal boyutları içinde değerlendirmek önem taşır. Kadın sorunu, tüm sorunların kaynağındaki bir sorundur. Ortadoğu toplumunda günümüzde de bu tarihsel kökenli sorunlara, kapitalist baskı ve sömürü aygıtlarından kaynaklananları da eklenince, kadın için gerçekten kâbuslu bir yaşam kaçınılmaz olur.
Kadın olmak, belki de en zordaki insan olmak demektir. Toplumun yaşadığı kaba baskı ve sömürünün en katmerlisi, kadın bedeni ve emeği üzerinde gerçekleştirilir. Kadının da insan olduğunun yeni farkına varılmaktadır. Katı cinsiyetçi onursuz yaklaşım, yerini ihtiyacı duyulan bir dosta ve yoldaşa terk etme arayışına bırakmak durumuna gelmiştir. En azından bunun tartışması yapılmaktadır. Kadınla toplumda doğru yaşamak gerçekleşmedikçe, anlamlı bir yaşamın yaşanmayacağı bilinmelidir. En anlamlı ve güzel yaşamın, tam onurunu kazanmış özgür kadınla gerçekleştirilebileceğini bilerek söylem ve eylemlerimizi geliştirmeliyiz."
Kadın devrimi ve erkek zihniyetinin dönüşümü
Abdullah Öcalan, kadın devrimi ve erkek zihniyetinin dönüşümü üzerine şu değerlendirmeleri yapıyor: “Köklü bir kadın devrimi, dolayısıyla erkeğin zihniyet ve yaşam değişikliği yaşanmadan yaşamın kurtuluşu olanaksızdır. Çünkü yaşamın başat kendisi olan kadın kurtulmadan, yaşamın kendisi hep bir serap olarak yaşanacaktır. Erkeğin yaşamla ve yaşamın kadınla barışması sağlanmadıkça, mutluluk da boş bir hayal olacaktır.
Kadın ve özgür yaşam için toplumsal gerçekler sınırsızdır. Ortadoğu toplumu, kadını yaşadığı uygarlık ve fethine uğradığı moderniteyle düşürüleceği kadar düşürülmüş; kendisi olmaktan çıkarılmış, nesne konumuna getirilmiştir. Toplumsal sorunun kadın üzerinde çözümlenmesi ve çözümüne aynı olgu üzerinden gidilmesi doğru bir yöntemdir. Sorunların anasına ancak çözümlerin anası olan kadın devrimi dayatılarak hakikate doğru adımlarla varılabilir.
Demokratik modernite çözümü, kadın sorunu ve devrimi konusunda idealli ve eylemlidir. Demokratik modernite, ulusları kadınsız projelenip uygulanacak projeler değildir. Tersine, her adımında kadınla bilgeliğin ve eylemliliğin paylaşılmasıyla gerçekleştirilecek devrimlerdir.”
Hakikat arayışı ve haksızlıkla mücadele
Hakikat ve haksızlık ilişkisine dair görüşlerini paylaşan Abdullah Öcalan, “Hakikat arayışı, en çok toplumsal sorunlar baş gösterdiğinde gündeme girmiştir. Bu dönemlerde mutlaka bir söylem ve eylem kendini hakikat olarak sunmaya çalışmıştır. Hakikatin sosyolojik çözümlemesi, haksızlıklarla bağlantısını açıkça ortaya koyar. Toplumsal emeğin, değerin gaspı haksızlık olarak tanımlanırken, bunun araştırılmasına ve gereğinin yapılmasına da hakikat çalışması denilmiş ve hep yüceltilmiştir. Haksızlığın ‘hak’, hakkın ise ‘tanrı’ ile özdeşleştirilmesi, her iki kavramın toplumsal bağını yansıtır. Tanrı kavramının metafizik soyutlama dışında toplumsal vicdanla bağı, böylelikle bir kez daha doğrulanır” diye belirtiyor.
Yaşama karşı duruş: Ne yapmalı?
Abdullah Öcalan, yaşama nasıl yaklaşılması gerektiğine dair şu ifadeleri kullanıyor: “Nasıl yaşamalı, ne yapmalı ve nereden başlamalı sorularına verilecek ilk ortak cevap, sistemin içinden ve sisteme karşıtlık temelinde başlamalıdır. Fakat sistemin içinden sisteme karşıtlık, eski bilgeler düzeyinde her an ölüm pahasına hakikat savaşçılığını gerektirir.
Nasıl yaşamalı, nereden başlamalıyla iç içe olacak şekilde, modernitenin bir zırh gibi giydirdiği deli gömleğini çıkarır misali, nefret ederek bu yaşamdan vazgeçeceksin. Gerektiğinde her an kusarak mideni, beynini ve bedenini içindeki bu yaşamdan arındıracaksın. Sana dünya güzeli gibi kendini sunsa bile, içini kusarak yanıt vereceksin.
Ne yapmalı sorusuna diğer iki soruyla iç içe olarak, sisteme karşı hep eylemlilik biçiminde bir yanıtla karşılık vereceksin. Ne yapmalının cevabı, bilinçli ve örgütlü pratiktir.”
Kadın ve iktidar
Kadın özgürlüğünün ayrı bir program maddesi olarak ele alınmasının gerekliliğine işaret eden Abdullah Öcalan, “Kadın özgürlüğünü ayrı bir program maddesi olarak düzenlemek, konunun merkeziliğinden ötürü gereklidir. Kadın sorununa ilişkin yaptığımız çözümlemeler, toplumsal dönüşümün temel nirengi noktasını oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Reel sosyalizmin kaybettiği noktalardan biri iktidar ve savaş sorunu ise, ikincisi kadın sorunudur. Kadın ve iktidar, birbiriyle oldukça çelişkili iki olgudur. Kadın, ilk ezilen sınıf, cins ve ulustur. Özgürlüğü ve eşitliği tarihsel ve toplumsal gelişme içinde değerlendirilip teorisi kurulmadıkça, sağlam bir pratik gelişmesi de olamaz. Kürt toplumundaki kadında neolitik dönemden kalma izler hâlen etkisini sürdürmektedir. Bununla birlikte tüm uygarlık süreçlerinin kahrını çekmiştir. Direngen bir yapıya sahiptir. Çağın ihanetine uğradığı da açıktır. Bu özellikler feminizmin evrensel çabalarıyla birleştirildiğinde, ayrı bir kadın partisi toplumsal özgürlük, eşitlik ve demokratikleşme mücadelesinde büyük bir rol oynayabilir” sözlerine yer veriyor.
8 Mart mesajı: Kadınlara çağrı
8 Mart’ta alanlarda Abdullah Öcalan’ın kadınlara gönderdiği mesaj okundu. Bu mesajda Abdullah Öcalan, kadınlara yönelik bakış açısını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Kadını olduran topraklarda insan gerçekliğini tüm çıplaklığı ile yaşadığınızın farkındayım. Büyüleyici değerinden hiç vazgeçmediğim sizlerle yaşamın bu hâli, herhalde beni ayakta tutan temel yaşam ilkem oldu. Ama ilk defa görkemli, özgür gerçekliği de en az diğer bir Mezopotamya ilki olacaktır, hatta olmuştur. Kadın özgürlük meselesi bütün önemini koruyor. Demokratik komünalist süreç, ana kadın toplumsallığının güncellenmiş hâlidir. Toplumsal gerçekliğe de ancak bu yöntemle varılır. Tecavüz kültürü aşılmadıkça; felsefe, bilim, estetik, etik, din alanlarında toplumsal hakikat açığa çıkmaz.
Yeni dönem, toplumun derinliğine gömülü erkek egemen kültürü yıkmadıkça, Marksizm’in de kanıtladığı gibi sosyalizm başarısı mümkün olmayacaktır. Sosyalizme kadın özgürlüğünden gidilir. Kadın özgürlüğü olmadan sosyalist olunmaz. Sosyalizm olmaz. Demokrasi olmadan sosyalizme gidilemez. Benim sosyalizm ile ilk sınavım, bir kadınla nasıl konuşacağımı bilmektir. Bir kadınla nasıl konuşacağını bilmeyen sosyalist olamaz. Bir erkeğin sosyalistliği, bir kadınla kurduğu ilişki biçimi ile ilgilidir.”
Kadının kutsallığı ve tarihsel rolü
Abdullah Öcalan, kadının kutsallığını ve tarihsel yaratıcı rolünü şu şekilde tanımlıyor: “Kutsallık kadına aittir. Kadın, evrenin ta kendisidir; erkek ondan sapmadır, sapmış bir gezegendir. İlk önce çocuğa seslenmek için dili üreten kadındır. Kültürü üreten de kadındır. Toplumun doğuşunu sağlayan da kadındır. Kutsallık ve tanrısallık ona aittir. Kadınlar için dört katmanlı kadın kurtuluş ideolojisi geliştirdim. Bu, bir teoridir. Ana kadın kültürü, tanrıça çağı M.Ö. 10 bin ile 4 bin arasındadır. Tek tanrılı dinler Babil ile başlar. Babil destanı, kadının köleleştirilme destanıdır. Babil yaratılış destanı, Mezopotamya mitolojisinin temel taşlarından birisidir. M.Ö. 4000–2000 arası kadın kültürü, kadın kaybetmeye başlıyor. Ana kadın kültürü yıkıldıktan sonra Mitanniler’le birlikte saray kadını doğdu. Nefertiti de saray kadınıdır. O süreçteki saray kadını günümüze doğru ev kadını hâline getirildi.”
Sati kültürü, aşk ve özgür kadın
Kadınların tarihsel baskılara uğradığı Sati kültürüne ve aşk anlayışına ilişkin ise Abdullah Öcalan şu değerlendirmelere yer veriyor: “Sati kültürü ve geleneği var, biliyorsunuz. Sati kültüründe kadınlar ateşe atılır ve yakılır. En son uygulama 1832’dedir. İngilizler bu kültüre son vermiştir. Yeniden doğuş önemlidir. Kadın, biyolojik olarak değil; toplumsal, kültürel ve tarihsel olarak ele alınmalıdır. Simone de Beauvoir’in söylediği gibi ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur.’
Ben evliliğe ve aşka karşı değilim ama her gün aşk adına korkunç cinayetler işleniyor. İnsan âşık olduğu kişiyi öldürür mü? Aşk bu değil. Biliniyor; birçok kadın bu ilişki nedeniyle intihar etti. Bir de özgür kadın kültürü var. Sizler bu kültüre yakınsınız şimdi. Kadınlar anne olmayı, eş olmayı aşmaya çalışıyor. Ancak hâlâ özgürlük kültürünün yüzde 10’u ile idare ediyorsunuz. Esas olan zihniyetle savaşmaktır. Erkek egemen toplum yapısı, kadınlar için birçok sorun yaratıyor. Şiddet var, sömürü var, ensest var, tecavüz var, kızlar öldürülmeye açık. Yarın öbür gün çocuklar öldürüldüğünde ne yapacaksınız? Sati kültürü derken bunu kastediyorum. Bu kültürle, bu zihniyetle savaşacaksınız. Böyle tortularınız var. Bu tortulardan arınmanız lazım.
Kadın sorunu Kürt sorunundan derin
Kadın sorunu, Kürt sorunundan daha derin bir sorundur. Kürt sorunundan daha bir kadın sorunu var ortada. Biz sadece bunun küçük bir başlangıcını yaptık. Savaş ve çatışma kültürü en başta kadına yöneliktir. Bu kültürü bir nebze de olsa geriletmek, mücadelenin dinamosudur. Dönemin ruhu demokratik siyasettir, dili de barış dilidir. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, aynı zamanda kadınlar için de bir rönesanstır.
Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren kadınları, güncellenmiş ve başarmış; Mem û Zîn ve Derweşê Evdî aşkıyla selamlıyor, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum.”