Eko-kırımda bölge değişse de isimler hep tanıdık

  • 09:07 15 Şubat 2024
  • Ekoloji
 
Melek Avcı 
 
ANKARA - İHD Ekoloji Komisyonu Sözcüsü Tuğba Kahraman, eko-kırımın altından hep tanıdık isimlerin çıktığını söyleyerek, “Son bir yıl içinde bir ayda 50- 100 arası madene ruhsat veriliyor. Hepsine de ‘ÇED olumlu’ raporu verilmesi aslında iktidarın sermaye ile yaratmış olduğu yeni bir rant alanı” dedi.
 
Erzîngan'ın Licik(İliç) ilçesinde Anagold Madencilik tarafından işletilen Çöpler Altın Madeni’nde meydana gelen göçük sonrası resmi rakamlara göre 9 işçi maden altında kaldı. Kayan toprak yığının siyanürle dolu olması bölgenin yaşam alanlarının, suyunun ve havasının zehirlenmesi ve büyük bir doğa kırımının yaşanması anlamına geliyor.  Çevreciler, siyanürün, madenin 350 metre altında bulunan Fırat Nehri’ne aktığını dile getiriyor. Defalarca altın madenine dair Meclis’te soru önergeleri verilmiş, ekoloji örgütleri felaketin geleceğine dair uyarılarda bulunmuştu.
 
Onay İBB Adayı Murat Kurum’dan!
 
Bölgede maden istemeyen köylüleri sık sık hedef alan Binali Yıldırım olay sonrası, facianın yaşandığı alanda yaptığı açıklamada Fırat Nehri'ne siyanür sızabilme riskine dair "Kimyasal ayrı bir yerde tutuluyor" iddiasında bulunmuştu. Bunun yanı sıra maden kapasitesinin genişletilmesi için geçen yıl onayın AKP İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan adayı Murat Kurum’un Çevre ve Şehircilik Bakanı olduğu dönemde verildiği öğrenildi.
 
Anagold  iktidar ortaklığı
 
Anagold Madenciliğe baktığımızda ortaklıkta yine tanık isimleri görüyoruz. Şirket ilk olarak merkezi ABD’nin Denver şehrinde bulunan ve Kanada borsasında işlem gören Anatolia Minerals Development Limited’in Türkiye’de faaliyet gösteren bir alt şirketi olarak madencilik alanında çalışmaya başladı. Anatolia Minerals, Avustralya’nın en büyük üçüncü altın üreticisi olan Avoca Resources Limited’le birleşerek Alacer Gold Corporation’ı kurdu. 2009 yılında ise Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın CEO’luğunu yaptığı Çalık Holding’e bağlı Lidya Madencilik ile Anatolia Minerals’ın sahibi olduğu Alacer Gold ortaklığında Anagold Madencilik şirketi kuruldu. 2010’dan bu yana Erzincan, İliç’teki Çöpler Altın Madeni’ni işleten Anagold’un yüzde 80’i SSR Mining’e, yüzde 20’si ise Lidya Madencilik’e ait.
 
Yaşanan doğa kırımını değerlendiren İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şube Ekoloji Komisyonu Sözcüsü Tuğba Kahraman, rantın tanıdık isimler arasında bölüşümüne dikkat çekti.
 
‘Facia imzacısına İstanbul adaylığı ödülü verildi’
 
Licik'te yaşanan ekoloji katliamını göçük yaşanmadan çok öncesinde takip ettiklerini söyleyen Tuğba, söz konusu bölge için ekoloji örgütleri tarafından defalarca çağrılar yapıldığını belirtti. Tuğba, “ Ekoloji örgütleri madenin kapatılması için birçok talep ve çağrıda bulunmuştu ancak iktidar eliyle sürekli kapasite geliştirme çalışması yapıldı. ÇED’lere ‘olumlu’ raporlar verildi. Bununla birlikte sürekli olarak genişletilen madende kullanılan ciddi miktarda siyanüre göz yumuldu. Madenin üç katı büyüklüğe ulaşması için yapılan kapasite artış talebine ÇED ‘olumlu’ raporunun verilmesi Murat Kurum’un Çevre ve Şehircilik Bakanlığı döneminde gerçekleşti. Kendisi şuanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi adayı olmakla ödüllendirildi. Bu katliam yaşanmadan Çevre ve Şehircilik İklim Bakanlığına yapılan itirazlarla ekoloji örgütü sürekli olarak uyarıda bulundu” diye konuştu.
 
Avrupa’da kullanımı yasak
 
Siyanürün halihazırda ciddi sağlık ve çevre sorunlarına neden olduğu için Avrupa’da kullanımının yasak olduğunu hatırlatan Tuğba, “Avrupa’da halihazırda yasak olan siyanürün kullanılması gerçekten çok ciddi bir yaşam hakkı ihlali doğurmuştur. Siyanür sadece altının topraktan ayrılmasıyla kalmıyor aynı zamanda topraktaki zararlı metallerin de açığa çıkmasına neden oluyor. Bu atıkların biriktirildiği depolarda yaşanan sızıntı ve kaymalarla yeraltı sularına ve doğaya karışıyor. Bu nedenle insanlarda çok ciddi sağlık sorunlarını ortaya çıkarıyor ve bu yüzden Avrupa’da kullanımı yasak. Ancak ülkede hiçbir denetim ve ekoloji örgütlerinin vermiş olduğu itirazlar, yapmış olduğu eylemler göz önünde bulundurulmuyor” dedi.
 
‘Fırat Havzası’nın ulaştığı tüm su kaynakları tehlikede’
 
Çernobil benzetmesi yapılan faciaya dair Tuğba şöyle devam etti: “Nehirlere bunun karışmasını engelleyeceklerini söylüyorlar ama yeraltı sularına karışmış olacak ve bunu engellemeleri mümkün değil. Aynı zamanda Fırat Havzası ve oranın ulaştığı her yerde ciddi bir eko-kırıma yol açacağını görüyoruz. Bu katliamın normalleştirmek, hafifletmek çok mümkün değil çünkü çok ciddi bir yıkım söz konusu. Sadece orada katledilen 9 işçi değil aynı zamanda bütün Fırat Havzası tehlike altında ve Fırat’ın ulaştığı bütün uluslararası su kaynakları.  Dehşet derecede kimyasallardan oluştuğu için KOAH, anfizem, akciğer kanseri ve birçok hastalığa neden olabilir ki kanseri bir anda tespit edemediğimiz için bunların sonuçlarını 20-30 yıl sonra bizden sonraki nesillerde dâhil olmak üzere çok ciddi rahatsızlıkları göreceğiz.
 
Bir ayda 50-100 madene ruhsat ve ÇED raporu veriliyor
 
Son bir yıl içinde ruhsat verilen maden sayısına inanamazsınız; bir ayda 50- 100 arası madene ruhsat veriliyor. Madencilik yeni bir rant alanı oldu ve hepsine de ‘ÇED olumlu’ raporu verilmesi aslında iktidarın sermaye ile yaratmış olduğu yeni bir rant alanı. Bölüşümler tabi ki çok önemli hep tanıdık isimler karşımıza çıkıyor: 5’li Çete diye ifade edilen isimler, zaten herkesin hemen hemen duyduğu isimler. Rantın bölüşümünde sürekli aynı isimler karşımıza çıkıyor. Doğaya, halka, insan sağlığına, yaşam hakkına saygısızca sürekli işletilen bir süreç var. Burada sermaye ve devletin işbirliği sonucunda kesinlikle hep aynı aktörleri görmeye devam edeceğimiz açık.”
 
‘İnsanlarda ekolojik-politik bir bakış açısı oluşuyor’
 
Licik'in fay zonu üzerinde olduğunu aynı riskin Akkuyu’da da olduğuna dikkat çeken Tuğba, “Gerçekten çok ciddi tehlikeler barındırıyor. Birçok madenin aşağı yukarı atık barajlarının kayması, yöre halkına vermiş olduğu zarar, yörelerde yaratmış olduğu tahribatı görüyoruz, hepsini elimizden geldiği kadar ifşa etmeye çalışıyoruz ve karşısında durmaya çalışıyoruz. Çok daha ciddi bir şekilde ses çıkarmamz lazım. Ekoloji örgütleri, yaşam hakkını savunan, emekten, demokrasiden ve insandan yana olan her kesimin, örgütün, siyasetin, her sivil toplum kuruluşunun bunun karşısında olması gerekiyor. Bu yaşanan felaketten sonra çok ciddi tepkiler gösterildi bu da umut veriyor. Birçok insan duyarlı. Doğa katliamının geldiği noktayı hepimiz görüyoruz ve yaşıyoruz. Bunun bizim yaşam hakkımızı, sağlık hakkımızı ihlal ettiğini, bütün yaşamımıza müdahale ettiğini, nefes aldığımız havadan içtiğimiz suya kadar ihlal edildiğini insanlar gördükçe çok daha tepkisel olmaya başladılar ve bu tepkisellik de çok daha doğru ekolojik-politik bir bakış açısına eviriliyor. Böyle baktığımız zaman bu talan karşısında herkes yan yana durmalı” sözlerini kullandı.