Duvarları aşan nameler (1)
- 09:01 14 Kasım 2022
- Dosya
Kadın direnişi zamanı değiştirecek
Dilan Babat
ANKARA - 25 Kasım’a giderken direnişleri ile dört duvarı aşan tutsak kadınlar, nameleri ile mesajlarını topluma ulaştırıyor. Bunlardan biri olan DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, kadın direnişinin zamanı değiştireceğine işaret ediyor.
Erkek-devlet şiddetine karşı dünyanın kadın direnişine tanıklık ettiği ve “Jin jiyan azadî” sloganının dilden dile dolaşıp manifestoya dönüştüğü 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde sona yaklaşılıyor. Devlet aklının açığa çıktığı ilk günden bu yana şiddet, baskı, yakılma, katledilme, taciz, tecavüz ve nefret ile yüz yüze kalan kadınlar, çeyrek asırdır “resmi” olarak kabul gören 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla alanlarda direniyor. Bu yılki 25 Kasım’ı diğer yıllardan ayıran keskin hat ise Kürt kadınlar öncülüğünde kadınların, İran’da Jîna Emînî için topyekun serhildana kalkması ve bunun dünya kadınlarına da yansıması. Kadınlar artık kendilerine dayatılan kalıplara, dört duvara, eve kapatılmalara, örtülere, çarşaflara, toplum dışı görülmeye, meta olarak kullanılmaya kısacası kırıma karşı tarihin köklerinden beslenerek jineolojik bakış açısıyla xwebûn olma yolunda büyük adımlar atıyor ve yol alıyor.
Direnişleriyle duvarları aşan kadınlar
21’inci yüzyılın kadın yüzyılı olacağı tezi artık su götürmez bir gerçek olarak karşımızda dururken, bu yılı serhildan ile karşılayan kadınların direnişine dosyalarımız ile ışık tutacağız. Bu dosyamızda yaptıkları siyaset, haberler, kadın ve sivil toplum alanındaki çalışmaları ile erkek-devleti “rahatsız eden” ve bu nedenle tutsak edilen kadınlara kulak vereceğiz. Onlar dört duvar arasında olsalar da hakikati dillendirmeyi ve topluma ulaştırmayı kendilerine borç bilerek direnişleriyle duvarları aşıyor.
İlk olarak Kürt kadınların özgürlük mücadelesinde rol almış, bugüne kadar birçok çalışmada da yer alarak farkını ortaya koyan ve 6 Kasım 2016’dan bu yana yaptığı siyasetten dolayı tutsak edilen Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in, Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden gönderdiği yazısını sizler ile paylaşıyoruz.
“Özgürlük için direnen tüm kadınlara selam olsun. Kadınların mücadelesi ve direnişi zamanı değiştirecek, dolayısıyla dünyayı değiştirecektir. Dem Dema Azadiyê. Jin Jiyan Azadî.”
25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik her türlü şiddete karşı mücadele ve dayanışma günü vesilesiyle kadınlar bu yıl da sokakta olacak. Kadın katliamlarına, tecride, tecavüze, ayrımcılığa, devlet ve erkek şiddetine hayır diyecekler. Bir gecede iptal edilen İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasanın kadınların hayatında nasıl etkilendiğini anlatacaklar. ‘Asla yalnız yürümeyeceksin’ diyerek kadın dayanışmasının, kadınların yaşamlarında ve örgütlü mücadelelerindeki önemine dikkat çekecekler.
Kadınlar erkek devlet şiddetini anlatacak
İran rejiminin ‘ahlak polisleri’ tarafından saçını kurallara uygun örtmediği için katledilen Jîna Emînî şahsında devlet şiddetinin ve bu şiddete karşı kadınlar öncülüğünde gelişen direnişi, kadınların, halkların, eşitlik ve özgürlük talebini anlatacaklar. Devlet şiddetinin İran’a özgü olmadığı, Türkiye’de de özellikle politik kadınlara yönelik amansız, acımasız, bir devlet şiddeti olduğu, erkek-devlet şiddetinin kadınlara nefes alacak alan bırakmadığını anlatacaklar. Ekonomik krizin faturasının kadınlara ödetilmek istendiğini, yoksulluğun kadınların yakasına daha da yapıştırıldığını anlatacaklar. Savaş nedeniyle kendi ülkelerini, yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalmış göçmen kadınların uğradığı ayrımcılığı, cinsel ve fiziksel şiddeti, göçmenlere karşı gelişen ırkçılığı anlatacaklar. Savaşın kadınların ve çocukların yaşamına daha da zorlaştığına dikkat çekerek savaşa hayır diyecekler. Belki bizleri de hatırlayıp cezaevlerinde bulunan kadınların yaşadığı erkek-devlet şiddetine dikkat çekecekler. Bu şiddetin Garibe Gezer’i nasıl hayattan kopardığına dikkat çekip cezaevindeki kadınlarla dayanışma içerisinde olduklarını söyleyecekler.
Kadınların direnişi yeni yaşamı mümkün kılacak
Kadınlar sadece 25 Kasım, 8 Mart gibi özel günlerde değil, her günü her saati mücadele ve direniş günü yapmalılar. Patriyarka, kapitalizme karşı kadının örgütlü gücünü yaratmadan ne yazık ki, bu sistemin, baskı, şiddet, tahakküm ve köle sisteminden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Binlerce yıldır zorba ve sömürgeci erkek egemenli zihniyet, kapitalist modernite sitemi kadını köleleştirerek, kadının emeğine, bedenine el koyarak ve kadınların üzerindeki bu baskı rejimini tüm topluma yayarak kendini var etmiştir. Kadına yönelik şiddet, ayrımcılık, kadınlara dayatılan kölelik ideolojiktir. Kadın özgürlükçü bir sistemin mümkün olması, erkek egemen kapitalist ideolojinin aşılması ile mümkün olacaktır. Bunun kolay olmadığını elbette biliyoruz. Beş bin yıllık merkezi uygarlık sistemi kendisi yaşamın her alanında kurumsallaştırılmış durumda. Ancak gelinen aşamada, sistemin ciddi bir kriz yaşadığı sorunları çözmek yerine yeni sorunlar yarattığı da bir gerçek. Kadınların eşitlik, özgürlük mücadeleleri her zamankinden daha kitlesel ve örgütlü. Kadın dayanışması her zamanınkinden daha güçlü. Demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü sistem bir ütopya değil. Kadın öncülüğünde gelişen devrim, İran’da Jîna Emînî’nin katledilmesine karşı kadın öncülüğünde gelişen direniş, kadınların dünyanın her yerinde eşitlik, özgürlük mücadelesi, başka bir yaşamı mümkün kılacaktır. Zamanı değiştirmek, dünyayı değiştirmek demektir. Kadınların zamanı değiştirebilecek gücü var. Unutmamak gerekir ki; kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi ve bu alandaki kazanım düzeyi tüm toplumsal, ekonomik alanda köleliği ve sömürüye karşı eşitlik ve özgürlük mücadelesini belirleyecektir.
Kadınların yüzyılı
Erkek egemen kapitalist sistem kendisini sömürü talan ve şiddet üzerinden var edebiliyor ancak. Bundan da en çok kadınlar etkileniyor. Erkekliğin yüceltildiği, kadının toplumsal, siyasal, ekonomik yaşamın dışına iterek tek yaşam gerçekliğinin erkeğe hizmet olarak dayatıldığı bu köleciliğe karşı yapılması gereken bu köleliği parçalamaktır. Her yıl açıklanan şiddet ve kadın katliamı verileri, kadınların her gün katledildiğini tacize, tecavüze maruz kaldığını, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bu bizlerin kaderi değil, bunu değiştirebiliriz. 21’nci yüzyılı kadın yüzyılı yapalım.
Birinci ve ikinci cinsel kırılma
Merkezi uygarlık sistemine geçişte yaşanan ilk cinsel kırılma, kadınlar aleyhine gelişmiştir. Neolitik süreçte ekonomik, siyasal, toplumsal yaşamın merkezinde yer alan kadın ilk cinsel kırılma ile bu alanlardan dışlanmış, kadına dair ne varsa ‘kötü’ sayılmış. Kadın emeğine, bedenine el konulmuştur. İnananın 104 M’si (toplumsal yasalar) Enki tarafından çalınması aslında sembolik olarak, toplumsal düzen ve yönetime erkekler tarafından zorla el konulmasıdır. Kadınların bin bir emekle elde ettiği kazanımların ortaya çıkardığı toplumsal düzen yasaları kadınların aleyhine, kadınların köleleştirilmesi için kullanılmıştır. Kadınlar açısından korkunç sonuçlara yol açan bu süreç kadınlarına aleyhine gelişen ikinci cinsel kırılmasıyla daha da derinleşmiştir. İkinci cinsel kırılma dinler tarihiyle birlikte kadında tamamen eve kapatılması ile sonuçlanmış. Kadın, ‘günahkar’ ilan edilmiştir. Yaratılış öykülerinde ilk günahkar olan ve erkeği yoldan çıkarının kadın olduğu söylenilir ve bu söylem tüm topluma dayatılır. Erkek cinselliği yöneltilirken, kadın cinselliği ayıplanır kötülüklerin kaynağı haline getirilir. Ayrıca korkunç bir cinsel sömürü düzeni kurulur.
Toplumsal direniş
Tüm dinler kadının ikincil olma, köleleştirilme sürecini ‘tanrının isteği’ olduğu yalanını gerçekleşmiş gibi topluma dayatmaktadır. 21’inci yüzyılda dinin demokratikleşmesi, kutsal metinlerin kadın özgürlükçü, bir perspektifle yeniden yorumlanması talebi, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi açısından önemli bir konudur. Toplumların varlığında ve varlığını sürdürmesinde inanç önemli bir alandır. Bu alanın erkek egemenliği tarafından işgal edilmiş olması kadınların hayatlarını olumsuz etkilemektedir. Bu alanda, ‘ortak ahlakın’ dayatılması, erkek egemenliğine göre şekillenmesi kadınların toplumsal yaşamındaki yerinin belirlenmesine yol açıyor. Bunun İran rejiminde ‘ahlak polisi’ gibi bir kurumun olması, kadınların giyim kuşamından tutalım, günlük yaşamının özellikle devlet denetimine tabi tutulması, sadece kadınları değil tüm İran toplumunu etkilemektedir. Jîna Emînî’nin erkek-devlet şiddetiyle katledilmesinin ardından ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganları ile sokaklara çıkan kadınların isyanının bu düzenden rahatsız olan herkes tarafından desteklenmesi, liselerden üniversitelere, işçi sınıfına kadar yayılması bu gerçeği gösterir.
Mücadele eden kadınlar hedef alınıyor
Jîna Emînî’nin Kürt kadını olması olayın bir başka yönünü de ortaya koymaktadır. Kadına yönelik her türlü şiddet, ayrımcılık, katliam politiktir, kaynağını erkek egemenliğinden alır. Ancak Jîna Emînî’nin Kürt kimliği bu katliamın cinsiyet politikası kadar, kimlik politikası ile de alakalıdır. Kürt kadınları yaşadıkları her alanda demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü bir yaşamı inşa etmek için mücadele ediyor. Bu nedenle tekçi ulus-devletlerin, erkek iktidarların hedefi haline geliyorlar. İran’da Kürt kadınların karşılaştıkları sorunlar arasında paralellik var. Türk-ulus devleti örgütlü olan tüm kadınları hedef alsa da özelde Kürt özgür kadın hareketini, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamı inşa etmek için demokratik siyaset alanında mücadele eden kadınları özel olarak hedef almaktadır. Eşbaşkanlık sistemini kriminalize ederek, belediyelere kayyım atanma gerekçesi yapılması, KJA gibi kadın örgütlenmelerimizi yargılama konusu yapılarak kadın kurumlarımızın kapatılması, kadın siyasetçilerin hapsedilmesi. AKP-MHP Ergenekon ittifakının, kadın düşmanı politikaları kadar Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi ile de alakalıdır.
Kadın gazetecilerin tutuklanması faşist politikaların sonucu
Sadece kadın siyasetçiler hedeflenmemektedir, basın alanında çalışan kadınlardan tutalım, emek alanında, sivil toplum alanında çalışan kadınlar da hedef alınmaktadır. Kadınların emeğini, mücadelelerini kadın perspektifi ile haberleştiren JINNEWS’in sürekli hedef alınması, kadın gazetecilerin tutuklanması, tekçi, otoriter, faşist iktidarın cinsiyetçi ve milliyetçi politikasının sonucudur. Erdoğan’ın “Başkanlık rejimi” olarak adlandırdığı 2’nci Cumhuriyetin kuruluşu önünde engel olduğu düşündüğü herkesi yargı eliyle baskı altına alıyor. En son Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, Gezi Davası, Kobanê Davası, HDP’nin kapatılma davası, muhalif örgütlü kurum ve kişilerin hedef alınması, basına sansür yasası, Kürt gazetecilerin sistematik olarak gözaltına alınıp tutuklanmaları, Gazeteci Nagihan Akarsel’in öldürülmesi bununla alakalıdır. Milliyetçi, cinsiyetçi, dinci, militarist politikaları merkezinde olan tekçi otoriter, faşizan rejimini anayasal güvenceye almak istiyor.
Kadın özgürlüğü toplumun özgürlüğüdür
100 yıl belgeselinin tek hedefi de faşist rejimi kurumsallaştırmak olduğu açık. Erdoğan iktidarda olduklarını, ancak kültürel olarak iktidarlarını kuramadıklarını söylerken yeni dönem hedefini de belirlemiş oldu. AKP kültürel hegomonyasını da kadınlar üzerinde kurmak istiyor. İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek bunun ilk adımını atmış oldu. Şimdi CHP’nin öngörüsüz ve basiretsiz politikasını da fırsat olarak görmüş, başörtüsü konusunu Anayasa değişikliğinin merkezine koyarak, sadece başörtüsünü değil, aile tanımını da dinci, milliyetçi, cinsiyetçi bir yaklaşımla düzenlenmeyi önüne koymuştur. Anayasa değişiklik teklifinin TBMM’de çıkmaması durumunda referanduma götürme girişimi de meselenin kadınların başörtüsü özgürlüğü olmadığı, AKP’nin bunu bahane ederek kendi ideolojisini topluma dayatmak olduğu ortada. Erdoğan bir yandan da Kürt kadınlarına yönelik ırkçı söylemlerde bulunurken bir yandan da çözdük dediği başörtü konusu yeniden gündeme getirmesi kadın üzerinden kültürel hegomanyasını kurma girişiminden başka bir şey değildir. Temel insan haklarının referandum konusu yapılması, bunun önünün açılması önümüzdeki süreçte düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, siyaset yapma ve eylem özgürlükleri gibi konuların da tartışmaya açılmasına yol açabilir. Kaldık ki filen AKP bu özgürlükleri ortadan kaldırmış durumda.
Sonuç olarak kadın özgürlüğü toplumun özgürlüğüdür. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi toplumun özgürleşme mücadelesidir. Özgürlük için direnen tüm kadınlara selam olsun. Kadınların mücadelesi ve direnişi zamanı değiştirecek, dolayısıyla dünyayı değiştirecektir. Dem Dema Azadiyê. Jin Jiyan Azadi.”
Yarın: Göç İzleme Derneği Eşbaşkanı Kamile Kandal, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nden sorularımızı yanıtladı.