Çeyrek asırlık direniş ve evrenselleşen düşünce (3)
- 09:01 16 Aralık 2023
- Dosya
Özgür İnsan Savunması
HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan, Atina Mahkemesi’ne sunduğu “Özgür İnsan Savunması”nda uluslararası komplo, Kürt sorununun çözümüne ilişkin önemli değerlendirmeler yapıyor.
İmralı Adası’nda çeyrek asırdır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, burada uygulanan özel sisteme rağmen sayısız kitap, değerlendirme kaleme aldı. Yaptığı değerlendirmelerle tarihe, topluma, uygarlığa yeni bir yorum getirdi.
Abdullah Öcalan’ın yaptığı değerlendirmeler dünyanın birçok yerinde aydın, yazar, akademisyen, siyasetçi ve demokratik çevreler tarafından yoğun ilgi görüyor. Dünyanın birçok ülkesinde kimi üniversitelerde değerlendirme konusu yapılıyor.
Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’nda kaleme aldığı savunma-kitaplardan biri de “Özgür İnsan Savunması” adıyla Yunanistan’da görülen davaya ilişkin “Atina Karma Yeminli Mahkemesi Yargıç ve Jüri Üyelerine” hitaben yazdığı savunma.
5 bölüm
5 bölümden oluşan savunmanın birinci bölümü; “Avrupa macerası ve bir dönemin sonu”, ikinci bölümü; “Helen uygarlığı Kürtler ve Türklerle ilişkisi, üçüncü bölümü; “Komplo ortamının oluşmasında bazı felsefi ve siyasi yaklaşımlar”, dördüncü bölümü; “Atina komplosu hukuk devri dışı bırakılarak gerçekleştirilmiş”, beşinci bölümü; “Kürt krizinde çözüme doğru veya komploya yanıt” ana başlıklarından oluşuyor.
Abdullah Öcalan, savunmanın girişinde ise savcının hazırladığı iddianameye karşı “Atina Karma Yeminli Mahkemesi Yargıç ve Jüri Üyelerine” seslenerek önemli noktaları ele alıyor.
Dar, bencil, insan haklarını hiçe sayan bir yaklaşım…
Abdullah Öcalan, savcı tarafından hazırlanan iddianamenin özüne ilişkin, “Şahsıma yönelik özü itibariyle iddianamede, Helen Cumhuriyeti'ne girme hakkı olmayan siyasi liderliğin ülkeye girmesi, sakıncalı ve savaş sebebi sayılabilecek sonuçlara yol açan, dolayısıyla müttefikleriyle ve özellikle Türkiye ile aralarındaki dostluk ve barışı bozabilecek bir girişim olarak değerlendirilmekte ve bununla ilgili, ulusal hukukun ceza kanununun uygulanması istenmektedir” tespiti yaparken, savcının bu yaklaşımının çok dar, bencil, insan haklarını hiçe sayan, ayrıca Helen halkının gerçek çıkarlarını göz ardı eden, tarihi perspektiften yoksun bir yaklaşım olduğuna vurgu yapıyor.
Komployu ve ihaneti gizleme
Abdullah Öcalan, savcının yaklaşımının uluslararası komplo ve ardındaki ihaneti gizleme çabası olduğunu belirterek şöyle diyor: “Daha da vahimi, bu, şahsımda temsilini bulan Kürt halkının gerçekliğini ve iradesini görmezlikten gelen, en demokratik insan haklarından bahsetmeyi asgari düzeyde bile göz önüne getirmeyen, tarihte gerici şoven bir tutum olan yabancıyı bir ‘barbar’ olarak değerlendiren geleneksel hakim sınıf ve etnisite yaklaşımıdır. Ayrıca üyesi olunan AB hukukuna da aykırı bir yaklaşımdır. Kaçırılmamı sanki bir hakmış gibi görüp ‘kovulma’ olarak değerlendirmektedir. Yine sanki tarihin en önemli ve en büyük komplosuna dayalı bir ihanet söz konusu değilmiş gibi yaklaşmakta ve buna inandırmaya çalışmaktadır. Mahkemeyi basit, teknik değerlendirmelere boğan, devleti her şeyden üstün tutan, bireyin tüm insani özelliklerini ve haklarını yadsıyan, bir an önce kurtulmaya çalışılan bir konum, bir dava biçiminde yönlendirmeye çalışmaktadır. En çok önemser bulduğu da ‘Helen barışına en tehditkar girişimde bulunmuşum’ gibi bir anlayışı sürekli tekrarlayarak, işlenen komployu ve ona dayalı büyük ihaneti gizleyeceğini, bu da olmazsa basit bir hukuki kaza süsü vererek önemsiz kılacağını sanmaktadır. Gerçek suçlulara ilişkin bir imada dahi bulunmamakta, hatta görevlerini hakkıyla yerine getirdiklerini peşinen kabul etmektedir.”
Halka ve insanlığa karşı sorumluluğu yerine getirme
Abdullah Öcalan, mahkemeye seslendiği girişte kendi yaklaşımının özünü de, “Zor koşullarda ve çok eksik olanaklarla da olsa, savunmamı tarihsel, felsefi ve bilimsel bir temelde ele almayı görev bilmekteyim. Şahsım için talep edilecek fazla bir şeyin olmadığını bilerek, halkımıza ve insanlığa karşı karınca kararınca sorumluluklarımı yerine getirmeye çalışacağım. İnanıyorum ki, bu yaklaşım yargılanmayı bir 20. yüzyıl utanmazlığından kurtaracak, onu hak ettiği yere oturtacak ve gerçek yargılamanın gereklerini yerine getirecektir” ifadeleri ile dile getiriyor.
Avrupa’ya çıkış
Abdullah Öcalan, Avrupa’ya çıkış yapmaya çalıştığı 9 Ekim 1998 ve sonrasını tarihte farklı önderliklerde çok da görülmeyen bir yaklaşımla özeleştiriye tabi tutuyor. “Atina üzeri Avrupa'ya çıkış yapmaya çalıştığım 9 Ekim 1998 ve sonrası, özünde modernist paradigmanın bakış açısının şahsımda yaşanan iflasıydı” diyen Abdullah Öcalan devamla, “Çok sığ ve kuşkulu zihniyet yapımı tüm dönüştürme çabalarıma rağmen ülke için başarılı bir özgürlük gücüne tam ulaştıramamamın ve bu yönde önümdeki engellerin bir anlamda beni zorunlu olarak uygarlığın yetkin temsil gücü olan Avrupa'ya çıkış yapmaya zorladığı açıktır. Bu gerçeklik bir anlamda da kendi öz gücüne güvensizliğin itirafıdır. Yaşanan tarih, zamansallık ve mekan olarak derin bir çıkmazı ifade ediyordu” şeklinde belirtiyor.
Orta Doğu’daki 20 yıllık çaba
Abdullah Öcalan, Orta Doğu’daki 1979-1999 arasındaki çabalarına ilişkin önemli değerlendirmeler yaparak şöyle diyor: “Yaklaşık yirmi yıllık (1979-99) Ortadoğu'daki çabalarım çok önemli gelişmelere yol açmasına rağmen, tıpkı Orta Doğu toplumunun kendisi gibi, içinde yuvarlandığı kördüğümü kalıcı çözüme taşımaya yetmedi. (…)
2 yol
Önümde beliren iki yoldan diğeri olan 'dağdaki savaş'a yönelmem bir olanaktı. Fakat hem çok gecikmiş olmam hem de silahlı güçlerin kutsal olması şurada kalsın, dejenere olmasının arzulananın zıddı sonuçlara yol açtığını görmem, bu alanda kısa ve kolay bir çözüm umudumu adeta köreltiyordu. Bir de mevcut güçler mevzilenmesinde kolay çözümden ziyade, vicdanları körelten bir 'öl ve öldür' çengeline takılmış yaşam alışkanlığı, aslında ahlaki ve felsefi olarak da giderek bireylerin yanlış yürüdüğünü ortaya koyuyordu. Dağa yönelmem, belki teknik taktik anlamda düzeltmelere yol açabilirdi. Ama bunun nihai, stratejik bir çözüme yol açabileceği kuşkulu görünüyordu. Daha çok entelektüel gücüme güveniyor ve tarihi rolümü böyle oynamam gerektiğine dair sürekli bir his ve ilham kaynağı taşıyordum. Kürt ve Orta Doğu toplumu olgusunda gerekli olanın çok kan dökerek sorunları çözme yerine, köklü entelektüel çıkışlara ihtiyaç olduğuna dair kanımı da hiç yitirmedim. Bocalama bu iki eğilim arasındaydı. Kan ölçüleriyle, entelektüel çığır ölçüleri ben de adeta boğuşuyordu. Eğer çok ufak bir fırsat görsem bile entelektüel politik çıkışa ağırlık vereceğimden kuşkum yoktu. Özellikle Filistin-İsrail sorunundaki çıkmazlar bana kör şiddetin anlamsızlığını daha da açıklar nitelikte gelişince 'şiddet felsefesini' yeniden çözümleme gittikçe kaçınılmaz hale geliyordu. PKK'nin içinde belli bir düzeyde ortaya çıkan ve örgütü birçok bakımdan zorlayan anlayışı bu yönlü eğilimimi güçlendiriyordu. Bu gerçekliğin arkasında ise, tüm modern sorun ve çözüm yollarının Avrupa kaynaklı olduğu inancı, Avrupa üzeri arayış gereğini dayatıyordu. Adeta ikiye parçalanıyordum. Sonuç olarak Atina üzeri girişime olanak verilmesi ve Türkiye yönetiminin Suriye üzerindeki ağırlaşan yönelimi bilinen çıkışa yol açtı.
Yeniden bir doğuş yapmak
Atina, Moskova, Roma ve tekrar Atina üzeri Kenya-Nairobi'de sonuçlanan dehşetvari maceranın beni yeniden bir doğuş yapmayla karşı karşıya bıraktığı açıktı. Burada özümün, iyi niyetimin, büyük çabalarımın savunmasını yapmak kişisel olarak fazla anlam ifade etmez. Ortaya çıkan sonuç; sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmedir. Başta belirttiğim gibi, suçu hemen Türkiye yönetimine yüklemek ve dünya sistemin Türkiye'ye verdiği rolü derinliğine ve tüm tarihi kapsamı içinde değerlendirememek, direk ve dolaylı komplocu güçlerin düşündükleri gibi kendilerini gizleme anlamını da taşıyacaktır. AİHM'e yönelik savunmamda da, bu nedenle, günümüzün nasıl bir dünya sistemi olduğunu açıklamaya çalıştım. Bu savunmam, neredeyse hiyerarşik toplum uygarlığı içinde erimiş durumda bulunan Kürt varlığını, olgusunu tarih içinde ve tüm yönleriyle ortaya koymayı amaçlıyordu. Bir sorunu doğru ortaya koymanın çözümün yarısı olduğunun bilinciyle, bu çabayı harcadım. Bu çaba, son Irak işgalinde de görüldüğü gibi öngörülerimi şahane bir biçimde doğrulamakla kalmadı, olası çözüm olanaklarını da hem arttırdı hem de açık hale getirdi.
Halkların demokrasi arayışını güçlendirmek
Sistemin çarmıha germe, Prometheusvari bir kayalığa çivileme yöntemi, klasik veya mitolojik çağlardaki sonuca pek benzemiyordu. Kapitalist dünya sisteminin 'küresel taarruzuna' karşı halkların da 'küresel demokrasi' arayışını güçlendirmek ve Kürt sorununun çözüm yollarını da yakalamak imkan dahiline giriyordu. Özellikle 'İmralı Tek Kişilik Tutukevi' sürecim, tarih boyunca alışılan çürütmeye karşın, hem felsefi hem de pratik bilimsel bir çözümün sadece şahsım ve Kürt halkı için değil, tüm insanlık için çıkış bulabileceğini kanıtlıyordu.”
Yarın: Bir Halkı Savunmak