Erkek şiddetinin kaynağı…(2)

  • 09:01 30 Ekim 2024
  • Dosya
 
Dokunulmayan ve tartışılmayan kurumlar…
 
Rojda Gülsün
 
HABER MERKEZİ - Eril iktidar, kadınlar üzerindeki baskısını toplumun her alanında hissettiriyor. Aile kurumunu güçlendirme adı altında kadınları evliliğe ve çocuk yapmaya zorlayan, eğitim sistemiyle toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren, sağlık politikalarıyla kadınların bedeni üzerinde kontrol kurmaya çalışan bu anlayış, medyayı da kullanarak toplumda kendini kalıcı hale getirmeye çalışıyor.
 
“Faşizm” erkek aklının ürünüdür. Doğal olarak iktidar tarafından bilinçli bir şekilde kışkırtılan bu tarz uygulamalardan en çok kadınlar etkileniyor. İktidarın söylemlerini eyleme geçiren bir erkek güruhu hazırda tutuluyor. Bu zihniyetin toplumda inşa edilmesi için dört bir koldan da çalışıyorlar. Bütün devlet kurumları eril zihniyetin toplumda kalıcılaşması için canla başla çaba sarf ediyor. Toplumsal cinsiyet rolleri iktidarın kalıcılaşması temelinde bu zihniyet tarafından katmerleştirilerek dayatılıyor. Bu roller kapsamında kadının payına ya ölüm ya da ölümü gösterip sıtmaya razı eden bir yaşam düşüyor. Erkek ise iktidarın tetikçisi ve temel uygulayıcısı oluyor.
 
Dosyamızın bu bölümünde, AKP-MHP iktidarının kadınlar üzerindeki baskı politikalarına, hayata geçirdiği uygulamaların toplumsal cinsiyet rollerini nasıl derinleştirdiğine ve bu politikaların eğitim, aile, sağlık ve medya aracılığıyla nasıl kalıcılaştırılmaya çalışıldığına dikkat çekiliyor.
 
İktidarın aile hedefi 
 
AKP, hükümete geldiğinden beri bu rollerin benimsenmesi temelinde aile kurumunu öne çıkardı. Kutsal aile söylemi ile bu kurum dokunulmaz ve tartışılmaz kılınıyor. Kadının toplumda var olmasının yegane yolu bir aile kurmasından geçiyormuş gibi yansıtılıyor. Bu kapsamda genç yaşta evlilikler telkin edilmekte, kadınların aile sınırları dışına çıkmaması için her yola başvurulmakta. Nitekim geçmiş süreçte genç yaşta evlilikleri yaygınlaştırmak için özel krediler vererek evliliği teşvik etmeye çalıştılar. Yine “aile rızası var” denilerek çocuk yaşta evliliklerin önü açılmaya çalışıldı. Zaten el altından gizlice tarikat ve cemaat örgütlendirmeleri öncülüğünde yapılan çocuk yaşta evlilikleri hukuki kılıfa da büründürmeye çalıştılar. Türkiye’de çocuk yaşta evlendirilme sorunu olarak gündeme gelen bu durum bizzat iktidar tarafından teşvik  ediliyor. Emine Erdoğan da bu evlilik işinin reklamcılığına soyunmuş. Emine Erdoğan’ın tüm yurt dışı gezilerinde çeyiz sergileri, evlilik gelenekleri adıyla tanıtımlar yapıp bu işle övünüyor. Evlilik yolu ile başı bağlanan kadınlar hukuksal olarak da erkeğe bağlanıyor. Hala kadının evlendiği kişinin soyadını alması dayatması bu çerçevede işliyor, her yasal teklifte kadınların soyadı gündeme geliyor. Ailenin olmazsa olmazı da çocuk diye sunuluyor. Bu konuda da kadınlara söz hakkı yok. Zira tek adam rejimi, kadınların kaç çocuk doğuracaklarını ilan ediyor. Ailede erkeğin hakimiyeti tartışmasızdır. Erkek baba ya da ağabey  ‘ensest’ yapabilir, şiddet de uygulayabilir, katledebilir de. Kendi zihniyetleri çerçevesinde oluşturulmuş aile yapısıyla gelecek nesiller bu yolla oluşturulmak isteniyor. Ne de olsa ilk eğitimin başladığı yerdir aile.
 
Eğitim sistemi 
 
Bir zihniyetin toplumda yaygınlaşması ve yerleşmesi için uygulanan en etkili yöntem eğitimdir. Her iktidar yapılanması kendi düşüncesini topluma empoze etmek için kendine özgü politikalarla eğitim alanını şekillendirmeye çalışır. AKP’nin 22 yıllık iktidarında belki de en çok yara alan sistem eğitim sistemi oldu. Kendi zihniyetleri temelinde eğitimi adeta alaşağı ettiler. Bilimsel eğitim artık ulaşılamaz bir hayal oldu. Eğitimin temel amacı dinin değer yargıları üzerine oturtuldu. Her yerde mantar gibi İmam Hatip liseleri türedi, sayıları o kadar çok arttı ki bu okulların kimi sınıflarında öğrenci sayısının 12 olduğu açıklandı. Gençler bu okullarda sistemin emir erleri olarak yetiştiriliyor, sistem temsilcileri de bunu sürekli denetliyor. İstanbul Silivri’de MHP’nin arka bahçesi ülkü ocaklarının başkanı okulları ziyaret ediyor, açıktan propaganda yapıyor, okul müdürünü de yanına alarak sınıfları teftişe çıkıyor ama sistem onların elinde diye kimse bu duruma ses etmiyor.
 
Gençler eğitim sistemiyle teslim alınmak isteniyor
 
Eğitim sistemi kadının toplumsal cinsiyet rollerini benimsemesi üzerinden kurgulanmış. Genç kadın ve erkeklerin beyni adeta bu okullarda uyuşturuluyor. Onlara rol-model olan öğretmenlere de el atılmış vaziyette. Son olarak sadece kadın öğretmenlere giyim-kuşam dersinin verilmesi kararlaştırıldı. Rol-modellerin kendi şekillerini taşımaları için özel gayretlerden biri bu durum. Yakında tüm genç kadınlara da dayatılacak bir şekillenmenin ön habercisi gibi… Nitekim bir okul müdürü yapılan veli toplantısında ‘okulumda açık kız öğrenci istemiyorum’ demedi mi? Bu bir zihniyetin ifşasıdır. Kadın öğrencileri taciz eden erkek öğretmenler ise hiç görülmedi, aksine genç kadınlar korkutularak bu kişilerden şikayetçi olmamaları için özel çaba sergilendi. Eğitim sistemiyle teslim alınmaya çalışılan gençler üzerinden uygulanan bu kirli politikalara karşı direnç gösteren, bu uygulamaları kabul etmeyen, sistemin politik kadın katliamlarına karşı sergilediği eylemsel tutumlarla son süreçte bir hareketlilik yaşayan üniversiteli gençlik de faşizan saldırılarla yüz yüze bırakılarak susturulmaya çalışıldı. Demokratik tepkilerini bir eylemle göstermelerine dahi tahammül etmeyen faşist zihniyet, öğrencilerin üzerine hemen tetikçilerini saldı. Yanı sıra üniversiteli öğrencileri barındıran KYK kurumları taciz, intihar, kaybolan geç kadınlar merkezlerine dönüştü. Tüm bu uygulamalar karşısında öğrencilerin sergilediği tepki eylemlerinden de anlaşılacağı üzere eğitim alanında bu kadar uğraşmalarına rağmen sonuç alamadıkları bir gerçek.
 
Sağlık sisteminde kadının kararı!
 
Mevcut sistemin kadın konusunda el attığı alanlardan biri de sağlık kurumları oldu. Sağlık Bakanlığı’nın ‘Doğal Olan Normal Doğum’ sloganıyla yayınladığı bir propaganda videosu ile kadınların nasıl doğuracağına da karıştılar. Sistemin kürtaj ve sezaryen karşıtlıkları zaten biliniyor. Geçmiş süreçlerde bu konuda verdikleri demeçlerinden biliyoruz. Hatta kadınların tecavüz sonucu hamileliğinin sonlandırılmamasına, o çocukların muhakkak doğurulması gerektiğine kadar varacak düzeyde söylemler. Yine kimi hastaneler de kadınların rahim ya da kadın hastalıkları olarak adlandırılan kimi konularda doktora görünmesini erkek bir vasi ile gitmesi şartına bağlıyor. Yani sağlık alanında kadın kendi bedeni hakkında karar alamıyor.
 
İktidarın siyasetinde kadının rolü 
 
Siyasi alanda da kadınlar açısından tablo değişmiyor. AKP-MHP iktidarının görünen siyasi yüzü erkekler. Mevcut kadınlar ise sadece politikalarını destekledikleri kadar var. Toplumun siyasi temsil alanı olarak gösterilen Meclis’te toplumun ana gövdesini oluşturan kadın oranı hep en düşük seviyelerde seyretti. Meclis’te kadın lehine tek bir araştırma önergesi kabul edilmedi, yaşanan kadın katliamları görmezden gelindi, toplumun en temel sorunlarından biri olan bu katliamları araştırmak için tek bir girişim dahi sergilenmedi. Tabi bu olayları demokratik ve kadın özgürlükçü siyasetin temsilcilerini tenzih ederek dile getiriyoruz. Mecliste kadın oranlarını bir nebze de olsa değiştirmeye çalışan demokratik siyasetin temsilcisi kadınlar ise türlü zorluklarla karşı karşıya geldi. Birçok kadın bu hükümet süresince şu an cezaevlerinde siyasi tutsak olarak tutuluyor. 
 
Sorunlar görmezden gelindi 
 
Yerel yönetimlerde yer alan kadınlar kayyım zihniyeti ile bertaraf edildi. Kayyımların yaptığı ilk iş de kadın kurumlarını kapatmak oldu. En son kadın temsilcilerinin Meclis’te kanını akıtmaya kadar götürecek bir eril saldırı zihniyetini açıktan sergilediler. Bu politikaların baş uygulayıcısı hükümetin iki siyasi kurumudur. Bunlardan biri Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, diğeri de Diyanet İşleri Başkanlığı. Kadından yana tavır alması gereken bir bakanlık kadın adını bile almadı. Yaşanan tüm sorunları görmezden geldi. Kutsal aile sınırlarını korumak adına aile reisi erkeklerin korunmasını ve sistemlerinin devamını daha çok önemsedi. Diyanet ise ailede kadının ‘haddini bilmesi’ adına kadınlara eğitim projesi geliştirdi, kadınların kişiliklerini kendi değer yargılarıyla inşa etmeye kalkıştı. Tüm bunların toplamı olarak AKP-MHP iktidarının siyaseti hep erkek renginde yürüdü.
 
Güvenlik kurumların güvensizliği 
 
Devletin güvenlik kurumları mevcut siyasetin hayata geçmesinde temel rol oynadı. Kadın katillerinin ve tecavüz faillerinin peşine düşeceklerine adeta cadı avı uygularcasına hakikati dile getiren, tepkilerini ortaya koyan kadınları hedef aldılar. Bu güçleri koruyup kollayan iktidara güvenerek onlar da kendi silahlarıyla kadınları katlettiler. Tecavüz faili Musa Orhan’ı, Kürdistan’da kadınları tecavüz ederek katleden korucuları, Mêrdîn’de bir çocuğa tecavüz eden asker ve polisleri, Şirnex’te onlarca askerin tecavüzüne uğrayan çocuğu biz unutmadık. Ama iktidar bu failleri hiç hatırlamadı bile. Hakkari’de bu çetelere bağlı bir genç bir kadını fuhuş ağına düşürerek devlet için kullanmaya kalkıştı. Devlet, faili değil haberi yapan gazeteciyi sorguladı. Devletin polisleri kadınların mevcut şiddet düzenini kabul etmesi için özel çaba sarf etti. Erkek failleri şikayete giden kadınları korkuttu, senin adresini öğrenip daha fazla rahatsız edecek diyerek kadınlara gözdağı verip şikayetlerinden vazgeçirdi. En ufak tepkilerini dile getirmek için bir araya gelen 3-5 kadını derdest etmek için harekete geçen polisler kadınları herkesin içinde taciz eden, şiddete maruz bırakan, herkesin gözü önünde katletmeye kalkışan erkekler için kılını bile kıpırdatmadı. Katledeni kollamaya kodlanmış bu yapılar tıpkı AKP’li Latif Aydemir’in dediği gibi suçu hep katledilende buldu.
 
Cezasızlık…
 
Kadınların bu kadar hukuksuz uygulamalarla karşı karşıya gelmesinde temel sorumluluk sahibi yapılardan biri de yargı erki ve mevcut hukuksal düzendir. Kendi yasalarını bile çiğnemekte sakınca görmeyen iktidarın en büyük savunucusu yargı oldu. Birçok kadın karşıtı uygulama bizzat iktidar tarafından devreye konuldu, ancak yargı erki tek bir adım bile atmadı. Aksine iktidarın değirmenine su taşırcasına fail erkekleri korudu. İyi hal indirimi, aşırı tahrik vb. uydurulmuş kılıflar ile failler için cezasızlık politikası geliştirildi. En korkunç yöntemlerle kadınları katleden erkekler mahkemelerde taktıkları bir kravatla yargı nezdinde aklandı. Mevcut cezasızlık politikaları failleri daha da özendirdi. Tutuklanan birçok kişi de bunlara dayanarak ‘pişman değilim, yine olsa yaparım’ söylemini kullandı. Yargının çıkardığı bu sorunlar mevcut hukuksal düzenin yetersizliği olarak lanse edildi. Bu nedenle son süreçte devreye sokulan şeriat kanunları gelsin tartışması başlatılarak esas zihniyetlerini ortaya koymuş oldular. Bu söylemleri de şeriat düzeni hakkında tek bir bilgisi olmayan kişilerin ağzıyla ortaya döktüler. Kadınlara harem yaşamını, recmi, çok eşliliği dayatan bu sistemin hadım ve idam uygulamalarının mevcut hukuksal düzene alternatif olarak sunulması tam bir garabet durumudur. AKP-MHP iktidarının hukuku çiğneyen suçunu görmezden gelme halidir.
 
Medyanın rolü 
 
Tüm bu politikaların topluma uygulanmasında ve ülkenin her kesimine ulaştırılmasında kullanılan temel güçlerden biri de medyadır. Medya, iktidar zihniyetinin biricik temsilcisi olarak rol oynuyor. Topluma model olarak sunulan kadın profili dizi filmler üzerinden sergileniyor. Toplumsal yaşamın nasıl şekillendirilmek istendiği bu diziler yoluyla gösteriliyor. Son süreçte piyasaya sürülen seküler-dini yaşam çatışmalarını konu edinen diziler ile alttan alta AKP’nin örmek istediği yaşam tarzı model olarak sunuluyor. Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz, katliam bu dizilerde de işlenerek toplum böylesi yaklaşımlara özendiriliyor. Bunun yanı sıra kadın kırım politikaları ise haber ve siyasi programlarda görmezden geliniyor. Şiddet ve katliam çeteleleri verip geçiştiriliyor. Kadın katliamlarında konu daha çok işin magazinsel yönü oluyor. Kadının gerçekte neler yaşadığı ve nasıl bir cendereye alındığı kimsenin umurunda olmuyor. Son olarak Narin Güran olayının ele alınışında medyanın gerçek yüzünü bir kez daha görmüş olduk. Narin’in kaybolmasında iktidar zihniyetinin parmağı olmasına rağmen medya yasak aşk iddiaları ile haberi gerçekliğinden saptıracak yollara girişti. 
 
Kadın katliamlarının işlenme şeklinde de ciddi sıkıntılar var. Katliamlar servis edilirken özendirme girişimlerine tanık oluyoruz. Kadın lehine bir habercilik mantığı ile yaklaşım günümüz medyasında çok zayıf. Gazetecilik etiğine sığmayan yaklaşımlara dahi tanık oluyoruz. Her kırımdan sonra olur olmaz değerlendirmeler, olayın kaynağını görmezden gelmeler, iktidara tek bir eleştiri sunacak düzeyde bu olayları ele almamalar ana akım olarak adlandırılan medyanın başvurduğu temel yöntemlerdir. Kendisini muhalif olarak adlandıran medya kuruluşları da sorunun gerçek kaynağına inmede yeterince cesur davranmıyor. Medya bu kırımı görmezden gelerek, doğru ve yeterli işlemeyerek hükümetin suç ortağı konumundadır.
 
Tabloyu nasıl değiştirebiliriz? 
 
Hükümet eliyle uygulanan bu akıl almaz politikalara ilişkin daha da çoğaltılabilecek o kadar örnek var ki… Fakat kıssadan hisse; AKP- MHP iktidarı tüm kurumlarıyla el ele vererek kadınlara savaş açmış vaziyette. Ordusuyla, polisiyle, okuluyla, medyasıyla herkes bir cepheden bu savaşı yürütüyor. Kadınlar katlediliyor, kırımdan geçiriliyor, tecavüze uğruyor, taciz ediliyor, kaçırılıyor, intihar süsü verilerek katlediliyor. Savunmasız çocuklar adını dahi bilemedikleri ve anlamlandıramadıkları türlü cinsel saldırılarla yüz yüze bırakılıyor. Bu sistem tarafından savaşın kurbanı kadınlar adeta şeytanlaştırılmakta, tetikçi erkeklerin de sırtı sıvazlanmakta. Bu acı tablonun sorumlusu bizzat AKP-MHP iktidarıdır. Bu gerçeklik ayyuka çıkmış ve kadın cephesinden de türlü tepkilerle karşılanıyor. Bu noktada mühim olan mevcut tabloyu nasıl değiştireceğimiz, iktidarın kırım politikası karşısında kadınlar olarak nasıl bir mücadele yürüteceğimizdir. Yoksa mevcut gerçekliği bilerek görmezden gelmek, kılını kıpırdatmamak, cılız eylemlerle yetinmek kadın kırım politikalarını daha da çoğaltacaktır. Kadın özgürlük mücadelesi ile bu kırıma dur demenin vaktidir. 
 
Yarın: Kadın kırımının panzehiri kadın özgürlük mücadelesidir