Öz savunma, örgütlülük ve mücadele ile 25 Kasım’a (10)
- 09:01 10 Kasım 2024
- Dosya
Öz savunmaya ‘erkek yargı’ engeli
Arjin Yüksekbağ
ANKARA – Kadına yönelik şiddetin artarak devam ettiği günümüz dünyasında, öz savunmanın önemi ve hukuktaki karşılığını değerlendiren Avukat Yağmur Birdal, “Şiddete maruz kalan kadınların kendini savunma eylemleri ‘meşru müdafaa’ olarak değil, tasarlayarak ya da kasten öldürme olarak görülmektedir” diyerek, erkek yargının değişmesi gerektiğinin altını çizdi.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü yaklaşırken, kadınlar, erkek aklı ve yasalarıyla yönetilen Türkiye’de her alanda mücadele etmek zorunda kalıyor. Şiddet başlı başına toplumsal bir sorunken, buna en fazla maruz kalan kesim yine kadınlar oluyor. Şiddetin, taciz, tecavüz, kayıp vakaları ve katliamların doruk noktasına ulaştığı günümüz dünyasında, özellikle Türkiye'de, bu sorunları ortadan kaldıracak yasal düzenlemelerin yetersizliği dikkat çekiyor. Üstelik yılların mücadelesiyle kazanılmış hakların tek bir kişinin imzasıyla geri alınması ve cezasızlık politikaları, suçları teşvik edici bir ortam yaratıyor; suçlular, yalnızca cüzi miktarda cezalarla kurtulabiliyor. Bu durumda, kadınların kendilerini korumak için başvurdukları meşru müdafaa hakkı, önemli bir yöntem olarak öne çıkıyor.
Dosyamızın bu bölümünde, Avukat Yağmur Birdal, kadınlar için hayati önem taşıyan öz savunmanın ne olduğu, yasal zemindeki karşılığı ve önemine dair konuştu.
‘Öz savunma erkek bir kalıba sokulmaya çalışılıyor’
İlk olarak, öz savunmanın tanımını bir hukukçu olarak yapan Yağmur Birdal şunları söyledi: “Öz savunmayı, kişinin kendine yönelik bir saldırıyı bertaraf etmek için kullandığı her türlü yol ve strateji olarak tanımlamam doğru olacaktır. Mevcut hukuk sistemi, meşru savunmayı ‘Gerek kendisine, gerekse başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda, hal ve koşullara göre, saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiil’ olarak tanımlamaktadır. Bu tanım her ne kadar rasyonel ve objektif bir çerçeve sunmuş gibi gözükse de, erkek egemen hukuk sistemi uygulayıcıları, kadınların öz savunma yapma şeklini, zamanlamasından kullandıkları araçlara kadar ‘erkek bir kalıba’ sokmaya çalışmaktadır. Bu kalıp, kadınlara rasyonel ve adil bir hukuk düzeninin gereğiymiş gibi dayatılmaktadır. Ataerkil görüşleri ve standartları temel alan ceza hukukunun temel kuralları, çoğunlukla iki erkeğin dövüştüğü anlarda uygulanan erkek kurallarıdır. Erkek egemen hukuk sisteminin temel hukuk kavramları, çoğunlukla kadın deneyimini içine almayı, nesnel ölçüt dediği erkek egemen ölçütleri işaret ederek reddetmektedir. Mevcut hukuk sistemi, sistematik şiddetin doğasını kavramak ve kadınların deneyimini görmek yerine ısrarla meşru savunma hükümlerini erkek egemen kalıplara sıkıştırmaya çalışmaktadır.”
‘Her koşulda erkek yargısı işletilmekte’
Kadınların öz savunma eylemlerinin hukukta meşru savunma kapsamında değerlendirilmediğini belirten Yağmur Birdal, “Sistematik şiddete maruz bırakılan kadınların, şiddetten kurtulabilmek için eşlerini veya partnerlerini yaraladıkları ya da öldürdükleri durumlar bulunmaktadır. İşte bu noktada, erkek yargının erkekler için cezasızlık olarak işleyen mekanizması, kadınlar için kasten öldürme veya tasarlayarak öldürme olarak durumu değerlendirmektedir. Kadının sadece eylemine odaklanan ve suç davranışı öncesine odaklanmayan bu yaklaşım, kadının maruz kaldığı sistematik şiddeti yalnızca haksız tahrik nedeni olarak kabul edip cezada indirime gitmektedir. Bir eylemin meşru savunma olarak kabul edilmesi için mevcut hukuk düzeni belli koşulların varlığını arar. Sistematik şiddete maruz kalan kadınların eylemlerinin meşru savunma kapsamında değerlendirilmesine ilişkin tartışmalar, genellikle meşru savunma doktrininin şu koşullarının sağlanıp sağlanmadığı etrafında oluşmaktadır: Gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırının bulunması, saldırının halen mevcut olması, savunmada zorunluluk olması ve savunmanın orantılı olması gibi” dedi.
‘Ortodoks ilkelere sarılan bir yargı var’
Yıllardır sistematik şiddete maruz kalan bir kadının kendini korumak adına göstermiş olduğu karşılığı, erk aklıyla yönetilen yargı sisteminin idrak edemeyeceğinin altını çizen Yağmur Birdal, “Uzun yıllardır eşi veya partneri tarafından sistematik şiddete maruz bırakılan bir kadının, şiddete uğradığı bir esnada şiddet failini öldürmesi ile şiddet failini uyurken veya televizyon izlerken öldürmesi durumunda, mevcut hukuk sisteminin yaklaşımı, meşru savunmanın koşullarının yorumlanması bakımından değişmektedir. Kadının şiddete uğradığı bir esnada şiddet failini öldürmesi hâlinde, kadına yönelik bir saldırı olduğu kabul edilebilmektedir; ancak yirmi yıldır şiddet uygulayan fail uyuyorsa ya da televizyon izliyorsa, burada gerçekleşmesi muhtemel bir saldırının varlığını kabul etmemektedir. Saldırının zorunluluğuna ilişkin tartışma ise, kadınların şiddetten kurtulmak için aile, resmi kurumlar ve ekonomik engeller gibi topyekûn bir yoksunluktan mustarip olduğunu idrak etmektense, ortodoks ilkelere sarılmaktadır. Savunmanın orantılı olup olmadığı tartışmasında ise, erkek dövüşündeki orantılılık temel alınarak, kadın ve erkek arasındaki güç asimetrisi gözetilmemektedir. Erkek yargının, kadının şiddet öyküsünün ortaya konulmasına ve uzmanlar aracılığıyla değerlendirilmesine ilişkin isteksizliği ve haksız tahrik olarak değerlendirme hususundaki meyli, aynı bakış açısından mustarip olduğunu ortaya koymaktadır” ifadelerini kullandı.
‘Mağduriyet katmanlaştırılıyor, yetersizlikler giderilmiyor’
“Kadın hakları alanında ciddi yetersizliklerin olduğu aşikâr” ve buna karşılık olarak yasa ve kanunların gerektiği düzeyde işletilmediğini kaydeden Yağmur Birdal, “Kadının eyleminin meşru savunma kapsamında değerlendirilmesi talebi, bu temel hukuk kuralı oluşturulurken ortaya konan koşulların yeniden ele alınmasını da gerektirmektedir. Meşru savunmanın koşulları, kadına özgü koşullar göz önünde bulundurularak tekrar yorumlanmalı ve esnetilmelidir. Aksi takdirde, bu ortodoks kriterlerde ısrar, mağduriyeti katmanlaştırmaktan öteye gitmeyecektir. Kadınların korunması için ulusal ve uluslararası pek çok sözleşme ve yasa bulunmaktadır. Ancak kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek ya da 6284 sayılı Kanun'u etkin uygulamamak gibi durumlarla karşı karşıya kalmaktadır. Yasaların uygulanmamasının nedeni nedir? Ulusal ve uluslararası düzeyde kadınların korunması amacıyla çıkarılan yasalar, kadın haklarını koruma yolunda önemli birer araç niteliğindedir.
Ancak bu yasaların uygulanmasında karşılaşılan sorunlar, özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini içselleştiremeyen ataerkil sistemin ve erkek egemen bakış açısının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ve 6284 sayılı Kanun’un etkin uygulanmaması gibi durumlar, kadın haklarını koruma alanında ciddi bir boşluk yaratmaktadır. Yasaların yalnızca varlığı değil, etkin bir şekilde uygulanması da gerekmektedir; ancak uygulayıcılar, çoğunlukla ataerkil toplumsal yapının etkisi altında, kadınların korunmasına yönelik bu düzenlemeleri gerektiği gibi uygulamamaktadır” diye belirten Yağmur Birdal, asıl olarak kadına yönelik şiddetle mücadelede kapsamlı bir yaklaşımın gerekliliği noktasında yetersizliklerin olduğunu, bunun yerine toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirecek politikaların sekteye uğratıldığını ve bunun da ataerkil düzeni güçlendirdiğini söyledi.
‘Hukuk sistemi erkek egemen perspektifine dayanıyor’
Kadınları koruyan yasaların uygulanmayıp, erkeklere ilişkin cezasızlık politikalarının bu denli etkin bir şekilde işletilmesi halinin hukuktaki ikilemine değinen Yağmur Birdal, “Bu ikili durumu anlamak için hukuk sisteminin kadına karşı şiddet ve cinsiyet temelli ayrımcılığa yönelik yaklaşımını daha derinlemesine ele almak gerekir” dedi. Yağmur Birdal, “Erkek egemen bir perspektife dayanan hukuk sistemi, kadınların yaşadığı şiddeti sistematik bir sorun olarak görmektense bireysel bir vaka olarak ele alma eğilimindedir. Kadına yönelik şiddet davalarında failin cezasız kalması veya haksız tahrik indirimi gibi uygulamalar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini perçinlemektedir. Bu durum, ataerkil yapının bir ürünü olan cezasızlık politikalarının adeta sistemin içine işlemiş olduğunun göstergesidir. Kadınlar ise benzer durumlarda daha ağır cezalarla karşılaşmakta, sistematik şiddete maruz kalan kadınların kendini savunma eylemleri “meşru müdafaa” olarak değil, tasarlayarak veya kasten öldürme olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, yargının kadının yaşadığı şiddet öyküsüne duyarsız kalmasından kaynaklanmaktadır. Hukuk sisteminin ikiyüzlü uygulamaları, yargının toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir anlayıştan yoksun olduğunu ve erkek şiddetini örtbas etmeye yönelik bir bakış açısına sahip olduğunu ortaya koymaktadır” ifadelerine yer verdi.
‘Öz savunma hakkı güvence altına alınmalı’
Yağmur Birdal, meselenin sadece yasaların var olması değil, bu yasaların yaşama geçirilmesi gerektiğinin önemine değinerek sözlerini şu şekilde sonlandırdı: “Kadınların meşru müdafaa hakkının ve toplumsal cinsiyet eşitliği temelli bir adalet sisteminin inşa edilmesi, yalnızca bireysel vakalarda adaletin sağlanmasını değil, aynı zamanda toplumsal değişimi de zorunlu kılmaktadır. Yargı sistemi, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesiyle yeniden yapılandırılmalı ve kadınların deneyimlerini esas alan, sistematik şiddeti göz ardı etmeyen bir bakış açısına evrilmelidir. Bu dönüşüm, kadınların öz savunma hakkını güvence altına almanın yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir hukuk sisteminin sağlanması için de elzemdir. Ulusal ve uluslararası düzenlemelerin uygulanabilirliğini sağlamak, tek başına yasaların varlığına değil, bu yasaların toplumun her alanında yaşama geçirilmesine bağlıdır.”