‘Kürdistan’daki savaş ekolojik yıkımın bir parçası’

  • 09:02 9 Eylül 2024
  • Ekoloji
 
Rozerin Gültekin 
 
İSTANBUL - Türkiye’nin iklim krizine inkarcı yaklaştığını ifade eden İklim Adaleti Koalisyonu aktivisti Çiğdem Özbaş, Kürdistan’daki savaşın ekolojik yıkımın bir parçası olduğunu belirterek, “Yaşam merkezli bir toplumsal model üretmemiz lazım” dedi.
 
Dünya genelinde artan sıcaklıklar, aşırı hava olayları, kuraklıklar ve eriyen buzullar, doğanın dengesini hızla bozuyor. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu sera gazı salınımları, bu süreci hızlandırarak ekosistemleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. İklim krizinin etkileri sadece çevreyi değil, gıda güvenliği, su kaynaklarını da geri dönülemez şekilde sarsmaya başladı. İklim krizine karşı tüm dünyada önlemler alınmaya başlanırken, Türkiye ise Kurdistan’ın doğasını yok etme anlayışını hızla sürdürüyor,  açılan madenler ise “güvenlik” gerekçesi ile yok edilerek ranta açılıyor. 
 
İklim Adaleti Koalisyonu aktivisti Çiğdem Özbaş, iklim krizi ve ekolojik yıkıma ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Doğadaki varlıkların devamını sağlama sorumluluğumuz var’
 
Ekolojinin tüm canlı ve cansız varlıkların etkileşim içerisindeki uyumu olduğunu ifade eden Çiğdem, bundan dolayı ekolojik mücadelenin tüm canlıların ve gezegenin sürdürebilirliğinin sağlanması için gerekli olduğunu belirtti. Çiğdem, “Ekolojik yıkım, iklim krizi son yıllarda çok büyük bir tehdit. Bu tehdit Hopa’da olduğu gibi ormanını korumak isteyen köylülere karşı bir saldırıya, Akbelen’de ormanını korumak isteyen köylülere yönelik tehdide, Cizre’de güvenlik bahanesiyle ormanlı yakılan köylülerin çığlığına dönüşüyor. Ekolojik krize karşı yaşamın tüm parçalarının korunması ve doğadaki varlıkların devamını sağlama sorumluluğumuz var. Kapitalizm bu varlıklara meta, tüketim malzemesi olarak bakıyor. Ormanlar turizm alanına dönüştürülmüş, otel yapımı için yakılmış, savaş politikaları gerekçesiyle yok ediliyor. Biyo-çeşitlilik açısından baktığımızda balık ölümleri görüyoruz, soluduğumuz hava kansere neden oluyor. Endüstriyel kalkınma modeli fosil yakıtlara bağlı eğer 2030’a kadar fosil yakıtların emisyon hacmini yarıya kadar indirmezsek çok ciddi seller, kuraklık, orman yangınları ile karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz” dedi.
 
‘Yaşam merkezli bir toplumsal model üretmemiz lazım’
 
Kapitalizmin kar odaklı olduğunu yaşamın devamlılığını değil sermayenin devamlılığını esas aldığını ifade eden Çiğdem, “Fosil yakıt merkezli bir büyüme modeli hem havayı hem toprağı kirletiyor lojistik olarak yıkıma neden oluyor yani gezegeni tehdit ediyor. Bu büyüme modeli sermayeleri finanse edildiği, petrol için savaşların yapıldığı, emperyalist savaşların enerji politikaları üzerinden sürdürüldüğü gerçekliğin içerisindeyiz onun için ekolojik yıkım kapitalist yıkım sürecinin bir parçası. Marx, ‘gölgesini satamadıkları ağacı kesiyorlar’ diyor.  Evet bu teze de baktığımız da ekolojik yıkımdan ve iklim krizinden kurutulabilmek için bu üretim modelinin değiştirilmesi şart. Yaşam, insan, gelecek kuşak merkezli bir toplumsal model üretmemiz lazım çünkü bu toplumsal bir sorun” diye belirtti. 
 
‘Türkiye iklim krizine inkarcı yöntemle devam ediyor’
 
Yaşanan ekolojik yıkımda Türkiye’nin rolüne değinen Çiğdem, şunları dile getirdi: “Türkiye bir yandan kendisini az gelişmiş ülkeler listesinde göstermeye çalışıyor iklim krizinde sorumluluk almamak için ama bir yandan G20 ülkeleri ile toplanmaktan, uluslararası toplantılarda fosil sermayenin takipçisi, uluslararası petrol boru hatlarının koruyucusu olma konusunda cumhuriyet tarihi boyunca çok net tutumu var. Türkiye iklim krizini kendisinin sorumluluk alacağı bir mesele olarak görmüyor. Türkiye iklim krizine inkarcı yöntemle devam ediyor. Kürdistan’daki ormansızlaştırma politikası da savaş politikasının bir parçasını bu 90’lardan bu yana bildiğimiz bir süreç. Ormanı koruyan, hayvancılıkla uğraşan köylüler göçe zorlandı, katliama uğradı ondan dolaylı çoğu ormanımız sahipsiz. Köyleri boşalttığınızda, tarımsal alanları, biyoçeşitliliği yok ettiğinizde, gezegene yatırım yapacağınıza savaş malzemelerine yatırım yaptığınızda bütün gezegeni geleceksizlik ile karşı karşıya bırakmış oluyorsunuz. Kürdistan’daki savaş ekolojik yıkımın bir parçası.”
 
‘Katliamlara karşı politik bir mücadele yürütmek istiyoruz’
 
Ekolojik bir yaşam için sınırsız bir dünyanın varlığının kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Çiğdem, Fırat nehrinin suyunun bütün canlıların suyu olduğu fikrinin kabul edilmesinin ekolojik yaşam için bir adım olduğunu belirtti. Çiğdem, “Suyun, toprağın uluslararası düzeyde korunması ve geleceğin garanti altına alınması lazım. Dayanışma duygusu yerine uluslararası çok ciddi bir çatışma, savaş ve inkar üzerine yükselen uluslararası sistem var ama kolektif bir dayanışmanın parçası olabileceğimize inanıyorum. Bunu yapmaya çalışan ekolojistlerin, çevrecilerin katledildiğini biliyoruz ama bu katliamların bizi durdurmasını değil politik bir mücadele yürütmek istiyoruz. Ormanlarımızı korumak için yerel halkı içine katan çözümler peşindeyiz. İklim adaleti koalisyonu ormanlar için bir çalışma grubu oluşturdu Eylül-Ekim ayında yanan İzmir ve çevresindeki ormanların restorasyonunu başlatacak. İklim adaleti koalisyonu olarak ilk olarak akademisyenlerle ne yapmalı? sorusunun çözüm önerilerini ortaklaştırmak istiyoruz ardından yerel halk ile birlikte bu önerileri hayata geçirmeye çalışacağız. Adalet arayışımız, eko-kırımın suçu işleyenlerden hesap sorma konusunda direnişimiz devam edecek halklarımızı da bu mücadeleye katılmaya davet ediyorum” çağrısında bulundu.