Tutsak Süheyla Taş: Manifestoyu tamamlayacak tek güç Önder Apo’dur

  • 09:01 16 Nisan 2025
  • Güncel
Melek Avcı
 
ANKARA -  “Bir mücadele yöntemi olarak başvurulan silahların bırakılması demek, demokratik siyaset zemininde yürütülen yeni bir mücadele anlamı taşır” diyen tutsak siyasetçi Süheyla Taş, “Bu tarihsel aşamayı, manifesto da belirtildiği şekilde tamamlayacak tek güç yine Önder Apo’dur" dedi. 
 
Meclis açılışında 1 Ekim günü Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti)sıralarına giderek tokalaşmasıyla başlayan gelişmeleri takiben,  Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile bir dizi görüşme trafiği başladı. Aile ziyaretleri dışında 3 siyasi temasın yapıldığı İmralı’dan 27 Şubat tarihinde dünya gündemine düşen Asrın Çağrısı geldi. Bu gelişmeleri takiben heyet siyasi partiler ile ve son olarak 10 Nisan tarihinde AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Efkan Ala ile bir araya geldi. Çağrının üzerinden geçen süreçte ise iktidar tarafından henüz bir adım atılmazken Cuma günü Adalet Bakanlığı ile bir görüşme yapılacak. 
 
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi'nde tutsak bulunan, 27 Kasım 2018 tarihinde Kürt siyasetçi Leyla Güven’in başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine katılan ilk grupta yer alan ve 26 Aralık 2018’de başladığı açlık grevini, Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine 26 Mayıs 2019’da sonlandıran Süheyla Taş, çağrıya dair ajansımıza değerlendirmelerde bulundu.
 
“Tarihi kavşaklarda Kürt-Türk ittifaklarına baktığımızda barışın sağlanması birçok emperyalist politikayı boşa çıkaracak. 1920’den itibaren Kürtlere uygulanan inkâr ve imha politikalarının uygulanabilirliği artık kalmadı. Beni büyüten yıllar Özgürlük Hareketinin anılarıyla dolu.”
 
*Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı ”Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını ilk duyduğunuzda neler hissetiniz, okuma ve analiziniz ne oldu?
 
Bu sorunuza iki aşamada yanıt vermek gerekiyor. Öncelikle politik açıdan ne hissettiğimi şöyle ifade edebilirim: PKK, yerini yeni bir demokratik siyaset ve hukuk ortamına bırakıyor. Bu, içinde bulunduğumuz tarihsel sürecin ve aşamanın bir gerekliliğidir. Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşı her geçen gün derinleşiyor. Birinci Dünya Savaşı’nda tasarlanan Ortadoğu siyasi haritası, en az yüz yıl sürecek sorunların yaşanması amacıyla çizildi. İkinci Dünya Paylaşım Savaşı ise Ortadoğu’yu daha da derin bir bunalıma ve çıkmaza sürükledi. Ortadoğu’daki ulus-devletler, daimi iç ve dış savaş rejimleriyle ayakta tutuluyor. Son yüzyılda Lübnan, Suriye, Irak ve Mısır gibi birçok ülke bu durumdadır. Bunun temel nedenlerinden biri, İsrail’in hegemonik güçlerin çekirdeği olarak inşa edilmesidir. Önder Apo’nun bu konudaki önemli değerlendirmeleri savunmalarında görülebilir. Ortadoğu’daki ulus-devlet dengesi ya da dengesizliğini anlamanın yolu, İsrail’i bu hegemonik çekirdek olarak ele almaktan geçmektedir. İçinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşı’nda ise İsrail’in Ortadoğu’nun tek hegemonik gücü olması isteniyor. Tarihi kavşaklarda Kürt-Türk ittifaklarına baktığımızda, bu ittifaklar barışın sağlanmasını ve birçok emperyalist politikanın boşa çıkmasını sağlayabilir. 1920’den bu yana Kürtlere uygulanan inkâr ve imha politikalarının artık uygulanabilirliği kalmamıştır. Günümüzde birçok gerçeği zıt kutuplardan duymamızın nedeni de budur.
 
Beni büyüten yıllar Özgürlük Hareketinin anılarıyla dolu
 
Belirttiğim gibi; bu, politik açıdan hissettiğim ve olması gerektiğine inandığım bir durum. Fakat bu çağrının, manifestonun bir de duygu boyutu var. Hissettiklerim göz ardı edilemez; onlarca yıldır süren bu savaşta yaşadığımız acılar, kaybettiklerimiz var. Şöyle anlatayım: Savaşla büyümenin zorluğunu, gökyüzüne komşu şehirlerde büyüyenler bilir. Karların erimeye başladığı zamanlar, bir çocuğun en çok dışarıda oynamak isteyeceği zamanlardır. Fakat bu dönem aynı zamanda çatışmaların en yoğun yaşandığı zamanlara denk geldiği için, sokağa çıkma yasakları konulurdu. Okula gitmeden önce düzinelerce mevsim olduğunu sanırdım. Karların eridiği zamanı, evden çıkılmaması gereken bir mevsim olarak bilirdim. O günleri hiç unutmam; onlarca çuval un, tandırın önüne getirilir, binlerce ekmek pişirilirdi. Bu çuvalları görünce, ambara kapanma mevsiminin geldiğini anlardık. Çocuk aklı yasak tanır mı? Sokağa çıkmak isterdik elbette, ama “Heger hun derkevin derva, gur we bibe” denilerek korkutulurduk. Ne yazık ki ambar tükendiğinde, eksilen oyun arkadaşlarımız olurdu. Ve bu eksikler, kurtların doğruluğunu bize gösterirdi. Büyüyemeyen, hep çocuk kalan çok arkadaşım oldu. Yaşadıkların arasında kendi hikayeni bulup çıkarmak için, yılların seni büyütmesine izin vermen gerekir. Beni büyüten yıllar, Özgürlük Hareketi’nin anılarıyla doludur.
 
Bugün ise, Özgürlük Hareketi olan PKK’nin feshedilmesi çağrısı var. Duygu boyutunda yaşadıklarımın, bende çelişkiler yarattığını itiraf etmeliyim. Tarihi çağrıdan sonra ilan edilen bir ateşkes söz konusu; fakat hava saldırıları hâlâ devam ediyor. Elbette olması gerektiğine inandığımız politik duruş ile duygu dünyasında yaşadıklarımız arasındaki çelişkiler aşılmaz değil. Hâlâ devam eden saldırıların son bulması ve Önder Apo için özgür koşulların yaratılması, bu çelişkilerin aşılması için yeterlidir.
 
“ 'Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrar' yenilenmiş bir sosyalist bakışı temsil eder.  Sosyalist bir devrim hareketi her şeyden önce yeni bir insan yaratma peşinde koşar. Sınıfın kurtuluşu ve özgürlüğünden öte insanlığın kurtuluşu hedeftir. İnsanlığı kurtaracak tarihsel özneler ise emperyalizmin kurbanları olan tüm toplumsal kesimlerdir” 
 
*Çağrının içerisinde tek tek kadına, doğaya, sosyalizme göndermeler vardı ve kadınlara da mesajlar iletildi. Abdullah Öcalan’ın ifadelerinde geçen kadın ve sosyalizm, demokrasi ve barışa dair ne düşünüyorsunuz?
 
Sovyetler, hem devrimi hem de coğrafi bir reel sosyalizmi kurmuş; reel sosyalizm ise tüm enerjisini ekonominin, partinin ve devletin devasa büyümesini sağlamaya adamıştı. Önder Apo’nun 1980’lerden itibaren reel sosyalizmi sorgulamaya başlamasının temel nedenlerinden biri de budur. “Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrar” sözü, yenilenmiş bir sosyalist bakışı temsil eder. Sosyalist bir devrim hareketi, her şeyden önce yeni bir insan yaratma peşindedir. Bu açıdan önemli olan yalnızca sınıfın kurtuluşu değil; insanın ve insanlığın özgürlüğü ve kurtuluşudur. İnsanlığı kurtaracak tarihsel özneler ise, emperyalizmin kurbanı olan tüm toplumsal kesimlerdir. Sosyalist mücadele, insanı kurtarma ve insanlık için mücadele olduğuna göre, devrim sorunu artık bir mekânla ya da coğrafyayla sınırlı görülemez. Bu nedenle Kürdistan sosyalizmini, coğrafi bir sosyalizm değil, beşerî bir sosyalizm olarak ele alıyoruz. Adeta faşist kapitalizme liderlik etmek için yarışan reel sosyalizmle hesaplaşmaya girmemiz de bundandır. Yaşadığımız bu kadim topraklarda tarih boyunca birçok direniş yaşanmıştır. Mazdek ve Hürremi gelenekleri, Babek, Mani, Ebu Müslim Horasani, Karmatiler… Tüm bu isyanlar, bir tür sosyalizmi temsil eder. Özde hepsinin ulaşmak istediği hedef aynıdır: Eşit ve özgür bir toplum.
 
Kadın köleliğini okuyan ilk sosyalist Önder Apo’dur
 
Erkek-egemen sistemi yıkmadıkça sosyalizm gibi toplumsallığı esas alan bir sistemin dahi başarısı mümkün olamaz. Toplumlarda en derinde yatan köklü olan kadın köleliğidir. Önder Apo bu tarihsel ve sosyolojik okumayı yapan belki de ilk sosyalist önderdir. Demokratik Modernite paradigmasının temeli kadın özgürlüğü esasına dayanır. Bin yıllarca süren ana yanlı sistemin en güçlü olduğu, birçok değere öncülük etmiş, bu topraklarda yeniden yükselen bir kadın kurtuluş mücadelesi çok anlamlıdır. Kadın adeta tüm sistemin özetidir, öyle de çözümlenmesi gerekiyor. Kapitalizm nasıl ki tüm istismarcı zihniyetin devamı ve zirvesi ise kadında tüm bu sistemlerin köleleştirici etkisinin zirvesini yaşar. Kadın anlaşılmadan toplumu doğru tanımlayamayız. Bu sebeple sosyalist olmanın ölçüsünü kadınla yaşam olarak ele alıyoruz. Kürtlerin hakikati jin ve jîn diyalektiği üzerine kurulu bir toplum gerçeğidir. Yakın bir tarihe bakalım Jina Emînî’nin katledilmesi sonrası Önder Apo’nun büyülü dediği ‘Jin-Jiyan-Azadî’ sözleri tüm dünyada yankı buldu. Bu Kürt kadını öncülüğünde yürütülen kadın mücadelesinin geldiği aşamayı gösteriyor. Kadın kendi toplumsal doğasına o doğanın temel niteliklerine özgürce dönüş gerçekleştirdikçe özgür ve demokratik toplum inşasında temel dinamik rolünü üstlenmiş olacak. 
 

“Önder Apo, yaşanabilir bir demokrasinin günümüzde devlet gücüyle ilkeli bir bütünlüğü gerektirdiğini belirtir.”

 
*Demokrasi anlayışını biraz daha açar mısınız? 
 
Tamda burada demokrasiden kastımız nedir? Halkın doğrudan yönetimi olarak demokrasi “sınıf demokrasisi” anlayışıyla karşıtlık içindedir. Demokrasi ve demokrasi mücadelesi kimliklere- sınıfa indirgenemez.  Kimlikleri aşan bir kapsayıcılıkta olmalı çünkü demokrasi, özgürlük ve eşitlikleri geliştiren bir rejim olduğundan toplumsal eşitsizliği veri alan herhangi bir kimliğe yaslanamaz. Bu nedenle halk demokrasileri ne serf ne köle, işçi gibi kategorileri ne de bunları var eden sosyo-ekonomik sistemleri kabul eder. Zira tüm tarihi süreçler göz önünde bulundurulunca toplumun varoluş şeklinin komünal ve demokratik değerler olduğu karşımıza çıkıyor. Şunu da belirtmekte fayda var; devlet ve demokrasi arasında temel bir paradoks olmakla birlikte halkların demokrasi seçeneği günümüz dünyasının devlet gerçeğini yok saymaz. Önder Apo, yaşanabilir bir demokrasinin günümüzde devlet gücüyle ilkeli bir bütünlüğü gerektirdiğini belirtir. Barış hakkında ne düşündüğüme gelecek olursak, aslında dolaylı da olsa cevapladım, bir sosyalist, bir demokrasi arayışının halkların barışını amaç edinir. Bu topraklarda en çok özlemi duyulan kalıcı bir barıştır. Bir önceki sorunuzda Orta Doğu’da sürekli diri tutulan bunalımları açmıştık, bu bunalımların son bulması kalıcı bir barıştan geçiyor. Bu topraklarda her ailenin tarihi ve coğrafya sızıları var ve bütün zaman yok olmadan önce son bir defa bizi ziyarete gelmiş durumda bu şansı barışma yönlü kullandığımız takdirde kazanan bizler olacağız. Sizce de Cumartesi Anneleri’nin, Barış Anneleri’nin özlemini duyduğu yaşamı yaşama zamanı gelmedi mi?
 
“Önder Apo tarafından kaleme alınan son manifesto yeni bir aşamaya tekabül ediyor. Kalıcı bir toplumsal barış kolay demiyoruz. Kimse böylesi bir iddiada da bulunamaz. Tam aksine en zoru kalıcı barıştır. Mücadelemiz açısından asıl zorlu olan bundan sonra başlıyor. Evet silah amaca giden yolda bir araçtı.”
 
*Somut anlamda başlaması için çalışma ve diyalogların sürdürüldüğü bu süreci nasıl ele almak gerek, nasıl yaklaşılmalıdır? 
 
Elli yıllık mücadelenin sonucu. Şeyh Said’in son sözlerini hatırlayalım: “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar.” Hareket olarak bu sözlerin ağırlığının hep farkında, ona göre bir mücadelenin sahibi olduk. Öyle ki Kürt soykırımının başlangıç tarihini 15 Şubat 1925 olarak ele aldık. Daha önce bu dünyada hak ve adaleti kuracak insanların var olabileceği düşünülürdü ama şimdi böyle insanların var olduğuna inanılıyor. Bu inancı sağlayan 50 yıllık mücadeledir.  Önder Apo tarafından kaleme alınan son manifesto yeni bir aşamaya tekabül ediyor. Kalıcı bir toplumsal barış kolay demiyoruz. Kimse böylesi bir iddiada da bulunamaz. Tam aksine en zoru kalıcı barıştır. 10 yıllardır bir halka karşı süren katliamlar, köy yakmaları, işkenceler bununla beraber maruz kaldığı kültürel soykırım gerçekliği var. Birey olarak sömürülüyorsunuz, halk olarak sömürülüyorsun, yetmezmiş gibi tüm yeraltı ve yerüstü zenginliğin sömürülüyor, buna karşı “Kürdistan Sömürgedir” diyerek yola çıkıyorsun. En nihayetinde devletin inkâr ve imha politikaları karşısında başka bir yol kalmadığı için silahlı mücadeleye başlıyorsun. Silahlı mücadele sonlandırılacak akabinde sömürge toplum gerçekliği de bitecek, yaşadığımız tüm toplumsal acılar geride kalacak demek isterdim ama gerçekçi olmamız gerekiyor. Mücadelemiz açısından asıl zorlu olan bundan sonra başlıyor. Evet silah amaca giden yolda bir araçtı. 
 
Örgütlü bir bilinçle hareket etmemiz gerekiyor
 
Temel noktayı önemle vurgulamak istiyorum: Çağdaş İbrahimi Hareketiyiz. Çağın en derin bilimsel düşünce ve felsefesini öğrenmek, özgür yaşamı en kutsal amaç edinmek, sanatla yaşamın en estetik ifadelerine ulaşmak gerçek İbrahimi dinden olmak demektir. Hz. İbrahim’in Nemrut ile savaşı ideolojiktir. Bizim de elli yıldır yürüttüğümüz savaş ideolojik. İdeolojiler mengenelerde, savaş baltalarıyla ya da toplarla değil sadece içten gelen bir ittifakla yayılır. Bir hareketin bu kadar köklü bir halk hareketine dönüşmesinin özü tamda buradadır. Bugün bir mücadele yönetimi olarak başvurulan silahların bırakılması demek, demokratik siyaset zemininde yürütülen yeni bir mücadele anlamı taşır. Örgütlü bir bilinçle hareket etmemiz gerekiyor. Ahlaklı ve onurlu bir yaşam günün 24 saatinde varlık ve özgürlük savaşçısı olmaktan geçiyor.  Tebrizli Şems, dünyayı koca bir kazana benzetir, içinde mühim bir aşın piştiği koca bir kazan. Yaptığımız, hissettiğimiz, söylediğimiz hatta düşündüğümüz her şeyin bu kazana malzeme olarak girdiğini düşünür. Yani bu evrensel aşa ne kattığımızı biz belirliyoruz. Bizim aşımızda özgürlük var, eşitlik var, demokrasi var, barış var en önemlisi de bunların hepsi için umut var. Geçmişin içine doğru iyice yayıldık. Bunu sağlayan duygularımız, yani derindekiler kim olduğumuzu ve kendimiz olmanın nasıl bir şey olduğunu belirleyen duygular. 
 
“Eğer bugün demokratik siyaset ve hukuk alanına şans tanınacaksa bunun ilk hamlesi Önder Apo’nun fiziksel özgürlüğü olmalı.”
 
*Son olarak bir mesajınız var mı? 
 
Son olarak şunu söylemek istiyorum bildiğiniz gibi Önder Apo’nun fiziksel özgülüğü için büyük bir hamle başlatıldı. Her tarihi kavşakta bir ruh nüve verir, bu dönemim ruhu Özgürlük Zamanı hamlesini başarıya ulaştırmak. Eğer bugün demokratik siyaset ve hukuk alanına şans tanınacaksa bunun ilk hamlesi Önder Apo’nun fiziksel özgürlüğü olmalı. Önderliğin özgür olmadığı bir ülkede barıştan, demokrasiden asla bahsedilemez. Kaldı ki bu tarihsel aşamayı, manifesto da belirtildiği şekilde tamamlayacak tek güç yine Önder Apo’nun kendisidir. Bunu da yapabilmesi için özgür koşullar yaratılmalı bir kadın olarak özgürlüğümün teminatı Önder Apo’yken esaret altında olmasını nasıl kabul edebilirim, edebiliriz?  Daha ileri gidersem güçlükle bastırılan bir öfkenin olduğunu söyleyebilirim. “Daha da ileri gidersem” dedim ama tam da oraya gitmek gerekiyor. Bir halkın Önderi en ağır tecrit koşullarında esir tutulabilir mi? Yapılması gereken en önemli şey; Özgürlük Zamanı Hamlesini her geçen gün büyütmek. Bunun için Önder Apo’nun haykırdığı hakikati bizlerde hep haykıralım: “Tarihin hükmünün beraat, ülkemin ve halkımın kaderinin demokratik zafer olacağına dair inancım kesindir.”