
Eren Keskin: Umut hakkı Öcalan’ın en doğal hakkıdır
- 09:01 18 Nisan 2025
- Güncel
Elfazi Toral
İSTANBUL – İktidarın Abdullah Öcalan için “umut hakkı” ile ilgili düzenlemeyi bir an önce hayata geçirmesi gerektiğini vurgulayan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, “Umut hakkı Öcalan’ın en doğal hakkıdır” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde 26 yıldır tecrit koşullarında tutuluyor. Kürt Halk Önderi’nin "umut hakkı" tartışmaları, gündemdeki sıcaklığını koruyor. "Umut hakkı", çok uzun süreli hapis cezası almış olan kişilerin cezaevinde ölene kadar kalmayacakları ve cezaevinden çıkabilecekleri konusunda umut etme hakkını kapsıyor. 2014 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen bir kararda, 25 yılını doldurmuş kişilerin cezaevinde kalmaması gerektiği belirtilmişti. AİHM’e göre bir tutsağın "umut hakkı"ndan yararlanması gerektiği ve yararlanmadığı takdirde insan haklarına aykırı olduğu değerlendiriliyor. Ayrıca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (ABKB) 17-19 Eylül arasında yaptığı toplantıda, AİHM’in ihlal kararlarını bir kez daha gündemine alarak, Türkiye’ye somut adım atması gerektiğini ve bunun için Eylül 2025 tarihine kadar süre verdiğini belirtmişti.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, hem “umut hakkı”na hem de yaşanan gelişmelere dair konuştu.
“Umut hakkı”na dair değerlendirmelerde bulunan Eren Keskin, “Çok uzun süreli hapis cezası almış olan insanların, cezaevinde ölene kadar kalmayacakları; en azından cezaevinden çıkabilecekleri konusunda bir umut etme, ümitli olma hakkını kapsıyor. Bu tartışmalar, Avrupa İnsan Hakları kararlarıyla gündeme gelmiş bir tartışma. AİHM sözleşmesinin tarafı olan ve AİHM bağlayıcılığını kabul eden devletler açısından, bunun içerisinde Türkiye de var. Zaten kimliğine bakılmaksızın, özellikle ağırlaştırılmış müebbet cezası almış hükümlüler açısından düzenleme yapılması görevi verilmiş bir konu. Yani eğer siz bir devlet olarak AİHM sözleşmesini imzaladıysanız ve AİHM kararlarını bağlayıcı kabul ettiyseniz, bu düzenlemeyi yapmak durumundasınız. AİHM’in bununla ilgili verilmiş önemli kararları var. Bunlardan en bilineni, ‘Vinter Kararı’ olarak bilinen karardır. Mahkeme, bunu AİHM sözleşmesinin üçüncü maddesine aykırılık, yani işkence yasağı ve işkence olarak görüyor.
Bir insanın, hiçbir umudu kalmadan cezaevinde öleceğini düşünmesini bir işkence olarak kabul ediyor. Türkiye’ye yönelik de mahkûmiyet kararları var. Ve devletlere şunu söylüyor: Bu umut hakkını düzenleyecek yeni yasal düzenlemeler yapmalısınız. Umut hakkı, bugün Öcalan sayesinde tartışılan bir konu. Ama kimliği ne olursa olsun, kim olursa, siyasi görüşü ne olursa olsun, bu cezaya mahkûm edilmiş insanlar açısından zaten düzenlemenin zorunlu olduğu bir alan. Sayın Adalet Bakanı, umut hakkı ile ilgili bir düzenleme olmadığını söylüyor. Bu, kendilerinin eksikliği. Söylediğim gibi, AİHM kararlarında taraf devletlere ‘umut hakkını düzenle’ diye görev veriyor zaten. Türkiye de bunun bağlayıcılığını kabul ettiği için, umut hakkı ile ilgili düzenlemeyi bir an önce yapması gerekiyor. Bu bir gerekliliktir” dedi.
‘Eşitsiz bir infaz sistemi var’
Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün önemine dikkat çeken Eren Keskin, “Öcalan sadece bir kişi veya cezaevinde bulunan bir mahpus değil; Kürt halkı üzerinde düşünceleriyle çok etki yaratan, halkın büyük bir çoğunluğunun önderi olarak kabul ettiği bir kişi. Kaldı ki bugün yaşadığımız coğrafyada da Öcalan üzerinden yeni bir barış süreci de konuşulmakta. Öcalan, siyasette aynı zamanda önemli bir figür. Onun üzerinden umut hakkının tartışılması zaten gecikmiş bir tartışma. Bu tartışmaların daha önceki yıllarda başlayarak yapılması ve hukuki hazırlıkların, hukuki düzenlemelerin yapılması gerekiyordu. Yeni ve farklı bir süreç içerisindeyiz. Bir takım düzenlemeler yapılacak. Devlet bir taraftan buna mecburdur. Çünkü Türkiye’nin hem ifade hem de örgütlenme özgürlüğü önünde çok büyük ihlaller yaşanmakta. Hem de Türk yargısının infaz sistemi çok eşitsiz bir sistem. Adli mahpuslarla siyasi mahpuslara farklı bir infaz sistemi uygulanıyor. Bir örnek vereyim: Bir hırsızın ya da bir dolandırıcının aldığı cezanın çok azını yatarken, bir siyasi düşünce suçlusunun aldığı cezanın dörtte üçünü yatmak zorunda kalıyor. Böylesi eşitsiz bir infaz sistemi var. Türkiye’nin önünde bence şu anda infaz sistemini değiştirmek ve Öcalan şahsında tartışılan bu son derece önemli konuda düzenlemeler yapmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
‘Umut hakkı Öcalan’ın en doğal hakkı’
Hukuki düzlemler noktasında devletin “ciddi” adımlar atması gerektiğini dile getiren Eren Keskin, “Konuştuğumuz barış süreci yine Öcalan üzerinden yürütülen bir süreç. Bu süreçte devletin kendisi de Kürtlerin lideri olarak Öcalan’ı görmüş ve meşrulaştırmış durumda. Tabii ki Öcalan olmadan bu görüşmelerin ya da böyle bir sürecin olması mümkün değil” ifadelerini kullandı. Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecridin kaldırılması gerektiğini belirten Eren Keskin, konuşmasına şöyle devam etti: “Her şeyden önce Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması gerekiyor. Çünkü yıllardır İmralı’da, ilk günden bu yana farklı bir sistem uygulanıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin normalde uyguladığı infaz sisteminin dışında bir sistem uygulanıyor. Tecrit bugünün sorunu değil; eskiden de tecrit vardı. Yıllar önce de ‘koster bozuk’ diyerek İmralı’ya avukatlar götürülmezdi. Bugün artık gerekçe bile sunmaya ihtiyaç duymadan, bu görüşmeleri disiplin cezaları gerekçe gösterilerek engelliyorlar. Avukatları ve ailesiyle görüşme imkanlarının açılması gerekiyor. Umut hakkı çerçevesinde, daha özgür yaşam koşulları sağlanarak başka bir alana çıkarılarak çalışma ortamlarının oluşturulması gerekiyor.
Toplum bunları konuşurken onlara garip geliyor, ‘nasıl böyle taleplerde bulunabilirsiniz?’ deniliyor. Bunlar zaten yasal olarak mahpusların hakkı. Öcalan’ın en doğal hakkı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, AİHM kararlarını ve bağlayıcılığını kabul ediyor. ‘Bu sadece Öcalan için yapılıyor’ diye bakılması çok yanlış. Birçok kişi böyle düşünüyor, ama böyle değil; bu yasal bir zorunluluk. Yapacağı siyasi, basın, aile ve avukatlarıyla yapacağı görüşmeler bu barış sürecine de büyük bir katkı sunacaktır. Çünkü bu coğrafyanın rahatlamaya ihtiyacı var. Korkunç bir nefret dili, ırkçılık ve milliyetçilik gelişmiş durumda. Toplum çok fazla kliklere bölünmüş durumda. Bütün bunların değişebilmesi gerekiyor. Barış sadece Kürt-Türk barışı değil; bu barış süreci aynı zamanda demokratikleşmeyi de getirir. Bu demokratikleşmeden, başta işçi sınıfı olmak üzere; kadınlar, LGBTİ+’lar, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ihlal edilen tüm kesimler yararlanacaktır. Onun için çok önemli bir süreç ve bu sürecin en önemli aktörlerinden birinin Sayın Öcalan olduğu da bir gerçek.”
'Türkiye bu sorunu çözmek zorunda'
Kürt meselesinin Orta Doğu’da yaşayan tüm halkları kapsadığını paylaşan Eren Keskin, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sorunların giderek derinleştiğini söyledi. Eren Keskin sözlerini şöyle sürdürdü: “Maalesef ki cumhuriyetin kuruluşundan bu yana çok fazla sorun var ve burada sorumlu olan devlettir. Bu tartışmayı sadece PKK’nin silahlı bir örgüt olmasına bağlayan kesimlere şunu sormak isterim: Şeyh Sait ve Seyit Rıza’ya yapılanlar, Dersim Soykırımı olduğunda PKK var mıydı? Yoktu. Neden o zaman katliamlar vardı? Bugün her şeyin gerekçesi olarak PKK’nin silahlı mücadelesini gösteren kesimlere bence bu soruyu sormak gerekiyor. Kurdistan’da yaşanan katliamların nedeni neydi? Dersim Soykırımı’nın nedeni neydi? Şeyh Sait, Seyit Rıza’nın mezarları neden ortada yok?
Bu soruların cevabını biliyorlarsa ki, cevabını veremeyecekler. O nedenle burada sorun, devletin politikaları. Kürt meselesi sadece bizim coğrafyamızda değil; dört ayrı devletin sınırları içinde yaşanan bir sorunlar bütünüdür. O nedenle burada sorgulanması gereken, bu dört devletin Kürt meselesine karşı yaklaşımlarıdır. Uyguladıkları ayrımcı hukuk sistemi, şiddet politikalarının tartışılması gerekiyor. Zaman zaman sonuç alınmasa da ‘barış süreci’ adı verilen bir takım süreçler yaşandı. Burada samimiyetten çok ihtiyaçlara göre bakmak gerekiyor. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sorunu çözmek zorunda. Çünkü artık Suriye’de, Rojava’da kimsenin beklemediği yeni bir oluşum ortaya çıkmakta. Kurdistan’ın dört ayrı parçasında olan her hareket birbirini etkiler, birbirini tetikler.
Bugün bu görüşmelerin temelinde, Rojava’daki gelişmelerin bunu çok etkilediğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye bunu artık çözmek zorunda. Artık ‘samimi mi değil mi’ konusundan çok, ‘zorunlu mu değil mi’ tartışması yapmak gerekiyor. Zorunlu olduğu için sorunu çözelim önerisi, hiç beklenmeyen bir yerden ve hiç beklenmeyen bir figürden geldi. Orta Doğu’da, Kürtlerin bulunduğu tüm coğrafyalara yayılacak bir şiddet mekanizması olabilir. O nedenle bu barış sürecine bence herkesin ihtiyacı var.”
'En büyük görev bu süreci başarıya ulaştırmak’
“Biz insan hakları savunucuları olarak her zaman barış çözümlerini savunuyoruz” sözlerine yer veren Eren Keskin, bu sorunun silahla çözülmeyeceğine işaret etti. Eren Keskin, “Zaten insanlar artık silahsız hava araçlarıyla vuruluyor. Artık eski savaş yöntemleri yok. Çok acayip teknikler gelişti. İsrail telefonla insan öldürüyor. Onun için başka şeyleri konuşma zamanı. Teknikler değişiyor, silahlı mücadeleler değişiyor ve halkların barış talepleri yükseliyor. O nedenle yeni sürece uygun olarak Türkiye Devleti’ne düşen en büyük görev bu süreci başarıya ulaştırmaktır.
Muhaliflerin ve sosyalistlerin bir kısmı bile, ‘Siz nasıl emperyalistlerle görüşürsünüz, siz nasıl böyle bir çözüme evet diyorsunuz?’ gibi tartışmalar da oluyor. Dünyanın her yerinde ulusal sorunlar böyle çözülür. Kürtler, Türkiye’de iktidarın değişmesini beklemek zorunda değiller. Kürtler, devleti o anda kim yönetiyorsa onunla barış görüşmesi yapar; bu da çok doğaldır. Muhalefetin de, kendilerinin daha demokrat bir muhalefet yürütebilmesi için bu sürece ihtiyaçları var. O yüzden herkesin bu süreci desteklemesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘Bu coğrafyanın barışa ihtiyacı var’
Eren Keskin son olarak şöyle konuştu: “Ciddiyeti, samimiyetten daha önde tutuyorum. Çünkü arkasında bu kadar haksızlık, bu kadar insan hakları ihlali olan bir coğrafyada, samimiyetin hemen kabul edilebilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. O nedenle zorunluluk bana daha ön planda geliyor. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir barış sürecini istese de istemese de yürütmek zorunda. Bu nedenle şu ana kadar çok bir şey görmedik açıkçası. İhlal alanlarında bir düzelme göremedik. Ama ben olabileceğini düşünüyorum. Bunu süreç bize gösterecek. Yaşadığımız coğrafyada gerçek anlamda bir barış sürecinin başlayabilmesi ve bunun inandırıcı olabilmesi açısından, her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uygun davranmaya başlaması gerekiyor. Çünkü bizim birçok hakkımız, imzalanan bu sözleşmelerle garanti altına alınmış. Her şeyden önce ifade ve örgütlenme özgürlüğü geliyor. En önemli ve en zorunlu olan, siyasi mahpusların serbest bırakılması. Tabii, hasta mahpuslar başta olmak üzere. Bu, sürece inandırıcılık sağlayacaktır. Zaten birçoğu çok uzun yıllardır cezaevinde yatıyor. İki bine yakın hasta mahpus var. İnfaz yasasının değişmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin geri gelmesi... Böyle başlarlarsa hem sürece inanan insanlar hem de destek verenler fazlalaşır.
Ben 30 yıldır insan hakları hareketi içerisindeyim. Kürt halkının yüzünün güldüğünü ilk kez geçen barış sürecinde gördüm. Herkesin yüzünde bir rahatlama vardı. O kadar acılar yaşandı ve biz o acıların tanıklarıyız. Gerçekten bu coğrafyanın barışa çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. O nedenle ismi ne olursa olsun, bu süreci destekliyorum. Bu sürecin sonuç alması gerektiğini düşünüyorum. Demokratikleşme, sivilleşme ve insan haklarını isteyen herkesin de bu sürece destek olması gerektiğini düşünüyorum.”