‘Güzel’ ve ‘doğru’ adaletin peşinde bir direniş: Kadın mahkemeleri

  • 09:05 4 Haziran 2021
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Kadınların kendileri için  ‘güzel ve doğru’ olabilecek bir hukuk peşine düşmesi kaçınılmazdır. Nasıl bir hukukçu için adaletin gerçekleşmesi; bir hukuk güzellemesi demekse, kadınlar için de hukukun adalete uygun olarak hareket etmesi güzel olandır.”
 
Pınar Kuranel
 
Toplumsal yaşam için üzerine bastığımız zemin adalettir. Hukuk ise toplumsal yaşamın davranış kurallarını belirler ve gereksinimleri adalete göre düzenler. Adil kurallarla adalet ve toplumsal güveni sağlamak zorundadır. Fakat hukuk, erkeklere atfedilen rasyonellik, evrensellik, objektiflik gibi değerleri temel alır ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tekrar tekrar üreterek bu anlamda adalet kavramıyla da yer yer çelişir. Ve bahsedilen bu değerler temelinde adaletten ve herkes için adil kurallardan uzaklaşır ve kadının yok sayıldığı ya da çoğu zaman özne olarak görülmediği bir pratikte işlemeye başlar. Erkek egemen zihniyetin adalet kavramı kadınların adalet kavramını geçmişte kapsayamamıştır, bugün bu problem süregelmektedir. 
 
Adaletsizliğe karşı mücadele
 
Özellikle rasyonellik ve objektifliğin önemli unsurlar olarak kabul edildiği hukukta, bu kavramlar erkek bakış acısı üzerinden somutlanır ve kadın tecrübeleri, deneyimleri çoğu zaman bu bakış acısının dar sınırlarına uymadığı için göz ardı edilir ya da bunlara karşı çıkılır. Dolayısıyla birçok feminist hukuk teorisyeninin de ifade ettiği gibi “hukuk adaletsizdir.” Tarih boyunca kadınlar da hukuk alanında karşılaştıkları adaletsizlikleri dile getirmiş ve yaşanan bu adaletsizliklere dikkat çekmek, son vermek için harekete geçmiştir. Bu eleştirinin ve başkaldırının en önemli mücadele örneklerinden biri ise kadın mahkemeleridir. Bu mahkemelerde, savaş, çatışma dönemlerinde ve normal hayatın akışında kadınlara karşı işlenen suçlar ele alınmış; kadınların yargı alanında yaşadıkları adaletsizliğe karşı mücadele edilmiştir.
 
Kadınların mücadelesi neleri kapsar?
 
Peki, kadınların bu konuda mücadelesi neleri kapsar? Bu konuda nereye kadar gelinmiştir? Kadın mücadelesinin her alana getirmeye çalıştığı yenileyici bir etik estetik algısı bu noktada da onlara katkı sağlar. Yukarıda sayılan rasyonellik, objektiflik gibi kavramlar düşünüldüğünde etik ve estetiğin bir arada bulunması garip bulunabilir bir şeydir ama estetiğin ne olduğu ne olmadığı üzerine düşünüldüğünde kadın mücadelesinin estetiği etikle ne için birleştirdiğini çözmek kolay olacaktır. Estetik olan güzel ve doğru olandır, objektif bakış açısının tersine subjektif bir şekilde değerlendirilebilir bir şeydir güzel ve doğru olan. Bu noktada da hukukun ve adaletin “objektif” olarak değerlendirildiği ama aslında erkek egemen bakış açısıyla subjektif bir şekilde uygulandığı aşikardır. Ve kadınların kendileri için de “güzel ve doğru” olabilecek bir hukuk peşine düşmesi kaçınılmazdır. Nasıl bir hukukçu için adaletin gerçekleşmesi; bir hukuk güzellemesi demekse, kadınlar için de hukukun adalete uygun olarak hareket etmesi güzel olandır. Adaleti estetik bir kaygıyla yorumlamak aslında yüzyıllardır göz ardı edilen ama kadının maruz kaldığı duygusal travmaların kavranmasını kolaylaştıran bir yol olarak yorumlanabilir.
 
Dünyada birçok yerde halk mahkemeleri kuruldu
 
Kadın mahkemelerinin biçimi dünyanın birçok yerinde kurulan halk mahkemeleri ile aynı yolda ilerlemiştir. Bu konuda ilk örnek Vietnam Savaşı sonrasında Bertrand Russell ve Jean Paul Sartre öncülüğünde 1966 yılında kurulan Russell Mahkemeleri’dir. Russell ve mahkemenin düzenleyicileri herhangi bir devlet mantığıyla ya da buna benzer başka mecburiyetlerle değil, ciddi ve tarihsel bir bicimde soruşturma yürütmekte özgür olduklarını vurgulamış, Sartre da bu mahkemenin herhangi bir yasal mekanizma yerine geçmeyeceğinin altını çizmiş ve mahkeme sonucunda Vietnamlıların temel hakları üzerinden yapılan kavramsallaştırma 1973 yılında Paris Ateşkes Anlaşması’nda da onaylanmıştır. Bu örnek 1979’da Cezayir’de yapılan bir konferans sonrasında geçici olmayan bir halk mahkemesi ile takip edilmiş ve kurulan mahkeme sürekli bir hal almıştır.
 
Kadın mahkemelerinin hedefi kadın mücadelesini görünür kılmak
 
Dianne Otto’ya göre halk mahkemelerinin hukuksal açıdan üç amacı vardır: birincisi hali hazırda yürürlükteki yasaları uygulamak konusunda uluslararası (bazen de ulusal)mahkemelerin eksikliklerine dikkat çekmek, ikincisi adalet mücadelesini ortak bir mücadele olarak tanımlayıp kolektif sorumluluk meselesini güncelleştirmek ve sonuncusu özellikle demarjinalize edilen ve ezilen grupların deneyimleri üzerinden yeni yasal düzenlemeler önermektir. Kadın mahkemelerinin de temel hedefi kadınların yargılanma alanlarında karşılaştıkları adaletsizliklerin altını çizmek, karar alma mekanizmalarına dahil edilmek, karar mekanizmalarında söz ve yetki sahibi olmak, kadına karşı şiddeti ve kadının mücadelesini görünür kılmak, bu konuda kamuoyu uyandırmak ve gelecekte uygulanacak olan alternatif yöntemlerin geliştirilmesine katkıda bulunmaktır.
 
Dünyanın ilk kadın mahkemesi 1976’da kuruldu 
 
Aynı halk mahkemeleri gibi sadece savaş ve çatışma dönemlerine odaklanmak üzerine çıkarılmış mekanizmalar değillerdir. Dünyanın ilk kadın mahkemesi 1976’da, Brüksel’de, “Kadınlara Yönelik Suçlar için Uluslararası Mahkeme” olarak Beauvoir’nın bu notuyla açılmış ve 40 ülkeden 2 binden fazla kadın, erkek egemen suç tanımlamalarını reddetmiştir. Kadınlar bu mahkemede kendi kendilerini yargıç atamış ve erkeklerin kadınlar üzerinde baskı yaratan her tür eylemini suç kabul etmiştir. Bu mahkemede ifade edilen suçların birçoğu o sırada pek çok ülke yasaklarınca suç sayılmamışken (kürtaj ya da doğum kontrol yasakları gibi) kadınlar suç tanımını değişik ülkelerden gelen kadın mücadeleleriyle birlikte yürüttükleri için suç kapsamını değiştirmiş ve genişletmişlerdir. Mahkeme dört gün boyunca ilk dört saatlik oturumlarını kadınların kendi ülkelerinde yaşadıkları ihlallere ayırmış, tanıklar dinlenmiş, tanıklıklar sonrasında oluşturulan çalışma komiteleri suçların ortaya çıkış koşullarını, çözüm önerilerini ve analizlerini çalışmıştır. Son günde ise yasa tasarıları ve değişiklik yapılması istenen öneriler dile getirilmiştir. Erkekler her gün oturumlar başlamadan önce sadece yarım saat içeri alınmış ve basın toplantılarına katılmıştır, bunun dışında mahkeme sadece kadınlara açık olmuştur.
 
Şiddet uluslararası düzlemde
 
Bu mahkeme, uluslararası feminizmin ve kadın mücadelesinin erkek egemen milliyetçi politikalara karşı gelebileceğini gösteren önemli bir toplanış olmuştur. Bununla birlikte uluslararası hukuk uygulanmamış, uluslararası hukuk üzerinden bir devletin ya da diğerinin sorumluluğunu belirlememiş veya tavsiyelerin yer aldığı bir sonuç kararı açıklamamıştır; amaç yargılamak değil, kadınlara karşı devlet tarafından yapılmış ayrımcı yasaları eleştirmektir. Bu mahkemeyi 1992 yılından itibaren Asya’da, Orta Doğu’da, Güneydoğu Avrupa’da, Afrika’da, Latin Amerika’da ve ABD’de 40’tan fazla mahkeme izlemiş, mahkemelerin hepsi bireysel suçları diğer sistematik suçlarla iç içe bir şekilde değerlendirerek protesto etmek amacı güderken, sadece yaşanan acıya değil, karşı çıkış ve hayatta kalış deneyimlerine de odaklanmıştır. Bu noktada mahkemeler şiddetin bireysel olarak erkeğe özgü bir şey olmadığını bilakis kadına yöneltilen örgütlü bir şiddet ağının devletsel ve uluslararası düzlemde olduğunu vurgulamak istemiştir. 
 
Kadınlar direneceklerini beyan etti
 
Kadın mücadelesinin, kadınların direniş tarihinde birçok önemli dönüm noktası olduğu su götürmez bir gerçektir. Kadınların hem yargıladığı hem isyan ettiği hem de değişim talep ettiği mahkemeler ise şüphesiz bu dönüm noktalarından biri olarak tarihte yerini alacaktır. Erkek egemen zihniyetin hukuk etiğinden ve estetik algısından kurtulmaya çalışan kadınlar bu mahkemeleri kendi anlayışlarıyla bir direniş biçimi haline getirmiş, var olduklarını ve direneceklerini bu şekilde beyan etmişlerdir. Giriş kısmında bahsedilen adaleti “güzel” ve “doğru” olanla özdeşleştirmek aslında kadın deneyimlerine, kesişimselliğe ve formal mahkeme yapılarının kadını sınırlayıcı yanlarından kurtulmaya özen göstermektir.
 
Direniş sesi yükseldi
 
Yukarıda bahsedildiği gibi hukuk kavramı rasyonellik ve objektifle bağdaştırılır ve etiğini tam da bu noktalardan kurar. Fakat kadınların adaleti duyguyla kavramaya çalışması ve “güzel” olan değerlerle birleştirme çabası farklı bir dünyanın, daha adaletli ve daha ahenkli bir dünyanın kapılarını açacaktır. Kadınların var ettiği, var olması için mücadele ettiği bu dünyanın adaletini sağlayacak hukuk bir sanat meselesi haline gelir, her seferinde dünya için daha da güzel olanını bulma çabasıdır çünkü. Bir direniş hali olarak adaleti talep etmek ve bunun için mücadele etmek bu güzel olanı bulma çabasının bir parçasıdır. Ve bu noktada her kadın mahkemesi farklı bir yönden önemli olarak bir bütünü kurar. Japonya acıların unutulmayacağının bir kanıtıdır, adaletsizlik unutulmaz; eski Yugoslavya ise farklı kadınların ortak bir acıda buluştuğunu belgeler; sonuncu olarak Kolombiya “savaşa karşı, barış için” şiarıyla kadınların barışa olan özlemini ifade eder. Sonuç olarak kadınlar daha güzel bir dünya için her coğrafyadan direniş sesini yükseltmişlerdir.