Katilin bir kişi olmadığını biliyoruz

  • 09:05 6 Ocak 2021
  • Kadının Kaleminden
“Ne Pınar’ın ne Zeynep’in ne Güleda’nın... Kadın kırımına maruz kalan hiçbir kadının katili cinayeti tek başına işlemedi. Medyasıyla, siyasetiyle, katledilen kadınları yalnız bırakan herkes katliamın ortağı” 
 
Leyla Kalın
 
Pınar Gültekin, Zeynep Şenpınar, Güleda Cankel, Nazife Geduk, Meltem Dağ, Hafize Günakın ve bu coğrafyada kıyıma uğrayan yüzlerce binlerce kadın.
 
24 Mayıs 2020, bayramın birinci gününe gözlerimizi Zeynep Şenpınar’ın katliamı ile açtık. Her türlü şiddetin üzerini örten pandemi, katliamların üzerini örtemiyor. Pandemi yasakları nedeniyle Zeynep’in cansız bedeni tek başına Muğla’dan Maraş’a uğurlandı. Onu böyle uğurlamanın acısını tarif etmek mümkün olamaz. Haberler kadın kırımının boyutlarını yansıtırken, Güleda Cankel’in katilinin davasının üzerinden daha iki ay bile geçmemişken bu kez Pınar Gültekin’in kayıp olduğu haberine uyandık. Aynı gün Muğla’dan uğurlarken yanında olamadığımız Zeynep’in evini boşaltmak için gelen annesi ve kardeşinin yanında olabildik. Kolluk güçleri de oradaydı. Sorduk “Pınar yaşıyordur değil mi?” diye. “Evet bir iki güne çıkar ortaya, tespit edildi nerede olduğu” dedi memur. Kaçırılmasını veya şiddete uğradığını aklımıza bile getiremiyorduk. Belki de getirmek istemiyorduk. Kanlar içinde olan bir evden çıkmaktan mı, yoksa her gün 2-3 kadının katledilmesinden mi böyle dedik, biz de bilmiyoruz. Sadece “yaşıyor değil mi” diyebiliyorduk. 
 
Hemen ertesi gün sabah Pınar’ın katledildiği haberiyle jandarma önünde toplaştık. Bir insanın canı, geride kalanların canıyla beraber ne kadar yakılabilirse o kadar yakılmıştı. Özgecan’ın annesinin “Canı çok yanmıştır’’ cümlesi bilinç altlarımızdan bilincimize tırmanırken Pınar’ın katledildiği gerçekliği ile geride kalanların yaşadıklarının ağırlığını hissettik. Aynı acı ifadesini daha bir gün önce Zeynep’in annesinin yüzünde görmüştük. Katiller nasıl bir kişi değilse ölenlerde bir kişi değildi. Bunu ilk defa Pınar’ın annesi açığa çıkardı, “Hepimiz ölüyüz” demişti. Susarak yasa girmiş bir kadın kitlesiydik orada... Aslında katillerin istediği de buydu sanırım. 
 
Akyaka Jandarma Karakolu’nun önündeki bekleyiş katliama ilişkin söylenenlerin dedikodu olması ümidiyle Muğla Adli Tıp Kurumu önüne taşınmıştı. Annesi, kardeşleri ve babası... Hepimiz şoktaydık. Bizim algılamakta güçlük çektiğimizi bir cani planlayarak yapmıştı. Bir saniye bile vicdanına sormadan. Pınar’ı da gönderdik, ama kendimize dönüp soruyorduk, neden dokunamamışız biz Pınar’ın, Zeynep’in, Güleda’nın, Nazife’nin, Meltem’in, Hafize’nin hayatlarına? Kurtulmuş ya da kurtarılmış insanlar olduğumuzdan değil elbet. Buna olan ihtiyacımızın ve sorumluluğumuzun tüm çıplaklığıyla defalarca suratlarımıza çarptığından. 
 
Yaşanan her katliamın ardından bu çıplak gerçeklik kadınlara özsavunma yollarını düşündürürken medyadan takip ettikleri ile de kadınlar daha yaşarken katledildikten sonrasını da düşünür duruma geldiler. Sosyal medya hesaplarından "bir gün ölürsem intihar etmemişimdir" ya da "bir gün ölürsem tahrik indirimi almak için hakkımda atılan iftiralar doğru değildir" duyuruları yapan kadınları gördük. Buna rağmen hala abarttığımızı söyleyenler olabiliyor. Abarttığımızı iddia edenler ne kadar güvenli şehirlerde yaşadığımızı da iddia ediyor. Nereden kaynaklanıyor bu düşünceler? Yaşadığı şehri feodal ve ticari kaygılarla sahiplenmekten. Oysa bir şehre sahip çıkmak sorunların üzerine cesaretle gitmekle olur. Muğla’da geceleri kadınların diğer şehirlere göre daha rahat çıkabiliyor olması onu giderek daha da daralan erkeklik cenderesinde olduğu gerçeğini örtemez. Bir insanın kadın olduğu için, hayır dediği için yaşam hakkının ona eziyet çektirerek elinden alındığı gerçeğini saptıran bu yaklaşımlar ‘dışarıdan’ gelen bu öğrencilerin pandemi sürecinde neden evine gitmediği gibi sorgulamalarla gölgeleniyor. 
 
Aynı anlayışın bir diğer boyutu ise katliamların yine namus kavramının şehirlilerin yüreklerinde yarattığı ‘kara leke’ algısında görülüyor. Oysa bu istisnasız her şehirde yaşanan erkeklikle, topyekun ve adaleti temsil heykelin gözlerinin neden bağlı olduğunun hatırlanarak mücadele edilmelidir. ‘Misafire’ hatta daha da eşyalaştıran tanımla ‘emanete’ nasıl davranıldığı özellikle bir turizm şehri olan Muğla esnafında infial yaratıyor elbette. Pınar’ın katilinin babası Selim Avcı’nın hatırı sayılır düzeyde zengin ve nüfuzlu bir tüccar olduğu Muğla’da herkesçe bilinen bir şey. Erkeklerin ticaretinin siyasetin kirli çarklarıyla döndüğünün de unutulmaması gerekir. Ve bu erkek kirli ve tüccar siyasetin kirli ellerinin medyaya uzandığını da unutmamak gerekir. Biz davayı etkilememek ve yanlış bilgiler vermemek için kılı kırk yararken ortada kanıtı olmayan bilgiler, göreni olmayan ama lafı edilen belgeler, Pınar’ın fotoğraflarından yola çıkarak özel hayatına dair ‘tahmini’ bilgiler ortaya saçılıyor. Haberlerin veriliş biçimi, fail Metin Cemal Avcı’nın aile babası fotoğrafları zaten erkek zihniyetinin medyadaki tezahürleri olarak önümüzde duruyor ve algı yönetimi amaçlı ‘servis edilişleri’ yüzümüze vuruyor. 
 
Tüccar olmanın nüfuzlu olmanın duvara çarpışını da yaşadık bir yandan. CHP yöneticilerinin Pınar’ın babası Sıddık Gültekin’i aramasının ardından Sıddık Bey bir açıklama yaparak CHP’li milletvekillerinin kendisinden devam eden kamu davasında failin annesi ve babasından fazla şikayetçi olmamasını istediğini hatta para bile teklif edildiğini söyledi. Hangi siyasetten olursa olsun bu çürümüşlüğün en üst boyutudur. Pınar’ın katilini koruyan bir iş ’adamı’ ile nasıl ve ne derinlikte ilişki türü olduğu bir yana katili koruyanı korumak da katliama ortak olmaktır. Bunu yapan CHP’li milletvekillerinin başka kararlara onay verirken insan hayatının hesap edilip edilmediği sorgusunu da buradan yapabiliriz sanırım. 
 
Bu erkek siyasetinde elbette ki CHP’li kadınları kenarda tutmak gerekir. CHP’li vekiller Sıddık Bey’in söylediklerinin asılsız olduğunu iddia edecek ama yine de Pınar’ın ailesinin yanında olduklarını beyan edeceklerdir. Siyaset böylesine kirliyken CHP veya başka siyasi oluşumların içindeki kadınların bulundukları her yerde, kendi siyaseti içinde veya dışında kadın mücadelesini yürütmek zorunda olduğu bilincinde olmalıdırlar. Hangi siyasi grubun içinde olursak olalım kadının renginin bulunduğu her yeri dönüştüreceğini unutmayalım. Bu nedenle CHP’li kadınlardan beklentilerimiz ve umutlarımız çok büyük. 
 
Cemal Metin Avcı katliamı belki de tek başına işlemedi. Ama cinayeti örtbas etme girişimlerine dair şüphelerin üzerlerinde yoğunlaştığı failin anne baba ve kardeşinin korunmaya çalışıldığı hem mahkemede verilen çelişkili ifadelerde hem de Pınar’ın babasının yaptığı açıklamalarda ortaya çıkıyor. Bunu erkek siyaset illa ki inkar edecek, kadınlar ise açığa çıkaracaktır. 
 
Selim Ahmet Kemaloğlu ya da Metin Cemal Avcı daha sayamayacağımız kadar çok isim. Hiçbiri cinayeti tek başına işlemedi. Katledebilecek kadar şiddetin son noktasına getiren fütursuz cesareti onlara veren medya, toplum, siyaset ve ticaret erbapları, kulaklarını gözlerini kapatan, sessiz kalan ve katliamlara bahane bulan herkestir. 
 
Ne Pınar’ın ne Zeynep’in ne Güleda’nın... Kadın kırımına maruz kalan hiçbir kadının katili cinayeti tek başına işlemedi. Medyasıyla, siyasetiyle, katledilen kadınları yalnız bırakan herkes katliamın ortağı.