Gelmeyene mektuplar

  • 09:03 18 Şubat 2021
  • Kadının Kaleminden
 
“Sana serüvenler vadetmiyorum ama içimi dökmeme kayıtsız kalmayacağını umut ediyorum. Kavuşmaya, muhabbete nereden başlamalı? Her şeyin başına aşkı koymalı diyerek aşka dair kısa da olsa bir hasbıhal yapabiliriz belki…” 
 
Zelal Fidan*
 
Seni beklemenin her halini yaşadım. Kimi zaman umutla gözledim yolunu, kimi zaman sabırsız ve yarım bir inançla… Gelecektin ama hep bahaneler kuşatıyordu yolunu. Bunca iş güç arasında aklının uzak bir kıyısında göz göze geliyorduk bazen. Yazmaya karar verdiğin o kısacık an, saniyeler içinde kayboluyordu zamanın kuytularında. Böylece mekânla iş birliği yapan zamanı, aramızdaki mesafeyi arttırıyordu.
 
Bekliyordum seni, yelkovanı beklemeye yazgılı bir akrep gibi. Sen gelmeden yürüyemeyecektim, çünkü atacağım ilk adımı senin cümlelerin doğuracaktı ve her adımım seni beklememin hüznünü, kavuşmanın sevinciyle muştulayacaktı. Bekledim seni, gelmemekteki ısrarcılığını sevemedim, o halde ben sana geleceğim.
 
Sana serüvenler vadetmiyorum ama içimi dökmeme kayıtsız kalmayacağını umut ediyorum. Kavuşmaya, muhabbete nereden başlamalı? Her şeyin başına aşkı koymalı diyerek aşka dair kısa da olsa bir hasbıhal yapabiliriz belki… 
 
“Aşk” demişler yaşamın bütün ustaları
 
Nedir aşk, tanımı var mı? Bir kaba, kalıba sığar mı, ismi cismi ortada mı? Peki ya kimdir âşık, Mecnun olup çöllere varan mı, deli divane kendini arayan mı, hakka hakikate tereddütsüz koşan mı?
 
Maşuk’un var mı bir mahareti, yoksa asıl mahir aşığın kendisi mi?
 
Kimi zaman sorularla cevaplar iç içe geçer. Aradığın soru mudur, cevap mıdır bilemez olursun. İşte konu aşk olunca her cevap bir soru doğuruyor. Aşkın hakikatine ermek soru basamaklarını tırmandıkça zorlaşıyor, içinden çıkılmaz bir hal alıyor. “Hakikat aşktır” ışığıyla karanlık basamakları aydınlatan anahtara sarılmak aşkı daha büyük arayışların konusu haline getiriyor.
 
Tarih boyunca aşkın özü ve hakikat üzerine çok kafa yorulmuştur. Aşk, en karmaşık duygulardan biri olarak insan yaşamının farklı evrelerinde sorgulama konusu olageldi. Aşkın tarihsel boyutuna değinmek için tanrı ve tanrıçaların söylencelerinden yola çıkmak gerek. Bunu şimdilik bir kenara bırakıp âşık ve maşukun özne ve nesneye dönüşerek modern merkezcilik arayışların yansıma haline gelmesinden bahsedelim.
 
Modernizm ile beraber aşkı tüm diğer duygu ve olgular gibi özne-nesne ayrımına tabi kılan bir bakış açısına maruz kaldık. Bu ayrım hem toplumsal hem de fikirsel dünyamızda çokça değişiklik yarattı. Tartışma konularından biri olarak “aşk öznede midir nesnede midir?” sorusu aklımızı epeyce kurcalayan bir soruna dönüştü. 
 
Özne-nesne ayrımının kusurlarını Descartes eleştirmenlerine ya da modernizm karşıtlarına bırakıp aşktaki bazı etkilerini seninle tartışmak istiyorum. Bu ayrıma göre aşkın var olabilmesi için başta âşık bir özneye ihtiyaç vardır. Öznemiz etkin bir öznedir ve edilgen bir konumda olan nesneye yönelmiştir. Nesne olarak tabir edilen ve şeyleştirilen diğer bileşenlerimiz ise deyim yerindeyse öznenin lütfüne mazhar olmuş bir “şey” den ibarettir. 
 
Sende de bu noktada kimi sorular oluştuğunu biliyorum, gözlerini boşluğa dikip “peki nesnenin hiç mi rolü yok?” dediğini duyar gibiyim. Aşkın asıl bileşeni özneyse nesnede herhangi bir özelliği aramamız beyhudedir peki özne güzel olmayan bir nesneye meftun olur mu ki? Aşkın arayışı güzellikse özneyi nesneye yönelten esas unsur nesne olarak tabir edilen sevilenin güzel özellikleri olmalıdır. O halde nesne konumunda tutulan “şey” in kimi yönleriyle özneyi kendine doğru çektiğini söyleyebiliriz. Bu durumda özneyi çekebilen nesne edilgenlikten kurtulmaz mı? Sorular, sorular, sorular… 
 
Söylesene, şu an “güzelliğin on para etmez/ Bu bendeki aşk olmazsa” türküsünü mü mırıldanıyorsun, yoksa “Leyla’yı benim gözümden görün” diyen Mecnun’u mu anımsıyorsun? Belki de ikisi de haklıdır. Haksızlığın temeli Leyla’yı hor görmekte; yani onu şeyleştirip, hiçleştirmekte. Oysa Leyla’ya benim gözümden bak diyen Mecnun Leyla’nın özünü görmüş, ruhuna vakıf olmuştur. Yani ne Leyla Mecnun’suz Leyla’dır, ne de Mecnun Leyla’sız Mecnun’dur. Âşık ve maşuk aşkta bir olup özne-nesne olmaktan sıyrılmıştır. Çünkü aşk tanrısal bir tekleşme halidir. Aşk, âşık, maşuk üçlüsü aynı özün vücut bulması, tecelli etmesidir. 
 
Batı modernizminin tüketici aşk tanımlamasının aksine Doğu bilgeliğinin aşkı Tanrı’yla özdeşleştirmesine rastlamışsındır. Derler ya “Tanrı ezeli varlık olarak hep vardı” peki neden sonra canlı âlemi yaratmaya karar verdi! Kimi sufi düşünürler Tanrı’nın, kendi güzelliğini fark etmesi üzerine yaşadığı coşkunun kaynağı aşktır. Tanrı kendi güzelliğine aşk duymuştur. O zaman hem âşık hem maşuk Tanrı’dır. Bu fark edişten evvel tanrıdan başka bir şeyin olmadığını göz önünde tutarak “aşk” da tanrısal bir zuhurdur. Yani aşk tanrının bizzat kendisidir. Yalnızca Tanrı varken “aşk” mevcut ise Tanrı aşktır. Böylece Tanrı hem aşk hem âşık hem maşuktur. Bu bütünlük halinde özneye de nesneye de yer yoktur. 
 
Aşk’ın tanrısallığı bizleri hakikat heyecanıyla dolduran bir coşku halidir. Dikenli yollar, pusular, acılı bekleyişler, divanelikler ve meczupluklar aşk uğruna kolaylıkla göze alınabilir. Çünkü insan özü hakikate varmaya eğimlidir. Aşkı hakikatle bütünleştiren birlik hali Leyla ile Mecnun da, Nesimi ve Bistâmî En-el Hak Mansur’da tecelli etmiştir.
 
Aşk öylesine güçlü bir duygudur ki insan ruhunu tanrısal öze yükseltebilir. Mecnun’un yaşadığı da böylesi bir duyguydu. 
 
Çünkü sevgi her iki canda da kendini gösterince perde ile örtülü gönül aynasının perdesi kalkar. Her iki gönlün aynası karşı karşıya durur ve birinde ne varsa öbüründe de o görülür. O zaman birlik ve bütünlük ortaya çıkar. Aşk, âşık, maşuk aynı birlikte bütünleşir. 
 
Yani sözün kısası aşk öznede ya da nesnede değildir, özne ve nesne olmayı aşmaktadır. Bilmem sen ne dersin?
 
Açıkçası sana kısa bir merhaba yazmaya niyetliydim. Fakat konu aşk olunca laf uzadı. Seni de soramadım, nicesin, nasılsın? Sonbaharın sonuna geldik, ağaçlar iyice soyulmuştur şimdi. Sarı, kırmızı yapraklar dolanıyor mu ayaklarına? Kırlangıçları yolculadın mı sıcak iklimlere? 
 
Yazdığım mektupların başına yahut sonuna şiir iliştirmeyi severim fakat sonbahar bu kadar şiirken ne yazacağım, bilemedim. Yine aşka dair söylenen birkaç dizeyle bitirmeye karar verdim. Der ki şair;
 
“Aşk’a uçarsan kanatların yanar
  Aşk’a uçmazsan kanat neye yarar
 Aşk’a varınca kanadı kim arar…” 
                                                             Aşka varman dileğiyle…    
                                                                                                              
 
*Diyarbakir T Tipi Kadın Kapalı Cezaevi