129 kadının anısına saygıyla...
- 09:04 7 Mart 2021
- Kadının Kaleminden
“Haksızlıktı bu düpedüz ve bir şeylerin yapılması gerekirdi. Karar aldı kadınlar ve o ünlü sloganı haykırmaya başladılar. "Eşit işe eşit ücret!”. Biriken öfke dışa vuruldu. Haklı bir talepti, güçlü bir sesti.”
Sibel Sütpak
Kadın... Gizemli, büyüleyici bir sözcük. Ama kıymet bilenler, anlayanlar için...
İnsanlık tarihinden bu yana, evrende erkek ile birlikte "İnsan" türünü temsil etmesine rağmen, ne acı ki Neolitik çağ'dan sonra gün gün inkar edilmeye başlandı kadının varlığı. Geçmişten günümüze çok şey yazıldı çizildi kadın hakkında. Ama ne yazık ki tanınmadı, tanımlanılmadı, tanınmak, tanımlanılmak istenmedi bir türlü.
Kadının inkar edilmesi konusundaki ısrarı da halen anlamış değilim. Erkek ile birlikte var edilmesine rağmen, hatta erkeği de doğurmasına rağmen, erkekler tarafından uygulanan bunca zulüm niye? Yaratıcı güç var etti kadını, ancak yaratıcı gücün kainatında bir türlü hak ettiği değere kavuşamadı.
Hz. Adem'in Kaburgasından yaratılan Havva oldu bazen. Bazen de Hz. Adem ile aynı mayadan yaratılan Lilith...İtaatkar oldu yaranamadı, isyankar oldu yaranamadı erkeklerin dünyasına. Bakmayın "erkeklerin dünyası" dediğime.
Kadın erkekten farklı olarak güç yarışına girmedi
Dünya "erkek dünyası" değildir de, işte erk gücün maalesef bu hale getirdiğini görüyoruz. Halbuki erkeğin olduğu kadar kadınındır da dünya. Ama bu gerçeklik bir türlü kabul görmedi. Çünkü kadın, erkekten farklı olarak güç yarışına girmedi. Sana karşı ben de varım, savaşacağım falan da demedi. Çünkü mütevazi cinstir kadın. Erk zihniyetin ilkelliğine rağmen, o sadece doğası gereği hareket etti. Yaratıcı oldu, üretken oldu, koruyup kollayan oldu hep.
Nüfus sayımı yapıldı, ama sadece erkekler sayıldı. Kadını insandan saymadılar çünkü. Seçimde oy kullanma işleminden de mahrum bırakıldı. Ne seçebildi ne seçilebildi. Yok sayıldı, inkar edildi hep, yine de güç yarışına girmedi.
Antik Yunan filozofu Aristoteles, kadını “sakat ve eksik bir erkek” olarak tanımladı. Ünlü bilim insanı Charles Darwin ise kadınları, "evrimlerini tamamlamamış, bir işe yaramayan, bir ara tür" olarak tanımladı. Nedense kadınlarla ilgili, erkekler sürekli tanımlamalarda bulundu. Halbuki cins, en iyi şekilde kendi kendini tanır, tanımlar. Maalesef erk zihniyet buna da izin vermedi, kadını tanımlamayı kendinde hak gördü.
Erkeğin gözden kaçırdığı bir şey vardı
Erkek, kadının yanı sıra, doğa üzerinde de sürekli güç denemelerinde bulundu, güç gösterileri sundu. Ağaç kesti, orman yaktı, hayvan öldürdü, kadın öldürdü.
Evet, utanmadan bunu da yaptı, yapmaya da devam ediyor. Zekası, kadının kutsal kişiliğini kavrama kapasitesine bir türlü erişemedi. Bir türlü medeni düşünceye kavuşamadı. Hep kaba, hep sevimsiz oldu erkek zekası. "Ben" görüşünü esas aldı sürekli. Her şeyi kendine hak, kadına ise çok gördü. Çirkinleşmekte, saygısızlaşmakta sınır tanımadı. Önce yerinden etti kadını, sonra söz hakkını aldı elinden. O da yetmemiş olacak ki, toplumun tüm alanlarından çekip eve hapsetti. Sonra meta muamelesi yaptı. Kadına reva gördüğü bu zulmü yetersiz görmüş olacak ki, ahlaksızlığın dozunu daha da arttırıp, öldürmeye yani yaratıcının kadına verdiği canı kendi almaya başladı. Doğayı da öldürmeye başladı kadın ile paralel şekilde. Öldürdükçe daha çok güçlendiğini hissetti. Ama gözden kaçırdığı bir şey vardı. Kendisinde olmayan ama kadında, doğada olan yetenek!.. Evet, kendi kendini yenileme, kendi kendini var etme özelliğinin olmadığını halen de farketmiş değil.
Ağacı kesti erkek, ama kök yeniden yeşerdi. Kadını öldürdü erkek, ama binlerce kadın öldürülen kadının sesi oldu. Buna rağmen de, "astığım astık kestiğim kestik!" düşüncesiyle hareket etmeye devam etmekte...
İtiraf edemedi ama hep korktu kadının gücünden erkek
Kadını, kendi eşiti değil de rakibi olarak gördü hep. Bu yüzden de sürekli aşağılanan, sürekli ötekileştirilen cins oldu kadın. Sürekli şiddete uğradı erkek tarafından ve öldürüldü sürekli erkek eliyle. İtiraf edemedi ama hep korktu kadının gücünden erkek. Korktukça saldırdı.
Korktukça inkar etti kadının varlığını.Tüm emeğini yok saydı sürekli.
Sonra bir gün fabrikalar kuruldu. İnsan iş gücü gerekti ve emeğin diğer adı olan kadın'a, her alanda olduğu gibi burada da ihtiyaç duyuldu.
Ama erk zihniyet fabrikalarda da gösterdi kendini. Kadına karşı tahammülsüzlük burada sürdü. Bu alanda da kadın emeği, eşiti olan erkek ile aynıydı ama kadın emeğinin bedeli erkeğin yarısı kadardı. Israrla kadın erkek eşitsizliğini savunan erk zihniyet, sanayi alanında da eşitliği inkar etti. Kadın emeği, benimle eşit olamaz dedi. Dolayısıyla, aynı ücreti alamaz, dedi. Fabrika ortamında, kadın emeğinin el ile tutulup göz ile görülmesine rağmen ücret konusunda net şekilde ayrımcılığın yapıldığını gördü kadınlar.
"Eşit işe eşit ücret!" diye haykırdılar
Haksızlıktı bu düpedüz ve bir şeylerin yapılması gerekirdi. Karar aldı kadınlar ve o ünlü sloganı haykırmaya başladılar. "Eşit işe eşit ücret!”. Biriken öfke dışa vuruldu. Haklı bir talepti, güçlü bir sesti ve Amerika'dan çıkan bu ses dünyanın her tarafında duyuldu. Bir tekstil fabrikasında bu adaletsizliğe son vermek için 8 Mart 1857’de “grev” dedi kadın işçiler. Erkeklerden daha fazla çalışmalarına rağmen, daha az ücret alıyorlardı. Emek sömürüsüne dur demek için demokratik hak olan "grev hakkı" nı kullandılar.
Görün, duyun, bilin varız, dedi işçi kadınlar. Varız ve haklıyız. Haklıyız ve kazanacağız, dedi kadınlar. Dediler ve kazandılar. Yok sayılan emek, gözle görünür hale geldi. Bedeli ağır oldu. Bedeli kanlı oldu. Bedeli 129 kadın canı oldu... Grev esnasında ateşe verilen fabrikada tam 129 kadın işçi alevler arasında can verdi.
Ve o günden sonra "8 Mart" tarihi, Kadın ile anılmaya başladı. Artık kadın var oldu.