Bir halkı hedefleyen komplo 24 yaşında
- 09:04 20 Şubat 2023
- Kadının Kaleminden
“Kürt halkı 15 Şubat 1999’da “Êdî bese” diyerek dünyanın her yerinde ayağa kalkmıştır. Annelerimiz 15 Şubat’ı “Kara gün” olarak tanımlamış, o günü oruç tutarak ve siyah giyinerek protesto etmektedir. Bu esaretin halk önderi şahsında bir halka yapıldığının herkes farkındadır.”
Leyla Güven*
“Paramparça kaldım dört ayrı dünyada
Dört parçada bir bütün olamadım
Dört bin yıl boyunca aktım da nehir nehir
Bir güzellik denizine varamadım
Bin kez öldüm belki-bin kez dirildim
Özgürlüğün tadına doyamadım”
15 Şubat 1999’da Kürt halkı için güneş tutuldu. Her bireyin, toplumun, halkın hafızasında yer edinmiş unutulmaz günler, aylar ve yıllar vardır. Kürt halkı için de acıyla, öfkeyle anılan çok fazla tarih vardır. 1925 yılının adı Şêx Said, 1938 yılının adı Seyit Rıza, 1946 yılının adı Qazî Muhammed, 1999 yılının adı da Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’dır diyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt halkına dayattığı inkar ve imha politikalarına karşı halka öncülük eden önderler hedef alınarak halka gözdağı verilmek istenmiştir. Bu nedenle Kürt halkı 15 Şubat 1999’da “Êdî bese” diyerek dünyanın her yerinde ayağa kalkmıştır. Annelerimiz 15 Şubat’ı “Kara gün” olarak tanımlamış, o günü oruç tutarak ve siyah giyinerek protesto etmektedir. Bu esaretin halk önderi şahsında bir halka yapıldığının herkes farkındadır. Bütün hayatını halkının mücadelesine adayan Sayın Öcalan, uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirilmiş, servis edilen görüntüler ile halkın moralman çökmesi hedeflenmiştir. Evet, son yüzyıldır her Kürt isyanının kanla bastırılmasında rolü olan uluslararası komplocu güçler 1999’da da aynı tutumu sergilediler. Yani Kürtler yine uluslararası ticaret anlaşmalarına, doğalgaz sevkiyatına, menfaat ilişkilerine kurban edilmiştir/edilmek istenmiştir. Kürt Halk Önderi bu komplonun yerel ve bölgesel işbirlikçilerini detaylı yazmıştır. Kürt halkı için tarih tekerrür etmiş ve bir önderi daha esir alınmıştır. Her açıdan zengin ve verimli Mezopotamya coğrafyasında bir avuç özgür toprak bulamamış olmak; bilimin, sanatın, felsefenin kadın eliyle yaratıldığı topraklarda cehaletle suçlanmak, kadim bir kültüre sahip olan Kürtleri köksüzlükle itham etmek; havanın, suyun, güneşin ülkesinde ‘nan’a muhtaç bırakılmak nasıl ifade edilebilir… Bilemiyorum. Açık ki kapitalist modernitenin tekelleşmiş uluslararası kurumları ve çıkara dayalı liberal ideolojisi, Kürt Halk Önderi’nin 21’inci yüzyılın filozofu olarak ortaya çıkması ve Ortadoğu’ya dair somut çözüm önerilerinin olmasını kaygı verici bir durum olarak değerlendirdi.
Tecrit neden derinleştiriliyor
Bismarck, “siyasi karar iradesinin herkesten önce tarih atının uzaktan gelen nal seslerini duyabilme yeteneğine sahip olduğunu” söylemiştir. Kürt Halk Önderi’nin de “pratik zekası, toplumsal öngörüsü, kalıcı ve barışçıl çözüm konusunda ortaya koyduğu irade” herkesçe bilinmektedir. Tam da bütün dünyada ulus-devlet ve benzeri yönetim biçimlerinin artık kabul görmediği despotçuluğun, tekçiliğin, dinciliğin, cinsiyetçiliğin, milliyetçiliğin keskin çizgilerle reddedildiği, sınırsız, sömürüsüz, özgürlükçü bir yaşam biçiminin daha çok kabul gördüğü bir atmosferde Kürt Halk Önderi’nin “demokratik ulus” modeli en çoğulcu ve uygulanabilir model olarak kabul görüyor. Bu ve daha birçok nedenden dolayı komplocu güçler Türk yetkililerle işbirliği içinde İmralı Adası’nda tecrit uygulamasını derinleştiriyor. Çok net bir şekilde vurgulamalıyız ki, bu tecrit Avrupa-Türkiye işbirliği ile uygulanmaktadır.
AKP-MHP’nin kozmik odası
Evet, Kürt halkının ruhunda, bedeninde, yüreğinde ve benliğinin en küçük hücresine kadar hissettiği tecrit uygulaması 24 yaşına girdi. İnsanın kendisine yabancılaştığı, zaman kavramının anlamsızlaştığı, toplumsallığın ortadan kalktığı ve uluslararası hukukta da ağır işkence olarak tanımlanan “tecrit politikası” kesintisiz devam ediyor. Kürt halkı 24 yıldır bıkmadan, usanmadan sesinin ulaştığı her yere bu tecridin hukuksuz, ahlaksız, vicdansız olduğunu ve eğer durdurulmazsa bütün yaşam alanlarına yayılacağını söyledi, söylüyor. Bu gerçeği ifade eden binlerce insan, “düşman hukuku” ile derdest edilip cezaevlerine kondu. Bu konudaki gerçekler bilinmesin diye özel yasalar çıkarıldı. Artık İmralı Adası’nın AKP-MHP’nin kozmik odası olduğunu herkes biliyor. Bu odada deneyimlenen bütün hukuksuzluklar diğer cezaevlerine ve muhalif kesimlere uygulanıyor. Bizler de tutukluyuz ya da hükümlüyüz, yasadan doğan haklarımızı kullanıyoruz ama Sayın Öcalan ve oradaki diğer arkadaşlarımız bu haklardan yararlanamıyor. O zaman şunu sorma hakkımız doğuyor. İmralı Cezaevi hangi hukukla yönetiliyor? Çifte standardın her alanda uygulandığı bir ülkede adaletten, demokrasiden bahsedilebilir mi? TC’nin durumu tam da budur. Bu hukuksuz tecrit uygulamasını kabul etmeyen halkımızın yiğit evlatları her koşul altında tepkilerini ortaya koymuştur. 1999 yılından bu yana başta “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri ile ayağa kalkan halkımız, daha sonraki yıllarda tecride karşı fedai bir ruhla direnmiştir. Dünyanın her yerinde ve zindanlarda bu tecrit asla kabul edilmemiştir. Heval Zülküf, Ayten, Mahsum, Zehra, Sıraç, Gonca, Ümit cesur ve direngen yürekleri ile bu uğurda ölümsüzleştiler. Bu gencecik insanların ortaya koyduğu irade karşısında şaşkına dönen AKP iktidarı, birkaç taktiksel adımın ötesine geçemeyip, tecridi devam ettirdi.
2023 yılına girdiğimiz bugünlerde 2 arkadaşımız daha özgür iradeleri ile yılın rotasını belirlediler. Çağdaş Kawa’nın yoldaşı Heval Veysi ile gençliğin akışkan enerjisi ve asi ruhuyla Heval Mehmet’in eylemi herkese bir yol gösteriyor. “Tecritle yaşamak istemiyoruz” ve “Tecrit zamana yayılmış ölümdür” diyorlar. Her iki arkadaşımın anısı önünde saygıyla eğiliyor, değerli ailelerine sabır ve baş sağlığı diliyorum.
Eninde sonunda varılacak yer mutabakattır
AKP-MHP iktidarı gelinen aşamada varlığını savaş ve çatışmalarla devam ettirmek isteyen bir eğilim göstermektedir. Hegemonyalarını sağlamak için bütün yollar defalarca denendi. Hepsi de başarısız çıkınca tekrar kaçınılmak olarak eski, bildik yöntemlere başvuruyorlar. Bu durumda demokratik siyaset çizgisi ile savaş çizgisi kıyasıya kavga halindeler diyebiliriz. Tek ve doğru çözümün demokratik siyasette ısrar etmede olduğu apaçık ortadadır. Aslında birçok sorunun kaynağında yöntem sorunu bulunmaktadır. Doğru bir yöntemle ciddi bir yaklaşım olsa, sorun bu denli karmaşık olmayacaktır. Örneğin Dolmabahçe’de belirlenen yönteme bağlı kalınsa, güvensizliği giderici adımlar atılsa, siyasi iradenin ekseninde Kürt sorunu pekala çözülebilir. Çünkü yıllarca özel savaş yaklaşımları denendi, ancak sonuç alınmadı. Bu nedenle tali gibi görünen ama temel bir problem olan yöntem sorunu, doğru belirlenene kadar sorun derinleşerek devam edecektir. Eninde sonunda herkes anlayacaktır ki, varılacak yer müzakere ve mutabakattır. Biz hep söyledik, önce siyasal çözüm olmalı, diğer çözümler ondan sonra gelir. Ekonomi, güvenlik, hukuk gibi konuların hiçbiri siyasi çözüm olmadan bir anlam ifade etmeyecektir. Ahlak, gerçekliği kabul etmektir. Siyasi ahlak ise siyasi realiteyi görmektir. Oysa günümüzde siyasi erki elinde bulunduranlar hakikat anlaşılmasın diye her türlü ilkesizliği yapıyorlar. Erdoğan’ın ülkesinde iki insanın daha “Sadece kendi yasalarınızı uygulayın ve tecridi bitirin” diyerek yaşamlarına son vermesi hiçbir basın kuruluşunda yer almıyorsa, herkesin durup düşünmesi gerekir.
AKP’nin elinde sadece baskı ve yasaklar kaldı
Konfüçyüs 2600 yıl önce “Baskı yapan devletler kaplanlardan daha tehlikelidir” demiştir. Bu sözü güncellediğimizde devlet mekanizması toplumu sömürerek ayakta kalabilen bir aygıttır diyebiliriz. Yüzyıllık inkarın sonunda geldiğimiz nokta, siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve ekolojik bir yıkımdır. Zihnimiz iktidar tarafından gasp edildiğinden beri iktidarın gösterdiği gibi görüyoruz ve iktidarın tablolaştırdığı idealleri gerçek sanıyoruz. Cumhuriyetin son 20 yılını tek partinin iktidar olduğu AKP zihniyeti yönetti. Sözde demokrasi kahramanı ilan edildiği dönemde başlattığı bütün toplumsal, ideolojik dönüşüm projeleri çöken AKP’nin elinde sadece baskı ve yasaklar kaldı. Çünkü güç kendisini güçlü zannedenlerin gözünü kör eder. Oysa siyaset günlük polemiklerle değil, öngörülü ve uzun vadeli politikalarla yapılır. Kürt Halk Önderi cumhuriyetin “anti” demokratik karakterine dair tarihi tespitler yapmış ve eğer demokratik bir dönüşüm yapılmazsa büyük acıların yaşanacağını ve bu ülkede yaşayan herkesin de bundan etkileneceğini belirtmiştir. Kendisinin on yıllar önce dile getirdiği her şey çok çarpıcı bir şekilde karşımıza çıktı diyebiliriz. “Kürt sorunu çözülmediği müddetçe darbe mekaniği her zaman devrede olacaktır” demişti. Bugün yaşanan çözümsüzlüğe baktığımızda ne kadar isabetli bir öngörü olduğunu görebiliyoruz. “Kürt sorununu çözmeyen çözülür” demişti. Çözülen ve tarihin karanlık sayfalarında kaybolanlar, herkesin malumudur. En son çözüm süreci döneminde bahsettiği bütün olasılıklar gerçekleşti ve AKP, MHP ile birleşerek milliyetçi-faşist güruhlara “Pardon yanlış yaptık” dedi. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünü istemeyenler tecridi derinleştirerek Kürt Halk Önderi’nin topluma ulaşmaması için her türlü kuralsızlığı devreye koydu.
On yıllar öncesinden yapılan uyarılar!
Sorunun çözümü için hiç durmadan çabalayan, yazan, çizen, kalıcı ve onurlu bir barış için irade beyan eden Kürt Halk Önderi karşısında ciddi bir irade gösteremedi. En son bir görüşme sırasında “Gençlerin ölümünü durdurmak için üzerime düşeni yapmaya hazırım”, “Eğer devleti yönetenler isterse bu sorunu bir haftada çözeriz” demişti. Ancak devleti yönetenler sadece kendi iktidarının tahakkümünü esas aldıkları için bu tarihi çağrıya cevap vermediler. Gelinen aşamada bu durum sürdürülebilir değildir. Kürt halkının inkarı ile yola çıkan cumhuriyet, bu yıl yüzüncü yaşını dolduruyor. Kürt Halk Önderi’nin belirttiği gibi “Ya bu cumhuriyet demokratik bir karaktere büründürülecek ve inkar ettiği bütün halkları, inançları kapsayacak ya da darbe kaos ve krizlerle yaşamaya devam edecektir.” Bilinmelidir ki, bundan sonra ne dünya ne de Ortadoğu konjonktürü bu inkar ve imhayı kabul edecektir. Çünkü çözülmeyen denklem kilitler! Kürt halkının statüsünü tanımayan bir Ortadoğu’nun kriz ve kaostan kurtulma şansı yoktur. Hepimiz barışın şiddeti sonlandırmaktan çok daha fazlası olduğunu biliyoruz. Toplumsal sorunlarını çözemeyen ülkelerin sosyal ve ekonomik buhranlardan kurtulmayacağı aşikardır.
Gelişmiş ekonomilerin ancak gelişmiş adalet, hukuk ve demokrasilerde olabileceği yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu nedenle de savaşlarda maddi-manevi etkilenen her yurttaşın itiraz etmesi gerekiyor. Halklarımızın yaşadığı acıları tüm benliğimizle hissetmediğimiz müddetçe doğru bir antifaşist cephe kuramayız. Özgürlüğümüzün önündeki en büyük engel, kaygı ve korkularımızdır. Bunları aştığımızda başarı muhakkaktır. Demokratik bir Türkiye, özgür-özerk bir Kürdistan demektir. Bu da özgür, demokratik, bağımsız bir Ortadoğu demektir.
Kürtler ne mi istiyor?
Sonuç olarak hala Kürtler ne istiyor diyenlere cevaben diyoruz ki; Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın sağlık ve güvenlik durumu amasız, fakatsız derhal ele alınmalı, Kürt sorununun kalıcı ve köklü çözümü için üzerine düşeni yapabileceği gerekli koşullar sağlanmalıdır. Hiçbir önkoşul öne sürülmeden Kürtlerin “anadil hakkı” tanınmalıdır. Başta hasta tutsaklar olmak üzere bütün politik tutsaklar bırakılmalıdır. Ülke bütünlüğü içinde Kürt halkının talep ettiği eşit yurttaşlık temelinde demokratik özerklik konuşulmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bu konuları konuşmak değil, konuşmamak ülkeyi böler. Bizler bedel ödemeyi göze alıp bunları açıkça belirtiyoruz. En az Kürt siyasetçiler kadar cesur olanlar da çıkıp vatan-millet-beka sözlerinin dışında bir şeyler söylesin. Çünkü gerçekliğin bilgisine ancak başkaldırılarak ulaşılabilir. Gencecik bedenlerin toprağa düştüğü bu makus tarihi değiştirmek mümkündür. Birazcık ahlak, birazcık vicdan, birazcık empati ve bolca cesaret bu konuda başarıyı getirecektir. Bu sayede de barışa ve huzura giden en kestirme yolu bulmuş oluruz.
* Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi