Ayşegül Doğan: Halk Sayın Öcalan’ın sesini doğrudan duymalı

  • 13:39 16 Ocak 2025
  • Siyaset
    
ANKARA - DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan,  mevcut sürece ilişkin halkın Abdullah Öcalan'ın sesini doğrudan duyması gerektğini vurgularken, somut adım çağrısı yaptı: "Kayyım politikalarından vazgeçilmeli, anti-demokratik uygulamalar son bulmalı. Barış ve çözüm ancak halkların katkısıyla mümkün olur."
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, gündemdeki gelişmelere ilişkin partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Kayyım politikaları ve özellikle Merkez Yürütme Kurulu toplantısında ele alınan başlıkları değerlendiren Ayşegül Doğan, barış ve çözüm için iktidardan net bir dil ve somut adım beklediklerini ifade etti. 
 
‘Halkların barış içinde yaşayacağı formül  geliştirilmeli’
 
DEM Parti olarak her zaman sorunların, diyalogla, demokratik yol ve yöntemlerin yanı sıra uzlaşıyla sağlanması gerektiğini savunduklarını belirten Ayşegül Doğan, “Filistin meselesi bu konuların başında geliyor. Hastaneler dahi bombalandı, on binlerce Gazelinin yaşamı alt üst edildi, hayatını kaybetti. Gazetecilerin ve hastanelerin hedef alındığı bir vahşetten bahsediyoruz. İşte bu vahşetin sona ermesi için atılan adımları memnuniyetle karşıladığımızı, ancak yetersiz bulduğumuzu ve bunun mutlaka ama mutlaka kalıcı bir ateşkesle sonuçlanması için başta BM olmak üzere uluslararası toplumun gerekli sorumluluğu göstermesi ve üstlenmesini önemle not etmek isteriz ve DEM Parti olarak bu çağrıyı yapmak isteriz. Dileğimiz ve temennimiz, bölgedeki halkların barış içinde yaşayabileceği bir formülün geliştirilebilmesi ve bugüne kadar ortaya çıkan en kanlı vahşet tablosunun yarattığı tahribatların halklar üzerindeki etkilerinin giderilebilmesidir. Ne yazık ki onarılmaz ve telafi edilemez acılar ortaya çıktı” sözlerini kullandı. 
 
MYK toplantısından başlıklar
 
Yaşanan savaşı ve vahşeti MYK gündemlerinde tartıştıklarını dile getiren Ayşegül Doğan, DEM Parti İmralı Heyeti’nin görüşmelerini temel gündem olarak ele aldıklarını ifade etti. Ayşegül Doğan, “Heyetin yaptığı görüşmeler, siyasi partilerin yaklaşımları, Suriye ve dolayısıyla Rojava’daki gelişmeler, Sayın Öcalan’ın koşulları, Ekmek ve Adalet Kampanyamızın bundan sonra nasıl devam edeceği; Ekmek, Adalet ve Barış şeklinde yaptığımız planlama ve bunların önümüzdeki dönemde nasıl toplumsallaştırılacağına ilişkin uzun süren bir MYK toplantısı gerçekleştirdik” dedi.
 
Barış ihtimaline sahip çıkalım
 
Barış için yıllardır mücadele ettiklerini söyleyen Ayşegül Doğan, HDK’nin barış hedefiyle başlattığı “1 milyon imza” kampanyasının bir seferberlik ruhuyla yürütüldüğünü belirtti. Ayşegül Dogan, Ayşegül Doğan, “Gelin, ortaya çıkan bu barış ihtimaline sahip çıkalım ve bunu güçlendirelim. Bugüne kadar tüm seferberlik çağrıları savaş için yapıldı. Oysa biz, bu ezberi bozan bir noktadan şöyle bir çağrı yaptık: En karanlık, en olmayacağını düşündüğümüz zamanlarda dahi barış ve çözüm ihtimalinin, Türkiye’yi koruyabilecek en gerçekçi ve en sahici yaklaşım olduğunu söyledik.
 
Ortaya çıkan bu ihtimali ve umudu büyütelim. Barış ve çözüm, ancak halklarla mümkündür. Yalnızca siyasi partilerin temasları, ne kadar memnuniyet verici olursa olsun, bu sürecin nihayete ermesi için yeterli değildir” ifadelerini kullandı.
 
Hiç kimse spekülasyon yapmasın 
 
Devamında Ayşegül Doğan şunları belirtti: “Bugün bambaşka bir tablo var ortada. Görece geçmiş süreçlere kıyasla, farklı düşünen siyasi partiler de hâlâ tam olarak Kürt meselesini adıyla, olduğu gibi, etkileriyle, nedenleriyle ve sonucu yaratan sebepleri saptayarak tam bir analizle ele alıp bir yaklaşım sergilemiyor olsalar da, bugün kurulan temasların çok kıymetli olduğunu ve çok büyük bir anlam biçtiğimizi defalarca söyledik.
 
Bu konudaki yapıcı tutumumuzu her defasında başka türlü adlandırmaya çalışanlara karşı, en başta şu tespiti yaparak hatırlatalım: Hiç kimse DEM Parti’nin bu süreçte alması gereken sorumluluktan kaçtığına ilişkin kamuoyunda spekülatif algılar yaratmaya çalışmasın. Bunun hiçbir karşılığı yok.
 
Halklar 'devletin niyeti var mı' diye soruyor
 
Diyarbakır’dan, Şırnak’tan, Bingöl’den, İstanbul’dan, Adıyaman’dan insanlar bu tartışmaları izliyorlar. Hangi siyasi partiden olurlarsa olsunlar, Türk, Kürt, Arap ya da Ermeni fark etmez, hepsi şu soruyu soruyor: Bu devlet gerçekten barış istiyor mu? Bu yalnızca DEM Parti’nin sorusu değil, bu halkların sorusu.
 
Demokratik bir değişim ve dönüşüme bu devletin gerçekten niyeti var mı? Barıştan aynı şeyi mi anlıyoruz? Barıştan bizim anladığımızla devletin anladığı aynı şey mi? Mersin’in Akdeniz Belediyesi için oy kullanmış seçmenler de bize soruyor: Bir yandan barış görüşmeleri yapılırken, bir yandan kayyım atanır mı? 
 
Bu sorunun yanıtı bizde yok.
 
Güvene ihtiyaç var
 
Beşiktaş Belediyesi'ne bu şekilde siyasi operasyon yapılması, Akdeniz Belediyesi'ne yönelik böyle bir yaklaşım sergilenmesi, anti-demokratik uygulamaların son hız devam edeceğine dair güçlü mesajlar vererek halka bu soruları neden sordurtuyorsunuz? Beklenen bu değil, talep edilen bu değil. Uğruna mücadele edilen barış ve çözüm ihtimalinin ortaya çıkması ve güçlenmesi için güvene ihtiyaç vardır. Güven telkin edici bir yaklaşıma, güven telkin edici adımlara ihtiyaç var.
 
Bunlar, bir koşul siyaseti olarak algılanmamalıdır. Bu durum çarpıtılarak kamuoyuna farklı bir şekilde yorumlanıp, sanki DEM Parti çözüm ve barış istemiyormuş gibi algılatılmamalıdır. Bunların hepsi, yaratmak istediğimiz iklime ne yazık ki gölge düşüren adımlar olur. Diyoruz ki, artık Türkiye barış ve çözüm konusunda emekleme döneminden, patinaj yapmaktan çıkmalıdır.
 
En az 40 yıldır denenen ama sonuç alınamayan yöntemler yerine, yeni yöntemler geliştirdiğini ve barış ile çözüm yolunda kararlılıkla yürüyeceğini ifade etmelidir. Yalnızca ifade etmekle de kalmamalıdır; anti-demokratik uygulamalardan uzaklaştığını ve bunlardan vazgeçtiğini göstererek kamuoyundaki bu güvensizliği gidermelidir.
 
 O nedenle diyoruz ki, DEM Parti olarak itirazlar, eleştiriler ve öneriler partimiz tarafından duyuluyor, değerlendiriliyor ve anlamlı bulunuyor. Partimiz buradan yetkililere sesleniyor: Bu uygulamalardan vazgeçin artık. Kayyım atamak, anayasa ihlalidir. Halkların iradesinin tanınması için bir barış projesine girme yolunuz olacak ya da söyleminizde bu yer alacak ki, söylemde ne kadar var, onu da değerlendireceğiz.
 
Bunun, cumhuriyet tarihinin en büyük ve en kapsamlı barış anlaşması görüşmeleri olmasını istiyorsak, herkesin yapması gerekenler var. Hiç kimse bu konuda sorumluluk almaktan kaçınmamalıdır.
 
Barış dili çağrısı
 
Tüm yapıcılığımıza rağmen, son derece üstenci, tehditkâr ve içinde şantajlar barındıran ‘öyle yapmazsanız böyle olur’, ‘böyle yaparsanız şöyle olur’ diyen dilden vazgeçmek gerekiyor. Bu dil ne yapıcı, ne kapsayıcı ne de yenilikçi. Eğer asarız, keseriz gibi bir dille bu sorun çözülebilmiş olsaydı, bugüne kadar çözülürdü.
 
Tüm taraflar ezberleri bozmalı. El uzatmanın dili başkadır, sırt çevirmenin dili başkadır. Bunu Türkiye halkları anlıyor. Eşitlerin dili başkadır, efendilerin dili başkadır. İktidarı ve bu konuda sorumluluk hisseden herkesi eşitlerin dilini kurmaya, barışın dilini kurmaya çağırıyoruz.
 
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin hatırlatması
 
Sayın Cumhurbaşkanı Diyarbakır’da diyor ki: 'Yeni bir şey söylemek lazım. Yeni bir şeyler de yapmak lazım. Yeni bir dilde, yeni yöntemlerle hem konuşmak hem de eylemek gerekiyor.' 
Ancak, iki gazeteci Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, Türkiye’de gazetecilik yapamadıkları için yurt dışında gazeteciliğe devam etmek zorunda kaldılar. Halkın hakikatleri öğrenme hakkını savundukları, yalnızca mesleklerini yaptıkları için SİHA’larla katledildiler.
 
 Bu esnada, Türkiye kamuoyunda birtakım görüşmeler sürüyordu. Fakat bu iki gazetecinin, kendi memleketlerine gömülme hakları ellerinden alındı. Ben, bu gazetecilerin aileleri adına soruyorum: Biz DEM Partililer olarak, yalnızca habercilik yaptıkları, farklı düşünme haklarını savundukları ve halkın haber alma hakkını korudukları için hedef alınan bu gazetecilerin ailelerine bunu nasıl anlatabiliriz?
 
Bu gazeteciler, aileleri tarafından kendi memleketlerine götürülemedi. Aileleri, onlara istedikleri şekilde veda edemedi. Böyle bir insan hakkı ihlali, böyle ahlaktan ve vicdandan yoksun bir tutum karşısında, bunu topluma nasıl izah edebiliriz?
 
Barıştan bahsedilen bir atmosferde, savaş dili ve aynı ezberlerde ısrar olmaz, olmamalıdır. Kimse bu ısrarı sürdürmemelidir.
 
Erdoğan tecridin sona ermesi için de gerekli talimatı vermelidir
 
Sayın Cumhurbaşkanı, dün yaptığı grup toplantısında 'Bu sorunun çözümü için gerekli talimatı verdim' diyor. Bunun için de gerekli adımlar atılmalı, bu hukuksuzluk devam etmemelidir. Tecrit son bulmalıdır. Tecridi sürdüren bu yaklaşımdan uzaklaşılmalı ve Sayın Öcalan’ın sesini, sözünü Türkiye halkları doğrudan duymalıdır.
 
Eğer barışın bir tarafı eşitlerin dilini yaratacaksa, böyle bir asgari zemine ihtiyaç olduğu tespitini yapmak durumundayız. Tarihi bir Kürt-Türk ittifakı olarak tanımlanan ve bunu sağlamak için yapılan görüşmelerin, İmralı’daki tecrit koşullarında yürütülmesi çelişkilidir.
 
Bu tutarsızlıklar ve çelişkiler bir an önce giderilirse, Türkiye kamuoyu bu gündemlerle meşgul olmayacak ve gerçek gündemine dönerek gerçek sorunlarını konuşabilecektir.
 
Kürtler karşı karşıya getirilmemeli 
 
Biz, Suriye'de Türkiye’nin yapıcı bir katkı sunması gerektiğini en başından beri söylüyoruz. O yapıcı katkı nedir? Bu katkı, Suriye’de yaşayan halklara ilişkin tehdit dilinden en başta vazgeçmektir. Orada yaşayan halklar, nasıl yaşayacaklarına kendileri karar vermelidir. Suriye, Suriyelilerinse, bu konuda mutabıksak ve siz de böyle diyorsanız, o halde bırakın Suriye’de yaşayan halklar; nasıl yaşayacaklarına, hangi model ile nasıl bir arada yaşam projesi gerçekleştireceklerine ve bugüne kadar kazandıklarıyla birlikte bunu nasıl koruyacaklarına kendileri karar versinler.
 
Rojava gerçeği olduğu gibi görünmeli, tanınmalı ve kabul edilmelidir. Hangi kesimden olursa olsun, Kürtlerin bu konudaki hassasiyeti dikkate alınmalıdır. Suriye’den buraya uzatılan el tutulmalı, Suriye’den buraya yapılan diyalog çağrıları yanıtsız ve karşılıksız bırakılmamalıdır. Kürtler, karşı karşıya getirilmemeli; böl-parçala-yönet politikalarından vazgeçilmelidir.
 
 Nusaybin’de ve Suruç’ta, Rojava ile dayanışma nöbetleri tutuluyor. Biz de DEM Parti olarak oradayız. Vekillerimiz, il ve ilçe yöneticilerimiz, Rojava ile birlikte bu tarafta kalbi atan, gözü ve dikkati orada olan insanlar arasında yer alıyor. Çünkü orada büyük tehditler de var ve bu tehditleri bertaraf etmek için desteklerini duyurmaya çalışan insanlar var.
 
Bizim sınırda tuttuğumuz adalet ve dayanışma nöbetleri, çözüm ve barış nöbetleri devam edecek.
 
Heyet yarın yazılı açıklama yapacak
 
Siyasi partilere, DEM Parti İmralı Heyeti’nin yaptığı görüşmeler sonrasında bir açıklama yapılacağı duyurulmuştu. Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk, bu konunun etraflıca değerlendirileceğini belirtmişti. Ancak görüşmeler yalnızca siyasi çevrelerle yapılmadı, cezaevleriyle de gerçekleştirildi. 
 
Edirne Cezaevi’nde Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı; Kandıra Cezaevi’nde Figen Yüksekdağ ve Semra Güzel; Sincan Cezaevi’nde ise Leyla Güven, Ayşe Gökkan, Sevtap Akdağ ve Nimet Tanrıkulu ziyaret edildi. Bu cezaevi ziyaretleri hem DEM Parti İmralı Heyeti tarafından gerçekleştirildi hem de DEM Parti olarak pek çok seçilmiş ve seçilmemiş üyesi hapiste olan bir parti olarak tüm çalışmaların yanı sıra bir ayağımız da cezaevlerinde sürmektedir. Gerek milletvekili arkadaşlarımız, gerek MYK’mız, gerekse hukuk komisyonumuz, gidebilenler rutin bir biçimde bu ziyaretleri gerçekleştirmektedir.
 
Bu ziyaretlerde, Türkiye kamuoyunda yaşanan tartışmalar onlara iletilmekte ve aynı zamanda onların eleştiri, öneri ve katkıları alınmaktadır. Tüm bu değerlendirmeleri içeren bir yazılı açıklama ise yarın DEM Parti İmralı Heyeti tarafından kamuoyuna duyurulacaktır.”