‘Kadın Bakanlığı şiddeti önlemek açısından önemli’
- 09:03 23 Ekim 2024
- Güncel
Neslihan Kardaş
WAN - Kadın Bakanlığı’nın önemine ilişkin konuşan DEM Parti Mûş Milletvekili Sümeyye Boz, “Kadın Bakanlığı, kadına yönelik şiddeti önlemek, kadınların ekonomik ve sosyal güçlenmesini desteklemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik politikalar üretmek için bağımsız bir yapı olarak önemli bir rol oynayabilir” dedi.
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli” sözü üzerine 2011 yılında kadın örgütlerinin tepkilerine ve toplanan üç bini aşkın imzaya rağmen Kadın Bakanlığı kapatıldı. Kapatılan bakanlığın yerine ise Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kuruldu. Kadın Bakanlığı’nın kadınlar açısından önemi büyük iken, 13 yılda kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, işlenmeyen yasaların ve İstanbul Sözleşmesi gibi önemli sözleşmelerin kaldırılmasıyla ayyuka çıktı.
13 yıl sonra yeniden gündeme gelen Kadın Bakanlığı’na ilişkin Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mûş Milletvekili Sümeyye Boz, değerlendirmelerde bulundu.
‘Kadınların bireysel hakları geri plana atıldı’
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın söyleminin ardından kadınların sadece aile içinde var olan bireyler olarak görülmeye başlandığını ve kadınların bireysel haklarının geri plana atıldığını vurgulayan Sümeyye, bu zihniyetin, kadını aile içine hapsederken, toplumda da kadına yönelik şiddetin artmasına zemin hazırladığını söyledi. Sümeyye, “Aileyi ve anneliği kutsayarak ‘bekar’ kadınları ve ‘bekar’ anneleri hedef alan, ‘Kız mıdır kadın mıdır’ gibi cinsiyetçi söylemler, kadınları yalnızca aile içinde varlık gösteren bireyler olarak küçümseyen tekçi zihniyetin yansımasıdır. Ne yazık ki, bu söylemin etkisi, yalnızca toplumsal yapıda değil, doğrudan kadınların hayatlarında ölümcül sonuçlar doğurdu” dedi.
‘Bu ülkede her gün en az üç kadın öldürülüyor’
İktidarın politikaları sonucunda, kadınların şiddet karşısında savunmasız bırakıldığına işaret eden Sümeyye, “Bu ülkede her gün en az üç kadın öldürülüyor. Bu durumun vahametini gözler önüne seriyor. Devlet, kadını koruyacak mekanizmaları işletmediği gibi, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek kadına yönelik şiddeti meşrulaştırdı. Sadece 2021 yılında 300’den fazla kadın öldürüldü. Eylül ayında en az 34 kadın erkekler tarafından katledildi. En az 20 şüpheli kadın ölümü var. Verilere yansımayan birçok olay olduğunu da biliyoruz. Bu cinayetlerin çoğu daha önce korunma talep eden, yardım isteyen kadınlardı. Ancak devlet koruyucu tedbirleri uygulamaktan kaçındı, 6284 sayılı kanunu etkin kullanmadı, şiddetin faillerine caydırıcı cezalar vermedi. Bu ihmaller, kadınların canını aldı. Her gün öldürülen kadınlar için sadece birkaç haber başlığı görüyoruz, oysa her bir kadın cinayeti, bu politikaların bir sonucudur. İktidarın ‘aileyi koruma’ adı altında kadına yönelik şiddeti göz ardı eden politikaları, aslında kadına yönelik sistematik bir şiddetin devlet eliyle sürdürüldüğünün göstergesidir” ifadelerini kullandı.
‘Kadınların yaşam hakkını hiçe sayan bu politikalardan vazgeçilmeli’
Kadınların can güvenliğinin olmadığını, kadınların katledildiğini ve buna karşılık devletin sadece kadın katliamlarını izlemekle yetindiğini kaydeden Sümeyye, “Erdoğan’ın ‘aileyi koruma’ adı altında yürüttüğü bu politikalar, kadınları şiddet döngüsüne mahkum etmekten başka bir şey yapmadı. Kadınların yaşam hakkını hiçe sayan bu politikalardan bir an önce vazgeçilmelidir. Kadın Bakanlığı yeniden açılmalı, İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli ve 6284 sayılı kanun tam anlamıyla uygulanmalıdır. Aksi takdirde, bu şiddet daha da artacak, daha fazla kadın öldürülecek” sözlerini kullandı.
‘Bu politikalar, kadınların özgürlüğüne yapılan doğrudan saldırılardır’
Kadın Bakanlığı’nın kaldırılması ve yerine Aile Bakanlığı’nın kurulması durumunun, kadınları birey olarak değil, yalnızca aile içinde tanımlayan bir politikanın sonucu olduğunu söyleyen Sümeyye, bunun, kadınların özgürlük mücadelesine açık bir saldırı anlamına geldiğini ifade etti. Sümeyye, “Bu, yalnızca bir bakanlığın kapatılması meselesi değildir. Bu, kadını toplumun eşit bir ferdi olarak değil, yalnızca aile içindeki bir rol ile sınırlandırma çabasının sistematik bir tezahürüdür. Kadınları yalnızca ‘anne’ ve ‘eş’ rollerine hapsetmek, onların eğitim, iş hayatı, siyasi temsil ve toplumsal kararlara katılım gibi temel haklarını hiçe saymak anlamına gelir. Bu adım, kadınların toplumdaki eşitlik ve özgürlük taleplerini reddeden ataerkil bir zihniyetin yansımasıdır. Devletin bu politikası, açıkça şu mesajı vermektedir; ‘Kadınlar birey olarak değil, sadece aile içinde değer görür.’ Bu yaklaşım, kadını sadece aile içindeki rollerine hapsederken, toplumsal hayatta kendini ifade etme, karar alma mekanizmalarına katılma ve özgür birey olma hakkını elinden almaya yöneliktir. Bu anlayış, kadına yönelik şiddetin artmasına ve şiddetin meşrulaştırılmasına da zemin hazırlamaktadır. Bu politikalar, kadınların özgürlüğüne yapılan doğrudan saldırılardır. Kürt kadın hareketinin ve feminist örgütlerin ortak mücadelesi ile kadınların hak ettiği eşitlik ve özgürlük, bu eril politikaların karşısında dimdik durularak kazanılacaktır” sözlerine yer verdi.
‘İstanbul Sözleşmesi’nden sonra kadın cinayetleri hızla artıyor’
AKP iktidarının kadın haklarına dair sergilediği ikiyüzlü politikaların en net örneğinin, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayıp aynı yıl Kadın Bakanlığı’nı kapatmasıyla başladığını hatırlatan Sümeyye, bir yandan kadın haklarını savunduğunu iddia eden bir iktidarın, diğer yandan kadınları koruyacak en kritik kurumsal yapıyı ortadan kaldırdığının mesajını verdi. Sümeyye, “İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek ise bu ikiyüzlülüğün zirve noktasıdır. Kadına yönelik şiddeti gerçekten önlemeyi hedefleselerdi, Türkiye’de kadınların yaşam hakkını koruyan en önemli hukuki belgelerden biri olan İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmazlardı. Ancak, kadınların can güvenliği değil, erkek egemenliğini pekiştirme hedefi güttükleri ortadadır. Sözleşmeden çekildikleri günden itibaren kadın cinayetleri hızla artmaya devam etti. Çünkü bu iktidarın kadını koruma gibi bir derdi yok, asıl amaçları, erkek şiddetini meşrulaştıran politikalar üretmek ve şiddeti yaygınlaştırmaktır” ifadelerini kullandı.
‘İktidar, şiddete maruz kalan kadınları suçlamaktan geri durmuyor’
İktidarın, şiddeti normalleştiren söylemlerinin de bu politikaların bir parçası olduğuna işaret eden Sümeyye, “Bir bakanın ‘Kadınlar fıtratları gereği evde oturmalı’ demesi, kadını toplumsal hayattan dışlayan ve sadece ev içine hapseden bir anlayışın sonucudur. Diğer bir yetkilinin ‘Kariyer mi, annelik mi’ diyerek kadının meslek hayatını küçümseyen açıklamaları, bu iktidarın kadını sadece anne ve eş kimliğine indirgeyen eril zihniyetini gözler önüne seriyor. İktidar, taciz, tecavüz ya da şiddete maruz kalan kadınları suçlamaktan geri durmuyor. Bu şiddeti meşrulaştıran cinsiyetçi bir bakış açısının açıkça dile getirilmesidir. Bu tür söylemler, şiddetin toplumsal düzeyde artmasına ve normalleşmesine neden oluyor. Bu şiddet sarmalı yalnızca devletin sözlü politikalarıyla sınırlı değil, bizzat devletin şiddet eliyle hayatını kaybeden kadınlarla da gözler önüne seriliyor. Dilek Doğan, devlet şiddetiyle öldürüldü. Narin Güran vakasında iktidar, olayı örtbas etmek için yoğun çaba sarf etti. Rojin Kabaiş vakasında ise devlet yetkilileri müdahale etmesi gereken zamanda sessiz kalarak bir kadının hayatına mal oldu. Eğer bu iktidarın derdi gerçekten kadınları korumak olsaydı, bugün bu kadınlar ve çocuklar yaşıyor olacaktı” şeklinde konuştu.
‘Her sabah kaybolmuş bir kadın ya da çocuk haberiyle uyanıyoruz’
Son zamanlarda erkeklerin çocuklarıyla birlikte kadınları katletmeye başlaması, şiddetin bir sarmal haline geldiğini ve artık kontrol edilemez bir boyuta ulaştığının bir göstergesi olduğunu belirten Sümeyye, “Her sabah kaybolmuş bir kadın ya da çocuk haberiyle uyanıyoruz ve bu bir tesadüf değil. Bunun bir vahşet olduğu, bir kadın kırımı olduğu ortadadır. İktidar, bu vahşeti durdurmak için hiçbir adım atmıyor. Aksine kadın cinayetlerine karşı eylem yapan kadınlar devletin kolluk kuvvetlerinin şiddetine maruz kalıyorlar. Bu durum, kadınların isyanına karşı erkek egemen düzeni koruma refleksiyle karşılık verildiğini gösteriyor. Kadınlar öldürülürken, iktidar sadece seyrediyor ve kolluk kuvvetleri, şiddete karşı direnen kadınları susturmak için devreye giriyor. Bu, şiddet döngüsünü ve erkek egemen sistemin derinliğini apaçık ortaya koyan bir sistemdir. Eğer bu iktidar gerçekten kadını koruma derdinde olsaydı, her gün bir kadın ya da çocuk kayıp ya da ölüm haberleriyle uyanmazdık” diye vurguladı.
‘Kadınlar hem erkekler hem de devlet kurumları tarafından şiddete maruz kalıyor’
Kadın Bakanlığı'nın varlığının ve kadınların haklarının korunması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından kritik bir role sahip olduğunu ifade eden Sümeyye, “AKP iktidarı, bu bakanlığı kapatarak kadını bireysel hakları ve özgürlükleri çerçevesinde görmediğini resmileştirdi, sadece aile içindeki rolleriyle sınırlayan muhafazakar eril bir yaklaşıma yöneldi. Kadınların kamusal alandaki varlıklarını ve hak taleplerini göz ardı eden bu politika, kadının birey olarak toplumsal haklarını zayıflatan bir hamle olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin daha bir hafta önce Özge Polat, defalarca şikayette bulunmuş, her hafta karakola gitmiş, can güvenliği için yardım istemiş ama devlet bu çağrılara kulak tıkamış, onu korumamıştır. Polise gittiğinde bir memurun ‘Siz kadınlar hak ediyorsunuz’ demesi, kadınların yaşadığı şiddetin yalnızca faillerle sınırlı olmadığını, devletin kendisinin de bu şiddeti normalleştirdiğini açıkça gösteriyor. Kadınlar hem erkeklerden hem de devlet kurumları tarafından şiddete maruz kalıyor. AKP iktidarı, kadın hakları konusunda bir devrim yaptığını iddia etse de gerçekler ortada. Kadınlar her gün sokak ortasında öldürülüyor, eski eşleri ya da sevgilileri tarafından tehdit edilip katlediliyor. Ancak devlet, kadınları korumak yerine bu şiddeti besliyor. Faile dönük cezasızlık politikaları artık her olayda karşımıza çıkıyor” dedi.
‘Kadın Bakanlığı kadına yönelik şiddeti önlemek açısından önemli’
AKP'nin kadınlar için sunduğu sözde pozitif ayrımcılık anlayışının, kadınları aileye hapsetmekten başka bir şey olmadığını vurgulayan Sümeyye, “Aile Bakanlığı’nın logosundan tutun da saha çalışmalarına kadar her şey eril ve cinsiyetçi bir yaklaşımın tezahürüdür. Bakanlığın logosu bile kadını, erkeğe ve çocuğa hiyerarşik olarak bağımlı bir birey olarak gösteren bir anlayışı yansıtıyor. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bile ‘aile odaklı’ çalışıyor, bu kadınların birey olarak haklarını savunmak yerine, onları aile içinde tanımlayan bir politikanın ürünüdür. Pozitif ayrımcılık, uluslararası hukukta kadının toplumsal hayatta karşılaştığı eşitsizlikleri gidermek için alınması gereken geçici önlemler anlamına gelirken, AKP bunu kadını eve hapsetmek için kullanıyor. Çok yakın zaman içinde Bartın’da Ahsen Nur Paşalı, Karaman’da Seher İşler, Büyükçekmece’de Sedef Güler ve daha nice kadın, devletin yetersiz koruma mekanizmaları ve ‘iyi hal’ indirimleri yüzünden şiddet sarmalına terk edildiler. Bugün failler, mahkemelerde cezalarını hafifletirken, kadınlar sistematik olarak yok sayılıyor, sesleri duyulmuyor. Kadın Bakanlığı, kadına yönelik şiddeti önlemek, kadınların ekonomik ve sosyal güçlenmesini desteklemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik politikalar üretmek için bağımsız bir yapı olarak önemli bir rol oynayabilir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine inanan bir bakanlığın, kadınların haklarını korumak için kadınlarla, kadın örgütleriyle birlikte çalışması, bu süreçte etkili bir değişim sağlayabilir” ifadelerine yer verdi.
‘6284 ve İstanbul Sözleşmesi etkin şekilde hayata geçirilmeli’
Kadın Bakanlığı’nın yeniden gündeme getirilmesinin, kadın haklarının korunması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından atılması gereken zorunlu bir adım olduğunu söyleyen Sümeyye, AKP iktidarının kadın politikalarındaki tutumuyla, bir bakanlığın tekrar kurulmasının yeterli olmayacağını belirtti. Sümeyye, “Bu bakanlık, mevcut eril ve cinsiyetçi yapıların koruyucusu olmamalı, kadınların yalnızca aile içindeki rolleriyle sınırlandırıldığı bir yapıya hizmet etmemelidir. Tam tersine, Kadın Bakanlığı, kadına yönelik şiddetle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama ve kadınların ekonomik bağımsızlığını desteklemek için etkin ve bağımsız politikalar üretmelidir. Kadınlara yönelik şiddet artarken ve her gün kadın cinayetleriyle karşı karşıya kalırken, devletin kadınları koruma konusunda attığı adımların yetersiz kaldığını görüyoruz. Kadın Bakanlığı'nın bu şiddete karşı en güçlü mücadele araçlarından biri olması gerekirken, hükümetin bugüne kadar izlediği politikalar, kadınları şiddete karşı savunmasız bırakmıştır. Bakanlık, yasaların uygulanması ve denetlenmesi konusunda gerçek bir irade göstermeli, 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi düzenlemeleri etkin şekilde hayata geçirmelidir. Bu, sadece göstermelik adımlar değil, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi için etkili önlemler alınması anlamına gelir” şeklinde konuştu.
‘Fırsat eşitliği yaratacak politikalar geliştirilmeli’
Sümeyye son olarak, kadınların iş gücüne katılımını ve ekonomik bağımsızlığını artırmanın da hayati bir mesele olduğuna dikkat çekerek, son olarak şöyle konuştu: “Kadın Bakanlığı, iş hayatında eşit temsilin sağlanması ve kadınların ekonomik güçlenmesi için somut adımlar atmalı, fırsat eşitliği yaratacak politikalar geliştirmelidir. Bununla birlikte, sivil toplum örgütleri ve kadın hakları savunucularıyla güçlü bir işbirliği içinde hareket ederek, kadınların taleplerini merkeze alan çözümler üretmelidir. Bu işbirliği olmadan alınacak kararlar, yalnızca kadının sesi olmaktan uzak, göstermelik politikalar olmaya mahkumdur. Eğer gerçekten kadınları korumak, onların haklarını savunmak noktasında samimilerse, bu bakanlık yalnızca bir isim değişikliğiyle değil, köklü bir reformla hayata geçirilmelidir. Kadın Bakanlığı, cinsiyet eşitliği çerçevesinde yeniden yapılandırılmalı, sadece kadınları değil, tüm kesimleri savunacak kapsayıcı, şeffaf ve eşitlikçi bir politika izlemelidir. Ayrıca tüm bu yaklaşımlar karşısında kutsal değil demokratik aile modellerini hayata geçirmek, aile yapılarının demokratikleşmesine dair çalışmalar yapılmalıdır. Ve bu, ancak toplumsal cinsiyet eşitliğine gerçekten inanan ve bu yönde kararlı adımlar atan bir iktidarın işidir.”