Sevda Çelik Özbingöl: AK toplantısında bir karar çıkacağını düşünüyoruz
- 09:06 16 Eylül 2024
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA- PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”nı görüşecek olan AK toplantısı öncesi konuşan DEM Parti Hukuk Komisyonu Eşsözcüsü Sevda Çelik Özbingöl, “AK 17 Eylül tarihinde bu konuda bir raporlama yapacak. Ki muhtemelen bu süreçte sadece bir değerlendirmenin değil, bir kararın da çıkabileceğini düşünüyoruz” dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Mart 2014 tarihinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın şartlı salıverilme hakkına sahip olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmesini (umut hakkı) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı buldu ve Türkiye’den düzenleme yapmasını talep etti. Türkiye, aradan geçen 10 yıla rağmen bir adım atmamış ve geçtiğimiz aylarda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 17-19 Eylül tarihleri arasında yapacağı toplantıda AİHM'in ihlal kararlarının ve gerekliliklerin uygulanıp uygulanmadığını denetleme kararı aldı.
Salı günü görülecek olan toplantı öncesinde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk Komisyonu Eşsözcüsü Sevda Çelik Özbingöl değerlendirmelerde bulundu.
“Sadece tahliye olma hakkı olarak öngörürsek de biz ciddi bir yanılgıya düşmüş oluruz çünkü özellikle infaz rejimi içerisinde cezaevindeki yaşam koşulları da beraberinde umut hakkı koşullarının oluşturulmasını gerekli kılıyor. Yine İmralı Ada Hapishanesi’de bu noktada ciddi hak ihlalini ve umut hakkını gündemimize sokmakta.”
*Sürekli olarak “umut hakkı” diyoruz ve bunun üzerine konuşmalar gerçekleşiyor peki nedir bu “umut hakkı” ve Türkiye yasalarında bu nasıl yer alıyor?
Cezaevi ihlallerine dair önemli başlıklardan ve sık sık duyduğumuz haklardan bir tanesi “umut hakkı.” Bir tutsağın bir gün özgür olabileceği umuduna sahip olmasını içermektedir. Türkiye’de özellikle ağırlaştırılmış müebbetler, infaz yakmalarla da gelişen ve devamı gelen ciddi bir mağduriyet örneğini taşıyan hak ihlali olan bir konu. Başladığı yer elbette ki İmralı Cezaevi ve Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan defacto infaz rejimiyle karşılığını buluyor. Birçok farklı ülkede örnekleri olmak üzere hem ETHA hem IRA tutsaklarıyla ilgili ciddi ihlal kararları ve ciddi mağduriyet sebebi olarak görülen umut hakkının ihlaline ilişkin kararlar ve tanımını da içeren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları mevcut. Umut hakkının tanımını da içeriyor bu kararlar. Umut hakkı hepimizin insan olarak yargılama sistemi içinde hakkı olarak yer alıyor; hükümlü de olsa tutuklu da olsa bir gün insanca yaşam koşullarına sahip olacağı bir standartta özgür olabilmesini umut etmesidir ve bu sadece çıkacağı günü bilmesiyle ilgili değildir. Sadece tahliye olma hakkı olarak öngörürsek de biz ciddi bir yanılgıya düşmüş oluruz çünkü özellikle infaz rejimi içerisinde cezaevindeki yaşam koşulları da beraberinde umut hakkı koşullarının oluşturulmasını gerekli kılıyor. Yine İmralı Ada Hapishanesi ’de bu noktada ciddi hak ihlalini ve umut hakkını gündemimize sokmakta. Zira infaz rejimi sürdürülürken kendi aile bireyleriyle görüşememek, herhangi bir tutuklu hükümlünün bile rahatlıkla avukatlarıyla görüşebildiği noktada haklarını kullanamayıp insan olmaktan kaynaklı hakları da kullanmaktan mahrum bırakılan süreci de içeriyor. Sadece bir gün tahliye olmak umudu değil aslında tahliye olduğu güne kadar ki süreçte de insan olarak sahip olduğu hakların işletilmesi sürecini de kapsayan bugünkü ceza infaz sisteminin önemli başlıklarından bir tanesidir.
“Bugün cezaevleri o yüzden bizim açımızdan özellikle haksızlık olarak görünen büyük bir hukuksuzluğun hayat bulduğu alanlardan bir tanesi. İkili hukuk yaşamın hiçbir alanında kabul edilemez. Aslında ikili hukuk, hukuksuzluk olarak tabir edebileceğimiz bir uygulamadır. İkili hukuku uygulayan kişi kanunu uygulayamayan ve beraberinde de suç işleyen bir pozisyondadır.”
*Türkiye’de ikili hukuk sisteminin işletildi ve bunun yasalarda da sabit olduğunu hukukçular siyasi tutsaklar nezdinde defalarca dile getirdi. İkili hukuk sisteminden kastınız nedir?
İkili hukuk sisteminde ‘umut hakkının ihlali’ başlığı bunu en görünür kılan başlıklardan bir tanesidir. Herkesin tutuklu ve hükümlüyken eşit olarak mevcut mevzuata dair uygulamaların muhatabı haline getirilmesi, kimse arasında ne istinat edilen suç ne siyasi politik pozisyonu ne mensubiyeti kaynaklı hiçbir ayrım yapmaksızın eşit bir uygulamayı esas alan bir hak işleyişi mevcut aslında. Hukuk ve adalet mekanizması bunu gerektirir. Ancak taraf olduğumuz, ülkemizde özellikle hukuk işleyişinin hem uluslararası yasal düzenlemelerin hem ceza infaz hukukuna ilişkin iç düzenlemelerin hem de Anayasa’nın öngördüğü düzenlemelerden bir kısım tutsaklar hak olarak faydalanabilirken bir kısmının faydalanamayışı söz konusu. Ve belki tek bir örnek olarak başlayıp İmralı’da oluşturulan sistemin yargısal anlamda adına istisna da koymuş olsa ki insana ve yaşama dair olan bir alan olması sebebiyle istisnanın da kabul edilemeyeceği bir hak ihlali alanı olması sebebiyle kabul edilemez ayrımlar Türk ceza sistemi içinde mevcut. Bunun yaygınlaştığını, tecrit ile başlayan artık tecridin ötesine geçen, İmralı’da mutlak iletişimsizlik olarak hayat bulan ancak diğer cezaevlerinde de artık çok kısıtlı süreli hapis cezalarını da kapsayacak şekilde, adli mahkûmlarla politik ve siyasi sebeplerle yargılanan tutsaklar arasında gözle görülür büyük farklılıklara, haksızlıklara ve hak ihlallerine sebep olan infaz rejimi uygulaması ayrılığıyla karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez. Bir kısım tutsaklar için uygulanan infaz rejiminin sırf siyasi saiklerle tutuklanan tutuklu ve hükümlüler için uygulanmamasının hiçbir politik, ahlaki, insani, hukuki izahatı yok. Kaldı ki bu süreçlere dair taraf olduğumuz insan hakları sözleşmelerinin de gereği olarak da bir zorunluluk, hem Anayasa Mahkemesi’ne akabinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yansıyan karar da verilen birçok hak ihlalinin tespiti de mümkün.
Bugün cezaevleri o yüzden bizim açımızdan özellikle haksızlık olarak görünen büyük bir hukuksuzluğun hayat bulduğu alanlardan bir tanesi. İkili hukuk yaşamın hiçbir alanında kabul edilemez. Aslında ikili hukuk, hukuksuzluk olarak tabir edebileceğimiz bir uygulamadır. İkili hukuku uygulayan kişi kanunu uygulayamayan, uygulamayan ve beraberinde de suç işleyen bir pozisyondadır. Bu nedenle takipçisi olmak kamuoyunun duyarlılık noktasında da hassasiyet göstermesi gerekiyor zira bir kişinin suç işlemiş olması ki cezaevlerinde insanca yaşam koşullarından mahrum olması anlamına gelmiyor. Bugün cezaevlerinde bu koşulların iyileştirilmemesinden kaynaklı binlerce ağır hasta tutsak ve bu ayrımcı ikili hukuktan kaynaklı da yaşam mücadelesi veren, tek başına yaşamını idame ettiremeyecek durumda olan tutsaklar siyasi saiklerden kaynaklı cezaevlerinde ölüm evi diyebileceğimiz pozisyonlarda ölümle karşı karşıya bırakılıyor. Bunu kabul etmemek bunun karşısında durmak ve bu hukuksuzluğun hem deşifre edilmesi hem de bu haksızlığın giderilmesi konusunda herkese düşen bir sorumluluk olduğu bilinciyle mücadele yürütmek gerekiyor.
“AK 17 Eylül tarihinde bir değerlendirme ve bu konuda bir raporlama yapacak. Ki muhtemelen bu süreçte sadece bir değerlendirmenin değil, bir kararın da çıkabileceğini düşünüyoruz.”
*Bu yaz ayında Avrupa kurumlarından tecride ve Türkiye’deki ağırlaştırılmış müebbet tutuklularına ilişkin iki önemli açıklama gördük. İlki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik “umut hakkı”nın yeniden ele alınacağına ilişkin ikincisi ise BM’nin işkenceye karşı gözlem raporu. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin özellikle ülkemizdeki hem umut hakkının hem de mutlak iletişimsizlik olarak tecridin bir üst aşaması olarak tanımladığı bir mağduriyet İmralı Ada Hapishanesi’nde hayat buluyor. Buna dair AİHM’de 18 Mart 2014 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 3.Maddesi’ne dayanarak işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında özellikle mutlak iletişimsizlik sebebiyle, ömür boyu hapsi kapsayacak şekilde umut hakkının ihlal edildiği temelinde bir hak ihlali tespitini yaptı. AİHM kapsamında yapılan yargılamalar ve verilen kararlar akabinde iç hukukta yasal düzenlemelerin yapılmasını zorunlu hale getirmekte ancak ne yazık ki İmralı Ada Hapishanesi’nde hem umut hakkının ihlali boyutuyla hem de o günden bu güne kadar devam eden aile görüşü yasağını kapsayan hem avukat görüş yasağını kapsayan hem sağlık hakkından faydalanmayı kapsayan ciddi anlamda bir hak ihlali zinciri devam etmekte ve bu temelde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne 31 Temmuz 2024 tarihinde birçok sivil toplum kuruluşunun ve hukuk kuruluşunun başvurusuyla yapılan sunum ve değerlendirmelerin ardından AK 17 Eylül tarihinde bir değerlendirme ve bu konuda bir raporlama yapacak. Ki muhtemelen bu süreçte sadece bir değerlendirmenin değil, bir kararın da çıkabileceğini düşünüyoruz. Çünkü benzer örnekler Avrupa İnsan Hakları yargılamaları sürecinde ve akabinde taraf olan ülkelerin gereken düzenlemeleri yapmamaları sebebiyle de yaptırımları da getiren bir boyutta, örneklerini de taşıyan bir pratiği mevcut. Zira uluslararası yargılama mekanizmasında yaptırım gücü olan bir yerde. Hatta taraf ülkelerin çıkarılmasını bile kapsayacak şekilde yaptırım uygulama yetkisine sahip olan bir mekanizma. BM raporunu da çok önemli buluyoruz çünkü biraz önce konuştuğumuz hem ciddi anlamda hak ihlalleri hem mevcut ihlallerin özellikle CPT’nin ve birçok sivil toplum kuruluşu, BM İnsan Hakları Komitesi aracılığıyla tespit edilen bir mağduriyetin ve herkesi de doğrudan ilgilendiren hukuki düzenleme sürecinin gerçekleşmesi gerekiyor.
“Hem taraf olduğumuz hem Avrupa yargı mekanizmasının hem Avrupa’daki duyarlı, demokratik söz sahibi olan kurum ve kuruluşlarında bu sürece sahip çıkmasını hem değerli hem önemli buluyoruz çünkü verilecek olan kararın hepimizi bu anlattığım temelde doğrudan ilgilendirdiğini düşünüyoruz.”
*Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nden çıkacak olan karar demokrasi ve insan hakları açısından neden önemli?
Biz DEM Parti Hukuk Komisyonu olarak da Mart ayında Adalet Bakanlığı’na İmralı’ya ilişkin bir başvuruda bulunmuştuk fakat bu başvurumuza dahi henüz yanıt alamadık. Tüm bunları ele aldığımızda tabi bu sürece basit bir hukuki düzenlemesi olarak bakmıyoruz çünkü İmralı’da uygulanan tecridin elbette ki sadece infaz sisteminden kaynaklı sebeplerinin olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. İmralı’da başlayan sürecin hem toplumun muhalif kesimlerine hem de diğer cezaevlerine sirayet edişi bir politikanın varlığıyla ilgili bir konu. Özellikle Kürt sorunun barışçıl çözümündeki Sayın Abdullah Öcalan’ın misyonu ve pozisyonuyla ilgili durumun ve sürecin özellikle de temsil ettiği bu barış sürecinin savaş politikalarıyla önlenmeye çalışıldığını ve siyasi iradenin barışçıl ve yapıcı politikalardansa daha çok savaş ve çatışmacı politik tutumunun da bu politikaları ürettiğini düşünüyoruz. Bu noktada sadece iç kamuoyunu ya da sadece sivil toplum kuruluşlarını ilgilendiren bir mağduriyet ya da bir sorun değil çünkü coğrafyamızdaki Kürt sorunu ve Kürt sorunun barışçıl çözümü sadece ülkemizi değil Orta Doğu’yu, dünyayı ve dolayısıyla bütün demokratik dünya toplumunu doğrudan ilgilendiren bir sorundur. Biz bu temelde hem taraf olduğumuz hem Avrupa yargı mekanizmasının hem Avrupa’daki duyarlı, demokratik söz sahibi olan kurum ve kuruluşlarında bu sürece sahip çıkmasını hem değerli hem önemli buluyoruz. Bu sürecin herkes tarafından takip edilmesi gerektiğini çünkü verilecek olan kararın hepimizi bu anlattığım temelde doğrudan ilgilendirdiğini düşünüyoruz.”