Uluslararası kurumların mektubunda tecrit var ama…
- 09:07 19 Eylül 2024
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Uluslararası kurumlara yüzlerce imza ile mektup gönderen ve yanıt alan Prof. Kariane Westrheim, dilde tecrit ve farkındalık olduğunu söyleyerek, kurumların hareket noktasında ise eksik olduğunu, “AB ya da Avrupa Konseyi gibi büyük kurumlar, ‘insan haklarını ihlal ettiniz, bununla birlikte işte sonuçları da bu’ demeli ama uygulamada Türkiye'nin ihlalleriyle ilgili hiçbir sonuç yok” sözleriyle değerlendirdi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Mart 2014 tarihinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın şartlı salıverilme hakkına sahip olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmesini (umut hakkı) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı buldu ve Türkiye’den düzenleme yapmasını talep etti. Türkiye, aradan geçen 10 yıla rağmen bir adım atmaması üzerine ve başlatılan özgürlük kampanyasının etkisiyle de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 17-19 Eylül tarihleri arasında yaptığı toplantıda AİHM'in ihlal kararlarının ve gerekliliklerin uygulanıp uygulanmadığını ele aldı.
Bu gelişmelerin yanı sıra, Nobel ödüllü 69 isim, İmralı tecridine karşı Temmuz ayında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AK BK), AİHM, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve BM İnsan Hakları Komitesi'ne (OHCHR) mektup göndermiş, "Öcalan'ın İmralı'dan serbest bırakılmasını ve askıya alınan müzakerelerin yeniden başlatılmasını talep ediyoruz" diyerek adım atılması çağrısı yapmıştı. AİHM, Nobel ödüllü isimler adına Bergen Üniversitesi’nden Profesör Kariane Westrheim’a yanıt verdi. 29 Ağustos tarihli mektupta AİHM yetkilisi Marialena Tsirli, Kariane Westrheim’a sadece Abdullah Öcalan’ın tutukluluk koşulları konusunun kendilerinin dikkatini çektiği için teşekkür etmişti. Tüm bu gelişmelere ilişkin Kariane değerlendirmelerde bulundu.
“Bu her iki açıklamanın önemine bakarsak, bunların son derece önemli açıklamalar ve raporlar olduğunu ve takip edilmesi gerektiğini söyleyebilirim. Herhangi bir adım atılmadığı takdirde bu durum daha da kötüleşecek.”
*Bu yaz Avrupa kurumlarından Türkiye'deki tecrit ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına ilişkin iki önemli açıklama geldi. Bunlardan ilki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın “umut hakkını” yeniden gözden geçirmesi, ikincisi ise BM'nin işkenceye karşı izleme raporu. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakanlar Komitesi Sayın Öcalan için umut hakkını yeniden değerlendirdi. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Sayın Öcalan'ın şartlı tahliye olmaksızın ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin kararıyla bağlantılı bir durumdur. Mahkeme 2014 yılında, Sayın Öcalan'ın şartlı tahliye ya da tutukluluğunun yeniden gözden geçirilmesi imkanı olmaksızın ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin özellikle mahkumlara karşı dokunulmazlık ya da aşağılayıcı muameleyi yasaklayan üçüncü maddesini ihlal ettiğine karar vermişti. AİHM, tahliye ihtimali olmayan müebbet hapis cezasının “umut hakkı” ilkesini ihlal ettiğini belirtmiştir. Bakanlar Kurulu ise Türkiye'yi konuyu ele almaya çağıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasını takip ediyor. Örneğin, Sayın Öcalan'ın yeniden “rehabilitasyon” gibi faktörlere dayalı olarak serbest bırakılması söz konusu olmalıydı. Bu, sadece bir örnek. Tabii ki konsolosluk bakanları 2014 yılında görevden alındı ve o tarihten bu yana Bakanlar Konseyi Türkiye'ye bu konuda baskı yapmaya devam ediyor. 17-19 Eylül tarihleri arasında Bakanlar Komitesi'nde yapılacak olan toplantı da bununla ilgiliydi. Bu birincisi. İkincisi; Birleşmiş Milletler ’in Türkiye'ye ilişkin izleme raporu da çok çok önemli, çünkü BM'nin Türkiye'ye ilişkin 2024 tarihli İşkenceyi Önlemeye Karşı İzleme Raporu, işkenceye ilişkin önemli endişeleri ve Türkiye tarafından bu tür uygulamalara ilişkin çok sayıda soruşturmayı gündeme getirdi.
Endişeler neydi; sistematik işkence, terörizmle suçlanan tutuklular durumu, ki tutukluların çoğu bu nedenle ve siyasi muhalefet nedeniyle cezaevinde. Bu durum Türkiye'de 2016 darbesinden sonra artmıştır. Bununla birlikte de kitlesel tutuklamalar ve insan hakları ihlalleri yaşandığı belirtiliyor. Aynı zamanda infaz makamlarının uygulamaları, cezaevlerindeki durum, koşullar ve özellikle de hamile kadınlar, siyasi mahkumlar, savunmasız olan diğer gruplara yönelik cezasızlık sorununu da gündeme getiriyor. Ayrıca yargının bağımsızlığı ve göçmenlere yönelik muamele de söz konusu. BM İşkenceye Karşı Komite'nin temel kaygıları bunlardır ve BM Türkiye'ye işkenceyi önleyecek mekanizmaları uygulamaya sokması için baskı yapmaya devam ediyor. Bu her iki açıklamanın önemine bakarsak, bunların son derece önemli açıklamalar ve raporlar olduğunu ve takip edilmesi gerektiğini söyleyebilirim. Türkiye'den birçok kurum; Avrupa kurumları, insan hakları örgütleri, hukuk derneklerinin Türkiye'yi bir adım atmaya çağırdığını biliyoruz. Ayrıca Avrupa kurumlarını da bir şeyler yapmaya çağırıyorlar. Herhangi bir adım atılmadığı takdirde bu durum daha da kötüleşecek. Eksik olan şey kelimeler değil, çünkü Bakanlar Komitesi'nin bu konuyu takip etmesi çok olumlu, ancak adım atma konusunda Türkiye'nin harekete geçmesi için daha fazla baskı yapılması gerekiyor. İşte asıl ikilem budur. Bir bakıma bu sorundur, meydan okuma var.
*PKK Lideri Abdullah Öcalan hakkında daha önce de birçok kez ihlal kararı verilmiş ve Türkiye'den yasalarını uluslararası anlaşmalara uygun hale getirmesi istenmişti, ancak herhangi bir gelişme ve yaptırım olmadı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bu, tamamen Türkiye üzerindeki baskıyı destekleyebilecek önlemlerin alınmasıyla ilgili ancak sorun şu ki herhangi bir adım atılmıyor. Takip yok. Kararlar var, toplantılar var, raporlar var ama sonraki adım ne? Ne yapacaklar? Bence sorun bu ve bunu takip etmedikleri sürece, benzer bir açıklama yapılmadan önce bir sonraki toplantıyı, bir sonraki yılı veya bir sonraki dört yılı bekliyoruz, sürekli ötelenen bir süreç. Yanı sıra, Avrupa kurumları tarafından çok daha fazla eylemlilik olmalı. BM organlarını ve Avrupa organlarını takip eden ve bunları harekete geçme noktasında zorlayan pek çok kuruluş, basın var. Tüm bunlara rağmen sorun şu ki bunu yapmıyorlar. Tabii ki bunun kolay olmadığını biliyorum. Çünkü pek çok siyasi engel ve jeopolitik durum bazen bu kuruluşların harekete geçmesine izin vermiyor, ancak nasıl takip edeceklerine, buna karşı nasıl önlem alacaklarına dair bir stratejileri yoksa tüm bu açıklamaları, raporlamaları da yapmalarına gerek yok.
“Komite daha fazla harekete geçilmesi için incelemelerini arttırabilir. Hesaba katmadığımız bir şey var o da şu ki, hepsi Türkiye konusunda biraz temkinli görünüyor. Çok fazla zorlamak istemiyorlar.”
*Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 17-19 Eylül'de yapacağı toplantıda Sayın Öcalan'ın “umut hakkını” gündeme getirecek. Bu toplantı genel olarak demokrasi ve insan hakları açısından neden önemli?
Bu konuyla bağlantılı bir husus. Komitenin, 2014 yılındaki kararları da dahil olmak üzere Türkiye’yi Avrupa mahkemelerinin kararlarına uymaya çağırmaya devam etmesi elbette önemli. Fakat toplantının sonucu ve çıkacak karar hala çok belirsiz. Türkiye henüz Sayın Öcalan'a ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan diğer kişilere tahliye imkânı sağlayacak yasal değişiklikleri yapmamıştır. Dolayısıyla 17-19 Eylül'deki toplantıda Bakanlar Komitesi, kendilerini bu konuda baskı yapmaya çağırmış olan hukuk ve insan hakları örgütlerinin kararlarını uygulamamasına ilişkin Türkiye’den bir açıklama isteyebilir. Bu yüzden komite daha fazla harekete geçilmesi için incelemelerini arttırabilir. Hesaba katmadığımız bir şey var o da şu ki, hepsi Türkiye konusunda biraz temkinli görünüyor. Çok fazla zorlamak istemiyorlar. Bu yüzden, gerçekten ne yaptıklarını, bu uyum sürecini üstlendiklerini göstererek baskı uygulamaları gerekiyor. Ancak gerçekte ne olduğunu görmek için toplantının sonucunu beklemek zorundayız. Dediğim gibi siyasi faktörler ve Türkiye'nin iç hukuk ve siyasi tutumu, Sayın Öcalan'ın tutukluluğuyla ilgili herhangi bir acil değişiklik olasılığını sınırlayabilir. Fakat çıkacak kararın geniş bir etkisi olacak, bu binlerce tutsağı da ilgilendiriyor, etkiliyor.
Bazı eski temalı adımlar görüyoruz ama bu yeterli değil. Asıl mesele bu değil. Ama bence bekleyip neler olacağını görmeli ve en iyisini ummalıyız. Eğer bir sonuç çıkmazsa ya da dışarıda yaptığımız toplantıların sonuçlarının arkasında somut bir eylem göremezsek. Avrupa'daki tüm bu organlara ve birimlere daha fazlasını yapmaları için baskı yapmaya devam etmeliyiz. Sanırım şu ana kadar yapabileceğimizin en iyisi bu, ancak bu toplantıdan sonra ne olacağını görmek çok heyecan verici olacak.
“Nobel Ödüllü isimlere cevap verilmesinin çok olumlu olduğunu belirttik. Fakat, deneyimlerimiz Türkiye'nin hiçbir şeyi umursamadığı yönünde. Bu nedenle daha fazla harekete geçmek ve bu konularda Türkiye'ye karşı çok daha net bir duruş sergilemek gerekecek.”
*Tecrit gerçekliğine ilişkin AİHM'e ve Avrupa kurumlarına bir mektup göndermiştiniz. Neden bu mektubu gönderme ihtiyacı hissettiniz?
Nobel Barış Ödüllü şahsiyetlerin kaleme aldığı bu mektup Bakanlar Konseyi'ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ve CPT'ye tartıştığımız bu konularla ilgili harekete geçmeleri için bir çağrıydı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden ve Bakanlar Komitesi'nden bir cevap da aldık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden gelen cevap çok muğlak, çok kısaydı. Sadece Nobel Ödüllü yazarlara duyarlılık ve mektubu gönderdikleri için teşekkür ediyorlardı. Ayrıca, Sayın Öcalan ve diğer tutsakların davasına ilişkin bilgi paylaşımı ve bakış açısı için de minnettar olduklarını belirtiyorlardı. Daha sonra biz de verilen cevaba karşılık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yeni bir mektup gönderdik; bu mektupta da verdikleri cevap için öncelikle teşekkürlerimizi illettik ve Nobel ödüllü isimlere cevap verilmesinin çok olumlu olduğunu belirttik. Fakat, deneyimlerimiz Türkiye'nin hiçbir şeyi umursamadığı yönünde. Bu nedenle daha fazla harekete geçmek ve bu konularda Türkiye'ye karşı çok daha net bir duruş sergilemek gerekecek. Bu taleplerimize bir cevap verecekler mi bilmiyoruz, ki muhtemelen vermeyecekler ama Nobel mektubuna cevap vererek aslında konuyu önemsediklerini göstermiş oldular. Mektubu almışlar ve okumuşlar. Ana fikri kavradılar, bu yüzden hiçbir şey söylememiş olsalar bile bu kendi başına çok olumlu bir gelişme. Teşekkür içeriyor ama verilen cevap bizzat Mahkeme Başkanı adına gönderilmiş bu çok umut verici ve iyi bir gelişme.
Nobel mektubuna Bakanlar Komitesi de cevap verdi. Görülecek olan toplantının bilgisini paylaştılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin periyodik toplantısında Sayın Öcalan’ın ve diğer müebbet hapis tutuklularının umut hakkını ele alacaklarını söylediler. Bu, konuyla daha fazla ilgilendiklerini belirttikleri mektupla, bunun önemli olduğunu gösterdiler. Dediler ki, “Nobel mektubunu Avrupa Konseyi'ndeki bütün birimlere ilettik.” Bu çok olumlu bir cevaptı ve biz de bu mektuba, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne verdiğimiz cevabın neredeyse aynısını verdik ve harekete geçilmesi gerektiğini çünkü deneyimlerimizin çok olumsuz olduğunu, Türkiye'ye ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim Türkiye için bir önemi olmadığını söyledik. Türkiye’nin umurunda değil. Uluslararası toplum, AB ya da Avrupa Konseyi gibi büyük kurumlar, Türkiye'yi takip etmiyorlar, “Hayır, biz bunu yapmak istemiyoruz” diyorlar. “Ne dediğinizi anlıyoruz, duyuyoruz, Avrupa Mahkemesi'nin kararını biliyoruz ama umurumuzda değil.” Yani konu burada bitiyor. Türkiye'den gelen bu açıklamayı çok ciddiye almalılar ve şunu söylemeliler, “Tamam, tekrar hatırlatıyoruz, bizim standartlarımızı dikkate almıyorsunuz. İnsan haklarını ihlal ettiniz. Bunu yaptınız ve bununla birlikte işte sonuçları da bu.” Ama uygulamada Türkiye'nin ihlalleriyle ilgili hiçbir sonuç yok, yaptırım yok ve bu çok can sıkıcı.
“Zaman zaman bazı umut kırıntıları koyuyorlar önümüze, bazı açık pencereler var ama henüz kapı tamamen bizim için açık değil ve bunun pek nedeni var. Ama bence birlikte oturup neyin işe yaramadığını söylemeliyiz, tartışmalıyız. Bu konuya dair ne yapabiliriz?”
*Bir insan hakları savunucusu olarak bu mektuba kurumların verdiği yanıt sizi tatmin etti mi? Bunu yeterli görüyor musunuz?
Belki de stratejilerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz, çünkü şu ana kadar Türkiye'nin politikalarını, Kürtlere veya siyasi tutsaklara yönelik tutumunu değiştirmek için yürütülen çabaların, çalışmalara karşılık alamadık ama ben çok iyimserim ve umut doluyum. Biliyorum ki çok fazla iyi iş çıkardık ama kapıları açamıyoruz. Gerçekten kapıları açmaya yetmiyor. Evet zaman zaman bazı umut kırıntıları koyuyorlar önümüze, bazı açık pencereler var ama henüz kapı tamamen bizim için açık değil ve bunun pek nedeni var. Ama bence birlikte oturup neyin işe yaramadığını söylemeliyiz, tartışmalıyız. Bu konuya dair ne yapabiliriz? Bir bakıma olumsuz olan bu gelişmeleri nasıl değerlendirebilirize odaklanmak gerek. Kürtlerin tüm destekçilerinin ve durumun farkında olan herkesin gidip pes edeceğini ya da umutsuzluğa kapılacağını düşünmüyorum. Bence enerji dolular ve iyi çalışmaya devam edecekler. Belki de değerlendirmemiz gereken başka yollar vardır. Diplomatik düzeyde her ülkede daha fazlasını yapmalıyız. Örneğin ben Norveç'te yaşıyorum, eğer yetkililerle temas kurmam gerekiyorsa, onlardan bir şeyleri talep edin, onları durum hakkında bilgilendirmeye devam edin. Onlara sorun, “ne yapacaksınız? Avrupa Konseyi'nin bir üyesisiniz. Bir yükümlülüğünüz var. İşte bakın Türkiye standartlara uymayan bir ülke. Ne yapacaksınız?” denilmelidir.
Dolayısıyla her bir ülkedeki diplomatik düzeyde temas için daha fazlasını yapabileceğimizi düşünüyorum. Bunun tek yol olduğunu söylemiyorum, çünkü hem diplomatik düzeye hem de halk tabanına ihtiyacımız var ve halihazırda ne yapıyorsak yapmaya devam edelim ancak bu konuda çözümün yeni yollarını da düşünmeliyiz. Bu çok önemli, öncelikle Sayın Öcalan’ın yaşını biliyoruz, kimse ne olduğunu bilmiyor. Hasta mı yoksa sağlığı iyi mi kimse bilmiyor. Bu nedenle şu anda bir şeyler yapmak çok elzem. Halihazırda olumlu ve dinamik birçok küresel girişim var, ancak yeterli değil gibi görünüyor. Dolayısıyla, değerlendirmeler, birlikte oturup beyin fırtınası yapmak, başka neler yapabilirizi konuşmak gerek.
“Bu 20-30 yıl’da pek çok olumlu şey oldu ve bu bizim çalışmamızın arkasındaki enerji olmalı. Çok çalışarak bir şeylerin olacağını, gelişeceğini bilmeliyiz.”
*Son olarak ne eklemek istersiniz?
Yirmi yılı aşkın bir süredir Kürtlerle çalışıyorum. Bu benim için çok önemli bir konu ve Kürtlerin tünelde biraz ışık görmesi benim için çok önemli. Baktığımızda geçmişe göre çok iyi durumdalar. Bazen etkisini görmek zaman alıyor ama bazı şeyler de çok acil örneğin Sayın Öcalan’ın davasında olduğu gibi. Baktığımda bu 20 yıl boyunca birçok olumlu şey oldu. Kürtler çok daha bilinçli. Mevcut durum hakkında 20 yıl öncesine göre çok daha bilinçliler ve bu son derece olumlu. Dolayısıyla çeşitliliğimizde ve çalışmalarımızda iyileşmeler olduğunu unutmamalıyız. Bu 20-30 yılda pek çok olumlu şey oldu ve bu bizim çalışmamızın arkasındaki enerji olmalı. Çok çalışarak bir şeylerin olacağını, gelişeceğini bilmeliyiz. Ancak şu anda Türkiye ile ilgili pek çok olumsuz gelişme, diyalog ve hükümetin siyasi tutumu var, ancak bu zorlukların bazılarının üstesinden geleceğimize inanmalı ve çalışmaya devam etmeliyiz, zaten yapılmış olan iyi işleri yapmaya devam etmeliyiz. Yeni olasılıklar aramaya devam edelim.