Ayşegül Doğan’dan iktidara: AKBK’nin Öcalan’a dair kararına uyun

  • 11:05 26 Eylül 2024
  • Siyaset
ANKARA - MYK gündemlerine dair açıklamalarda bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan,  Türkiye’nin AKBK’nin  “Tecritten vazgeçilmelidir” kararına uygun adımlar atması gerektiğini söyledi. Ayşegül Doğan, 13 Ekim’de Amed’de yapılacak özgürlük mitingine katılım çağrısında bulundu. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının sonuçlarına ve güncel gelişmelere ilişkin basın toplantısı gerçekleştirdi. Toplantı gündeminde, yeni anayasa tartışmaları, iktidarın kadın ve çocuklara yönelik eril politikalar, Kürtçeye ve kurumlara dönük saldırılar ile halkın ekonomisine de dikkat çekildi. 
 
Amed’in Rezan İlçesine bağlı Çûli kırsal mahallesinde katledilen Narin Güran’ın MYK gündemlerinden biri olduğunu söyleyen Ayşegül, tüm ilişki ağları şeffaf biçimde ortaya çıkana kadar bu konunun takipçisi olacaklarını vurguladı. 
 
‘Hani Kürtçe sizindi’
 
Kürt dil kurumlarına yönelik baskı ve gözaltılara değinen Ayşegül, iktidarın ikiyüzlü bir yaklaşım sergilediğine dikkat çekti. Ayşegül, “Mezopotamya Kültür ve Dil Araştırmaları Derneği’ne ve Payiz Pirtûk Kitabevi’ne yönelik bazı saldırılar ve gözaltılar oldu. Kürt dil kursunda eğitmenlik yapıyorlar. Bu gözaltı ve tutuklamalardan önce İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya Diyarbakır’da şöyle dedi: ‘Feqiyê Teyran’ın Ey Dilberê’si de, Kürtçe de bizimdir.’ Ey Dilberê’yi referans göstererek konuştu, ardından Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler dün Şırnak’a gitti. Şırnak’ta Kürtçe bir şarkı eşliğinde karşılandı. Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Hani Kürtçe sizindi? Hani sizin iktidarınız döneminde Kürtçeye yönelik saldırıların önü alınmıştı ve Kürtçe herkesin konuşabildiği bir dil haline gelmişti? Bu soruların artık yanıtlanması gerekiyor. Çünkü toplum, yaptığınız açıklamalara güvenmiyor ve bunları hiçbir şekilde samimi bulmuyor” dedi.
 
8 ayda 261 kadın katledildi 
 
Bu yılın ilk 8 ayında 261 kadının katledildiğini, 164 kadının ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiğini ifade eden Ayşegül, iktidara, “Daha çok kadın ölmeden daha çok çocuk ölmeden ve istismara uğramadan yapılması gerekenleri yapınız” çağrısında bulundu.  Ayşegül, “Yargı cezasızlığa varan aflardan, ceza indirimlerinden ne zaman vazgeçecek diye bir kez daha soruyoruz. Mesela devlete karşı işlendiği iddia edilen suçlarda son derece katı bir yargı sistemi çıkıyor karşımıza. Ama diğer suçlarda son derece affedici bir yargı sistemi ve adalet mekanizması. İstanbul Ümraniye’de görevi başında öldürülen polis memuru Şeyda Yılmaz işte bu çarpık adalet sisteminin yeni bir kurbanı oldu. Zanlının 26 ayrı suçtan kaydı var. Bu bilgiyle ortaya ne çıktı? Toplumsal bir infial. Bu toplumsal infial kolluk ekibiyle gerçekleştirilen bir linç ve işkenceyle susturulmaya çalışıldı. Bu da, İçişleri Bakanlığı tarafından desteklendi. Adeta açık bir biçimde kime yapılırsa yapılsın işkence bir suçtur” sözlerini kullandı.  
 
İstismar suçlarında 8 yılda 2 kart artış 
 
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ciddiye alınmadığı sürece kadın kazanımlarına dönük saldırıların aynı şekilde süreceğini vurgulayan Ayşegül, bir kadın bakanlığının kurulması üzerinde durdu. Ayşegül, “Keza çocuğa dönük cinsel istismar suçları 8 yılda 2 kat artmış. Yine suça sürüklenen çocukların sayısında da artış var. Bir yandan derin bir yoksulluk var. Bu yoksulluk nedeniyle eğitimlerinden mahrum kalan işçileştirilen çocuklar var, MESEM kapsamında hayatını kaybeden çocuklar var. Sadece son bir yılda 66 çocuk çalışırken hayatını kaybetmiş. Bir yılda 66 çocuk. Bir çocuk bakanlığı bir an önce kurulmalı” diye belirtti. 
 
Toplumsal mutabakata dikkat çekti
 
Yeni anayasa tartışmalarından söz eden Ayşegül şöyle devam etti: “Hukuk devleti olduğunu iddia eden, ancak hiçbir yasayı uygulamayan; Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını yok sayan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını hayata geçirmeyen bir iktidardan bahsediyoruz. Son zamanlarda Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, AKP sözcüleri ve diğer siyasi partilerin temsilcileri bazı açıklamalar yapıyorlar. Bu durumda partimizin nasıl bir tutum alacağı merak ediliyor. Oysa DEM Parti, bu konuda en ilkeli ve en tutarlı yaklaşıma sahiptir. Çünkü DEM Parti, onlarca yıldır Türkiye’de yeni, özgürlükçü ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç olduğunu savunan ve bunun için mücadele eden bir partidir. Mücadelemizin varlık gerekçesi, eski sistemden tamamen kopmuş, yepyeni bir anayasa ve toplumsal mutabakatı işaret etmektedir.
 
Yeni anayasa çalışmalarına değindi 
 
Dünden bugüne tutum ve tavrımızda, ilkelerimizde, anayasa ile ilgili ortaya koymayı düşündüğümüz değerlerde, içerik ve yaklaşıma dair sunduğumuz öneri ve planlarda bir tutarlılık vardır. Ne yapacağımız ve nasıl bir yol izleyeceğimize dair merak edenler lütfen programımıza baksın. Meclis Anayasa Komisyonu’nun yanı sıra, partimiz bünyesinde bu komisyonla eşgüdümlü çalışacak bir Anayasa Koordinasyon Birimi bulunmaktadır ve bu birim kendi içinde çalışmalarını yürütmektedir. Yeni anayasa, DEM Parti için bir toplumsal sözleşmeyi ifade eder. Çünkü bir anayasanın demokratik bir şekilde kabul edilmesi, bu toplumsal sözleşmenin varlığına bağlıdır. Bu nedenle anayasanın yapım süreci, yani usulü, en az içeriği kadar önemlidir. Toplumla tartışmadan ve toplumun farklı dinamiklerini, farklı katmanlarını bu sürece dahil etmeden anayasa yapmanın zorluklarını bilen ve tecrübe eden bir parti olarak, bunları hatırlatıyoruz. Toplumla tartışmak için ise demokratik bir ortama ihtiyacımız var.
 
ABK’nin kararına uygun adımlar atılmalı
 
AK Bakanlar Komitesi, Türkiye ile ilgili yeni kararlar için 17-19 Eylül tarihlerinde toplandı ve periyodik incelemeler yaptı. Hak ihlali açısından baktığımızda, sağlık hakkı ihlali de buna dahil olmak üzere Sayın Öcalan’ın durumunu da değerlendirdi. Türkiye'ye bazı tavsiyelerde bulundu ve ‘umut hakkının gereği yerine getirilmeli’ dedi. Bu kararda, AİHM'in 2014 tarihli ‘Öcalan 2’ kararı olarak bilinen, AİHS'nin 3. maddesine aykırılığını vurguluyor ve bunu teyit ediyor. Yani, hiç kimse işkenceye, insanlık dışı yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulamaz diyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, bizim yıllardır söylediğimizi bir kez daha Türkiye'ye hatırlatıyor. Şöyle diyor: ‘Tecrit politikası, tecridi adeta bir yönetim biçimine dönüştürmek, bir işkence yöntemidir ve bundan vazgeçilmelidir.’ Türkiye'den, konseye üye bir ülke olarak beklentimiz, bu karara uygun adımlar atmasıdır. Bugüne kadar Bakanlar Komitesi'nin bu içerikte ve nitelikte yaptığı uyarıları dikkate alması gerekiyor. Türkiye’nin yıllardır komiteye yaptığı itirazlar bulunmaktadır. 
 
4 binin üzerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan var 
 
Komite, bu açıklamasıyla aslında iddiaların doğru olmadığını iletmiş oluyor. Bu bağlamda, toplumun hem kandırıldığından hem de oyalandığından bahsetmiş oluyor. İşkencenin mutlak bir yasak olduğunu belirtiyor, ancak bunu uygulamanın işkenceyi açıkça savunmak anlamına geldiğini, hukuka ve demokrasiye uygun politikalar sergilenmediğini de ifade ediyor.
İmralı’daki tecrit sistemi neden önemli? Neden bir yönetim biçimine dönüştü? Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası nedeniyle içeride tutulan kaç kişi var? Bu rakam binlerle ifade ediliyor. Adalet Bakanlığı, bu konuda sorulan soruları yanıtlamıyor, gerçek verileri vermiyor. Ancak 4 binin üzerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan insanın içeride olduğu biliniyor. Herkes biliyor ki bu insanlar, ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırılarak içeride tutuluyor. Ömür boyu hapis cezası artık kaldırılmalıdır. Hiçbir zaman uygulanmamalıydı. Bunun uygulanmasının nedeni nedir? Savaş siyasetinde ısrardır. Çünkü bu, Sayın Öcalan’a yönelik bir tecrit sistemi ve yönetim biçimini hayata geçirmek için bulunmuş bir kılıftır, ne yazık ki. Yani hukuk ve yargı araçsallaştırıldı ve bu politika yıllardır sürdürülüyor. Yıllardır sürdürülen bu politika Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmıyor, aksine kaybettiriyor. Toplum, farklı katmanlarıyla bunun mağduru oluyor. Bu katmerli işkence siyasetine artık son vermek gerekiyor. Bu siyaseti görmek ve buna tepki göstermek gerekiyor. 26 yıl oldu. 15 Şubat 1999’dan bu yana 26 yıllık bir tutsaklıktan bahsediyoruz. 
 
Sayın Öcalan’ın barış gücü 
 
Farklı bir yol var, farklı bir tercih mümkün. Bu intikamcı politikaları hiçbir devlet uygulayamaz, böyle bir hakkı yok. Hukuk, bir intikam aracına dönüştürülemez, ancak Türkiye’de onlarca yıldır hukuk bir intikam aracına dönüştürülüyor; yargının tüm kurumları bu intikam aracının bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor. İşte Türkiye böyle bir çürümeyle karşı karşıya.
 
Peki, asıl yapılması gereken ve hükümetin uygulamadığı temel ihtiyaç nedir? Öcalan’ın taşıdığı barış gücü, Türkiye’nin ihtiyacı olan şeydir. Eğer iktidar bu konuda gerekli yükümlülükleri ve sorumlulukları yerine getirmiyorsa, bunu ona hatırlatmak ve yaptırmak muhalefet partilerinin de görevidir. Örneğin, ana muhalefet partisi Türkiye’deki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve bu cezadan mağdur olanlarla ilgili ne düşünüyor? Bir çözüm önerisi var mı? Meclis’te böyle bir komisyon kurulması önerisine ne der? Bu meselelerin yalnızca ilgili bakanlıklara havale edilmesi yetmiyor, çünkü bu bakanlıklar görevlerini yerine getirmiyorlar. Dolayısıyla bu sorumluluğa çağırmak, mecliste bulunan ya da bulunmayan muhalefet partilerinin, özellikle ana muhalefet partisi başta olmak üzere ve diğer toplumsal kesimlerin yurttaşlık görevi ve sorumluluğudur.
 
Özel savaş politikaları da masaya yatırıldı 
 
Önemli konulardan biri de özel savaş politikalarıdır. Tecrit ve yönetim biçimi olarak hayata geçirilen bu uygulamadan bağımsız değildir. Eğer siz bir yerde çözümsüzlük politikasında ısrar ederseniz, başka bir yerde de onlarca yıldır süren ve uzayan bir savaşın yarattığı sonuçlarla mücadele etmek zorunda kalırsınız. Bu konuda duyarlılık talep ediyoruz.
 
Özel savaş politikaları derken, mesela burada oturan gazetecilerin aklına belki de geçtiğimiz günlerde evine baskın yapılan, dijital materyallerine el konulmak istenen Türkiye’deki tek kadın ajansı olan JINNEWS muhabiri Rabia Önver gelecektir ya da gelmelidir. Kendisi, çok sarsıcı bir haber dosyasının ardından Hakkari’de bir uyuşturucu ve fuhuş çetesiyle ilgili iki haber dosyası hazırladı. Bu haber dosyasının ardından, bu iddiaları incelemek yerine, İçişleri Bakanı bizi yine yanıltmadı ve önce bu haberi yapan gazeteciye yöneldi. Bu gazeteciyi susturarak olayın üstünün örtülebileceği sanıldı. Biz bu konuda mücadelede kesin kararlıyız ve yakın zamanda sizlerle daha kapsamlı bir yol haritası ve eylem planı açıklayacağız. Ancak, özel savaş politikalarının ve bunun hem Türkiye’de hem de Kürt coğrafyasında yarattığı etkilerin pek çok açıdan masamızda olduğunu da belirtmek isteriz.
 
 Özgürlük mitingine çağrı 
 
Tüm bunlara hayır demek için, DBP savaşa karşı siyasetin hayata geçmesi, barış siyasetinin yeniden güçlenmesi amacıyla 13 Ekim’de Diyarbakır’da bir miting düzenliyor. ‘Savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük, komploya karşı direniyoruz, özgürlük için Amed’de buluşuyoruz’ sloganıyla yapılacak bu miting çok önemli. Biz DEM Parti olarak her zaman bir mücadele ve müzakere partisi olduğumuzu ifade ediyoruz. Bu nedenle 13 Ekim’de Diyarbakır’da olacağız. Savaşa karşı barışın sesini yükseltmek, barışın siyasi ihtimalinin kapısını aralamak ve eşit, adil, kalıcı bir barışın kapısının açılmasını talep etmek için orada olacağız. Bunun, İmralı Ada Hapishanesi’nin kapılarının açılmasıyla mümkün olacağını bir kez daha ifade etmek için orada olacağız. Bu bir sorumluluk ve aynı zamanda bir zorunluluktur. Bunu yapması gereken yetkililer yapmıyorsa, bizim örgütlü gücümüz ve bir araya gelişimiz, bunu yapmayanlardan daha güçlüdür; bunu gösterebiliriz. Bu yüzden DEM Parti olarak Türkiye’de barışa karşı sorumluluk hisseden herkesi, DBP öncülüğünde yapılacak bu mitinge katılmaya davet ediyoruz. Bu konuda herkesin sorumluluk alması gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz."