Platform: Erkek distopyası, kadının olağanı

  • 09:09 8 Nisan 2020
  • Medya Kritik
Dilan Karaman
 
HABER MERKEZ İ - Koronavirüs salgınından kaynaklı yaşanan karantina günlerinde kapitalizmi sorgulayan, sorgulatan erkek distopyası bir film Platform.
 
Bütün dünya koronavirüsün pençesinde iken acımasız bir şekilde zararını daha da açık eden kapitalist sistemin evde kalmaya değer gördüğü ayrıcalıklı kesimden biri olarak parasını ödediğim bir araç vasıtasıyla bir kapitalizm eleştirisi izlemiş bulundum. Son zamanlarda adından çokça söz ettiren Netflix yapımı Platform, Türkiye’de en çok izlenen beşinci yapım olmuş. 
 
Tayvan yapımı gerilim filmi Netflix yapımı Platform’un yönetmeni Galder Gaztelu-Urrutia. İspanyol erkek yönetmenin filmi üzerine analizimizin devamında filme dair bilgiler olacak, izlemek isteyenlerin yazıyı sonrasında okumasını tavsiye ederim.  
 
Film, “Delik” diye adlandırılan bir mekandaki 333 katta toplamda 666 kişiye yollanmak üzere hazırlanan tek bir sofranın mutfağında başlıyor. Her tarafa emirler yağdıran bir şef, ondan öcü gibi korkan işçiler, belki de hiç yiyemeyecekleri yiyecekler ve göze fazlasıyla sokulan hayvan sömürüsü. Her tarafta domuz kafaları, çengelde etler, üzerinde hak iddia edilemeyecek yaşamlara saldırının zafer vitrinleri... Etin cinsel politikası demosu adeta.
 
Sonrasında erkek başkarakterimiz bu delik isimli yerde 48. katta gözlerini açıyor. Oda arkadaşından zamanla kat sayılarının yukarı doğru azaldığını, yukarıdaki ilk kattan aşağıya yemek dolu bir platformun geldiğini, en alt kata inene kadar platformda hiç yiyecek kalmadığını öğreniyor. Ayda bir yerleri değişen kat sakinlerinin yukarı ya da aşağı ineceğine dair belli bir sistem yok. Aşağı indikçe, yani sayılar büyüdükçe açlık dürtüsünün ittirmesiyle insanlıktan çıkmış, oda arkadaşını öldürüp yemek zorunda kalmış insanların varlığı görülüyor filmde zamanla.
 
Yanına “Don Kişot” kitabını alıyor
 
Her kişinin yanında bir obje getirme izni var, kahramanımız “Don Kişot” kitabını getirmiş. İleride de yel değirmenlerine karşı savaşacak. 
 
Üst kattakilerin çoğu alt katlarda zaman geçirmiş, bu yüzden üst kata çıktıklarında alt kattakilere merhamet etmiyorlar. Filmde iki kadın karakter ve bir çocuk öne çıkıyor. Filmin kaderini de özellikle bu karakterler belirliyor. 
 
Kadınlardan ilki platform üzerinde her katı gezerek çocuğunu arayan Miharu. Asyalı genç bir kadın olan Miharu elbette o açlık, ilkellik içinde insanlıktan çıkmış olanlara karşı öz savunmayı öğrenmiş; başkahramanımızla bir dostluk kurabilmesinin sebebi bir katta yaşadığı tecavüz tehdidine yalnızca kahramanımızın ses çıkarması. Miharu buna teşekkür olarak ileride kahramanımızın hayatını kurtarıyor. 
 
İkinci kadın karakter Imoguiri, meme kanseri hastası. Delik’in yönetiminde 25 yıl çalışmış, içinde çalıştığı kapitalist ve eril sistemi içeriden değil de kendi isteğiyle kurbanı olunca çözümleyebilen, sonucunda bir insanı kurtarmak için dahi olsa hayatını feda eden biri. Imoguiri, tehditkar olmayan düzgün bir üslubun, telkinin katlardaki insanlarda “spontane dayanışmayı” tetikleyeceğini düşünen bir romantik. Gerçekler yüzüne çarpınca yaşamanın bir anlamı da kalmıyor. Hücre arkadaşını alt katlarda doyurabilmek için kendisini asıyor. 
 
Bir ismi bile olmayan kız çocuğu
 
Son olarak film boyunca görülemeyen kız çocuğu en sonunda 333. katta ortaya çıkıyor. En altta, kapitalist sistemin en göremediği yerde ölüme terk edilmiş, varlığı inkar edilen, başına gelebileceklerden habersiz küçük bir kız çocuğu. Bir ismi bile olmayan kız çocuğu platformun en dibinden en yukarısına bir “mesaj” olarak yollanıyor. Çünkü platformun ilk katına bir mesaj ulaşırsa deliğin mekanizması çöker. Film burada son buluyor, platformun üzerinde uyurken yukarı yükselen küçük kız çocuğunun sisteme nasıl bir mesaj olacağını bilemiyoruz, hayal gücümüze bırakılıyor. 
 
Ancak delik gibi insanlık onuruna aykırı bir sistemi kuranların o küçük kız çocuğunu bir mesaj olarak görmeyi mi yoksa deliğe yeniden fırlatmayı mı tercih edeceklerini yaşamsal pratiklerimizden biliyoruz. Platformun en yukarısına yetişip kanser ilaçlarının ülkeye getirilmesi için destek isterken eline dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tarafından para sıkıştırılan Dilek Özçelik’ten biliyoruz. Son infaz “düzenlemesi” ile Berfin Özek’in yüzünü asitle yakan Ozan Çeltik’in serbest bırakılması gündemde. Yine bu infaz “düzenlemesi” ile sonsuza kadar delikte kalması gereken suçlular, tecavüz failleri dışarı çıkabilir ve dışarısı bazı kadınlar için her zamankinden daha fazla delik olabilir.
 
Film bir erkek distopyası
 
Film bir erkek distopyası. Kadınlar için distopik olan hiçbir şey yok. Kadınlar aynı tecavüz tehdidini hayatın olağan akışında da yaşıyor. Kadınlar bir erkeği yaşatmak için kurban edilmesi gerektiğine dair algıyla normal hayatta da baskılanıyor. Çocuklar olağan hayatta da devletin insafına bırakılıyor ve dindar olduğunu iddia eden insanlar tarafından çoğu zaman bir faşist politika olarak istismar ediliyor. Sonunu bilmeden, kadınları itham ettikleri romantiklikle küçücük bir kızı insanlık onuruna aykırı bir sistemin vicdanına terk etmek de ataerkil akıl ile mümkün olabilecek bir hareket. 
 
Ataerki, olağan hayatta erkeklerin canına okuyan her sistemi kendi elleriyle yarattı. Bu sistemin çözülebilirliğine dair teklifleri ise ayrıcalıklarından vazgeçmemek için canavarlaştıran yine ataerki idi. Oda arkadaşı tarafından katledilmek bir erkeğin distopyasının parçası olabilir. Ancak evli olduğu erkek tarafından öldürülürse platformun en tepesindekilerin umurunda bile olmayacağını, bir sayaçta bir sayıdan ileri gidemeyeceğini bilen bir kadın için distopik bir tarafı yok; aksine, hayatın ta kendisi. 
 
Don Kişot yel değirmenine karşı savaş açan bir romantikti. Platformun üst katlarında yaşayan biri olarak kadın mücadelesini görse, mücadelenin muhatabı daha elle tutulur, daha gerçek olmasına rağmen, arkasını dönüp yel değirmenine kılıç sallamaya devam ederdi. 
 
Kadınlar yoklukta kendi yaşam alanlarını yaratıyor
 
Film, iyi bir distopya filmi olmasına rağmen kadına daha korkunç senaryoları hayal bile edememiş kısaca, kadın en korkunç senaryoların hepsini tekrar tekrar, sistematik şekilde her ülkede, her şehirde, neredeyse her evde yaşıyor zaten. Özellikle karantinadan sonra kadınlar deliğe daha çok hapsolmuş, evlerde şiddet vakaları yükselmişken, film distopya olmaktan tamamen çıkıyor.
 
333. katta, açlıktan ve yokluktan kimsenin tutunamadığı yerde tutunan küçük bir kız çocuğu gibi, kadınlar yoklukta kendi yaşam alanlarını yaratıyor, üzerlerine 332 kat binmişken kavga veriyorlar. Yel değirmenlerine karşı değil, kapitalist ve eril sisteme karşı “spontane dayanışmayı” en aç, en yoksul, en yalnız oldukları noktada bile yükseltiyorlar. Deliğin mekanizmasını tokluk değil, açlığa rağmen insan olmayı unutmayan, ilkel dürtülerine yenilmeyen, insanlık onurunu unutmayan kadın dayanışması bozacak.