Beyaz kadın ve 'kurtulmayı' bekleyen 'üçüncü dünya kadınları'
- 09:05 6 Eylül 2020
- Medya Kritik
Hicran Urun
HABER MERKEZİ - Işıl Özgentürk'ün yazısında Kürt kadınlarına ve toplumuna yönelik kullandığı "ayrımcı" ve "ötekileştirici" ifadeler, 'kurtulmuş beyaz kadın' imgesinin Türkiye'de ne kadar yaygın ve kadın mücadelesini gerileten bir yerde durduğunu gösteriyor.
"O günlerde ırkçılık gerçeği ve ırk farkı ile yüzleşmeyi istemeyen beyaz kadınlar, ırkı işin içine soktuğumuz için bizleri hainlikle suçladılar... Amacımız, kız kardeşlik tasavvurunun değerini düşürmek değildi. Biz, samimi bir kız kardeşliği mümkün kılacak somut bir dayanışma politikasını yerleştirmeye çalışıyorduk..." bell hooks
Işıl Özgentürk’ün Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınladığı 'Porno çukurunda debeleniyoruz' başlıklı yazısı tam da yukarıda bell hooks'un sözünü ettiği 'ırkçılığı ile yüzleşmeyi istemeyen beyaz kadını' tarifliyor. Işıl Özgentürk'ün yazısında Kürt kadınlarına ve toplumuna yönelik kullandığı "ayrımcı" ve "ötekileştirici" ifadeler, bugün dünya kadın hareketleri tarafından da sıkça tartışılan 'kurtulmuş beyaz kadın' imgesinin Türkiye'de de ne kadar yaygın ve kadın mücadelesini gerileten bir yerde durduğunu gösteriyor.
Bu bağlamda Özgentürk'ün bilinçli olarak tercih ettiği ırkçılığı ile yüzleşmeme halini -ki yazısı ile ilgili yayınladığı özrü tam da buna işaret ediyor- 'kurtulmuş beyaz kadın' ve 'üçüncü dünya kadınları' kavramları üzerinden okumakta fayda var...
bell hooks, siyah kadınların, kitle medyasının dikkatini çekemediğinden ve medyanın bu konuda ayrımcı davrandığından söz eder. Bu durum Türkiye'de de çok farklı değildir. Ulus-devlet sürecinde kitle medyası tarafından 'modern kadın' imajını taşıyan Kemalist kadınlar ön plana çıkarılırken, 'geri kalmış, cahil' diye tanımladıkları Kürt kadınları, azınlıklar ve İslami kesim uzun süre dışlandı.
Onlara göre 'doğudaki geri kalmış, cahil kadın-toplum', 'kurtulmuş beyaz' kadının 'yardım eline muhtaçtı.' Batılı kadınlar, Doğudaki “kız kardeş”lerini içinde bulundukları sorunlardan kurtarmak için, kendileriyle aynı yolu izlemesi gerektiğini düşünerek modernleştirme ve “kurtarma” görevini üstlendi.
Cinsiyetçilikten ve ırkçılıktan feragat etmeden oluşan bu 'kurtarma' arzusu ile sınıfsal iktidar kazanmaya başlayan 'beyaz kadınlar', böylece kadınlar arasındaki ayrımcılığı da keskinleştirdi ve ulus-devlet zihniyetine hizmet etti.
ChandraTalpadeMohanty, “Üçüncü Dünya farkı” diye adlandırdığı olguda 'beyaz kadının feminizminin' nasıl bir iktidar ilişkisi içine girdiğinden söz eder: "Batı’daki feminist literatür ortalama Üçüncü Dünya kadınını, bağlamından kopardıktan sonra kadınsı cinsiyeti ve Üçüncü Dünyalı olma halini (cahil, fakir, eğitimsiz, geleneğe bağımlı, kurban) bir araya getirerek onu bir inceleme kategorisine dönüştürüyor. Bir kez böyle bir kategori üretildi mi, söz konusu kategorinin karşısında eğitimli, modern, kendi bedeni ve cinselliği üzerinde söz sahibi ve kararlarını vermekte özgür Batılı kadın kategorisi konumlanıyor."
Buna göre, üçüncü dünya kadınları -ki Işıl Özgentürk'e göre bu Kürt kadınları oluyor- cahil, eğitimsiz ve dinlerin mağduru olarak resmedilir ve bu durumda 'beyaz kadın' iktidar ile müttefik konuma düşerek ataerkil düzene eklemlenir.
Leyla Ahmed ise bunu 'sömürgeci feminizm' olarak adlandırır. Batı feminizminin temel problemine işaret eden Leyla Ahmed'e göre, Batı toplumlarında feminizm beyaz erkeğin egemen statüsüne meydan okuyan bir dili dolaşıma sokarken, söz konusu Batı dışı toplumlar olduğunda beyaz erkeğin sömürge çabasında ‘uysal bir hizmetliye’ dönüşür.
Türkiye'de bütün muhalefetini ve itirazını 'Türklük' üzerinden kuran ulus-devlet inşa sürecinin elitist kadrolarının geliştirdiği kadın hareketi de sadece beyaz, orta sınıf, meslek sahibi kadınları içerir. Sadece laiklik savunusunu merkeze almış Kemalist kadın hakları savunucuları ataerkil düzene eklemlenmekle kalmamış, tam da Leyla Ahmed'in sözünü ettiği beyaz erkeğin sömürge çabasında ‘uysal bir hizmetliye’ dönüşmüştür.
Oysa kadın mücadelesi ataerkil tahakküme itiraz ederken, 'beyaz kadınların', ırkçılıktan arındırılmamış 'kurtarma arzusuna' da eleştiriler getirir. Kadın mücadelesine inanların görevi, kaygılandıkları toplumdaki kadınların çalışmalarını desteklemektir, onlara yeni sorunlar yaratmak, sömürgeci ulus-devlet aklını yeniden üretmek değildir.
Bunu unutmadan mücadelemizi hep beraber verebildiğimiz sürece kadınların kazanması mümkün. Türk, Kürt, İslamcı ya da her ne olduğumuza bakmadan birbirimizi dinlemeyi ve tanımayı başarabilmeliyiz. Aksi halde kadınların sömürülmesinin ve üzerlerinde kurulan ataerkil tahakkümün uluslar üstü bir şey olduğunu unutmamalıyız. Gerçek ve samimi bir 'kız kardeşlik' köprüsü ancak böyle mümkün. Yine bell hooks'tan bir alıntıyla: “Kadınlar, diğer kadınlar üzerinde tahakküm kurmak amacıyla ırklarının ve sınıflarının gücünü kullandığı müddetçe, feminist kız kardeşlik hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemez.”
Not: Özgentürk'ün yazısının çokça eleştiriye muhtaç olduğunu düşünmekle birlikte yazı nedeniyle açılan soruşturmanın da bir o kadar eleştiriye muhtaç olduğu fikrindeyim. Zira zikredilmesi engellenen -baskı veya yargı yoluyla- her düşünce zihnimizin derin dehlizlerinde hep bir karanlık nokta olarak kalacaktır. Fakat bizler tartıştıkça tanışır, tanıştıkça zihnimizdeki o karanlık noktalardan kurtulabiliriz.