‘Kobanê Direnişi tüm halklara umut oldu’
- 09:04 28 Ekim 2021
- Güncel
Dilan Babat - Gökçe Akgöl
ANKARA - Rojava Devrimi’nin kadın devrimi olduğunu söyleyen Suruç Katliamı’ndan yaralı olarak kurtulan Fatma Edemen, Kobanê’de verilen direnişin tüm halklara umut olduğunu dile getirdi.
Bölgesel ve küresel güçlerin desteği ile Irak ve Suriye’de on binlerce insanı katleden DAİŞ, 2014 yılının sonbaharında Kobanê’de başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının büyük direnişi ile karşılaştı. DAİŞ’in ağır silahlarına karşı Kobanê’de topraklarını savunanların ortaya koyduğu direniş, Ortadoğu başta olmak üzere tüm halklara umut oldu. Verilen direniş ayrıca ‘Kobanê düştü düşecek’ söylemlerine de yanıt oldu. DAİŞ’in bölgedeki ilk yenilgisini aldığı kent olan Kobanê, Özgür, eşit ve ortak bir yaşamın sembolü olarak enternasyonal dayanışmanın ve direnişin de adı oldu. Rojava’dan yayılan umut ve direnişle 1 Kasım Dünya Kobanê İle Dayanışma Günü ilan edildi.
Umudun ve direnişin kentine birçok yerden başta gençler olmak üzere katılım gerçekleşti. Katılımın gerçekleştiği alanların biride Türkiye metropolleri. Sosyalist Gençlik Federasyonu (SGDF) üyesi yaklaşık 300 genç Kobanê’nin inşa sürecine katkıda bulunmak için gittikleri Suruç ilçesinde DAİŞ’in bombalı saldırısına uğramış ve 33 genç katledilmişti. Suruç Katliamı’ndan yaralı olarak kurtulan o dönem Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik bölümü öğrencisi olan Fatma Edemen ile gençliğin Kobanê Direnişi’ne yaklaşımını ve inşa sürecini konuştuk.
‘Katliam anına dek heyecanlı ve umut dolu bir süreçti’
Şuan Polonya’da yaşayan Fatma, 7 Haziran seçimleriyle “bir şeylerin değişebileceğine” dair umutlarının arttığına dikkat çekerek, o dönem Kobanê’nin yeniden inşa kampanyasını başlatma fikrini uzun süre tartıştıklarını dile getirdi. Fatma, “Katliam anına dek bizim için çok heyecanlı ve umut dolu bir süreçti. O süreçten 6-7 ay önce başlayan, hatta neredeyse bir yıl önce de akıllarda olan bir şeydi. Çünkü gençlik örgütleri yaz aylarında kamp yapar. Bu kamplar daha çok deniz kenarlarında hatta çok yoğun biçimde İzmir’de yapılırdı. Ama artık öyle bir süreçteydik ki hem öyle bir değişim ve güçlü bir süreçteyiz, aynı zamanda yanı başımızda öyle bir savaş yaşanıyor ki, bir şekilde DAİŞ’in öyle insanlık dışı katliamlarına tanık oluyorduk. SGDF, en azından ‘Biz bir yıl daha deniz kenarı kampı yapacak durumda değiliz, bizim bu yıl daha farklı bir şey yapmamız gerekiyor’ dedi. Tam da böyle bir yerden Kobanê’nin de zaten özgürleştirilmesi ile yeniden inşa tartışmaları devam ederken böyle bir şey planladık” şeklinde konuştu.
‘Rojava’yı kadın devrimi olarak görüyoruz’
Asıl amaçlarının gittikleri bir hafta içerisinde "Ne yapılırsa yapmak", "Türkiye cephesinden nasıl bir yardım toplanabilirse onları toplayıp götürmek" olduğunu kaydeden Fatma, bu kampanyanın örgütlenmesinde genç kadınların çok büyük bir rol oynadığını kaydetti. Özellikle örgütlenme ve kampanyanın yayılması esnasında Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren SGDF’li Polen, Ezgi, Büşra, Aydan’ın katkılarının çok büyük olduğuna dikkat çeken Fatma, sözlerine şöyle devam etti: “Yalnızca hayatını kaybetmiş arkadaşlarımız değil, orada yaralanan ve şu an hayatına devam eden ya da sonrasında da çok daha farklı süreçler yaşamış arkadaşlarımızın da en önde olduğu bir süreçti. Bunda da en büyük etkinin aynı zamanda Rojava’yı kadın devrimi olarak görüyor olmamız olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadın devrimi derken yalnızca kadınların DAİŞ’e karşı savaşmasından bahsetmiyoruz, kadınlar aynı zamanda başka bir toplumsal sistemi kuruyordu. Bu tabi ki Türkiye’de yaşayan, şehirli genç kadınlar için çok farklı ve umut verici bir süreçti. En son Suruç’a vardığımızda bizi toplu olarak geçirmeyeceklerini fark etmiştik, ama yine de bir heyetin karşı tarafa geçmesi ve geriye kalanların en azından Suruç’ta çadır kentlerde mültecilerle bir şeyler yapması bizim için heyecanlıydı.”
‘DAİŞ’e karşı mücadele etmek gerekiyordu’
Fatma, kadınların Rojava devrimine katılımının oldukça önemli olduğuna ve savaşta en fazla etkilenecek olanların kadınlar ve çocuklar olduğuna dikkat çekerek, “ Özellikle 2014’te Şengal’de olanlardan sonra, Êzidî kadınlarının yalnızca öldürülmesi, katledilmesi değil köleleştirilmesi gibi bir süreci gördükten sonra DAİŞ’e karşı birlikte mücadele etmek gerekiyordu. O dönem, bu sadece Rojava’nın, Suriye halklarının meselesi değil demiştik. DAİŞ orada durdurulmadığı zaman bugün belki bunu önemsemeyen Türkiye’nin batısındaki insanları da etkileyecek. Suruç ve Ankara ile başlayan süreç sonrasında 2017 Reina Katliamına dek uzanan, DAİŞ’in Türkiye’ye girdiği, çeşitli saldırılar yaptığı ve çok fazla insanımızı kaybettiğimiz bir dönemi de yaşadık. İnsanların gayet demokratik hakkı olarak sokağa çıkmak ve bu talebi kendi vatandaşları oldukları ülkeden talep etmek kriminalize edilse de bundan daha demokratik bir hak daha mevcut değil. Rojava’nın başarısı demek diğer bölgelerdeki Kürtlerin de cesaretlenmesi, güçlenmesi demek, çok başkaca haklarını çok güçlü bir biçimde talep etmeye başlaması demek. Devlet de bunun korkusundan kaynaklı saldırı gerçekleştirdi” sözlerini kullandı.