Çeyrek asırlık direniş ve evrenselleşen düşünce (1)

  • 09:01 14 Aralık 2023
  • Dosya
 
Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru
 
HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan, Türkiye’ye getirildiği tarihten bu yana on binlerce sayfalık değerlendirme yaptı. Bunlardan ilki olan “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” kitabı, komployu buna karşı duruşu ve Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin giderek evrenselleşmesi gerçekliğini de ortaya koyuyor. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirildi. O tarihten bu yana İmralı Adası’nda ağır tecrit koşullarında tutulurken 33 aydan bu yana hiçbir haber alınamıyor. Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için Kürt halkı ve dostları eylem ve etkinlikler gerçekleştirirken, tutsaklığının 25’inci yılında “Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası başlatıldı. 10 Ekim’de Fransa’nın Strasburg kentinde startı verilen kampanya başta Kurdistan ve Türkiye olmak üzere dünyanın her tarafında katılımlarla sürüyor. 
 
Kürt halkı ve dostlarının mücadelesi sürerken, Abdullah Öcalan da tutulduğu İmralı Adası’nda direnişini sürdürüyor. Burada on binlerce sayfalık savunma, değerlendirme yaptı. Bu eserlerin tümü kitaplaştırıldı. Bu eserler, çağı, süreci, dünyayı, uygarlığı, toplumu, kadını ele almada yeni bir bakış açısı oluştururken, etkisi sadece Kürt halkı üzerinde değil dünya halklarına önemli bir kaynak ve perspektif oluşturdu. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da kaleme aldığı kitapların her biri içerik olarak önemli bir yerde dururken bunların her birinin içeriğini, ele aldığı konuları, hangi ihtiyaçtan kaynaklı ele alındığını görmek, kapitalist modernitenin başta kadınlar olmak üzere tüm halklara, topluma dayattığı yıkımın aşılmasında da önemli bir yerde ve güncelliğini koruyor. 
 
Abdullah Öcalan, İmralı’da kaleme aldığı kitapların başında, 1999 yılındaki yargılama sürecindeki değerlendirmelerini konu alan ve 2 ciltten oluşan “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” adıyla yayınlanan savunması geliyor.
 
Kürt özgürlük hareketine, siyasetine yeni bir bakış, yorum, tarih-toplum değerlendirmesi, stratejik değişimin temelini oluşturması açısından oldukça önemli bir perspektif ve kaynak olarak değerlendiriliyor. Abdullah Öcalan’ın yaptığı değerlendirmeler 9 Ekim 1998 tarihinde başlayan ve 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye’ye getirilmesi ile sonuçlanan uluslararası komplonun amacı, nasıl bir karşı duruş olması gerektiğine ilişkin de oldukça önemli ve tarihi bir noktada ele alınıyor. 
 
Birinci cilt
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” kitabını 2 cilt, 9 bölüm ve bu bölümleri açımlayan birçok alt başlıklar şeklinde ele aldı. Kitaptaki ilk cildin bölümleri şu şekilde ele alınmış ve açımlanmış. Birinci bölümde ‘Köleci toplum ve uygarlıksal gelişim’, İkinci bölümde ‘Feodal uygarlık çağı’, üçüncü bölümde ‘Kapitalist uygarlık çağı’, dördüncü bölümde ‘yeni uygarlıksal gelişmenin ideolojik kimliği mekan ve zaman koşulları’, beşinci bölümde de ‘Orta Doğu geleneği yeni uygarlık sentezi’ kapsamlı değerlendirmelerle ele alınıyor. 
 
İkinci cilt
 
Kitabın ikinci cildinde yer alan bölümler de birinci cildin devamı niteliğinde ve şu başlıklar altında değerlendirmeye alınıyor: Giriş bölümü olan altıncı bölümde ‘Orta Doğu’da Kürt olgusu sorunu ve olası çözüm yolları’, yedinci bölümde ‘Komplo çemberindeki bir halkın özgürlük savaşçısı olmak’,  sekizinci bölümde ‘Avrupa hukuku Kürt sorununda bir çözüm olanağı  doğurabilir mi’,  dokuzuncu bölümde ‘Apo kimliği klandan halk olmaya doğru’ başlıkları alt başlıklarla birlikte ele alınıyor. 
 
Linç ortamına karşı durmak
 
Yüzlerce sayfadan oluşan 2 ciltlik kitapta Abdullah Öcalan, yaklaşımının anlaşılması için önemli noktalara vurgu yapıyor. Uluslararası komplo ve Türkiye’ye getirilmesi ile oluşan milliyetçi-şoven-linç ortamının önüne geçmenin Kürt sorununa çözüm yolu açmanın önemine dikkat çekiyor. 
 
Savunmasının ön sözünde, “İmralı’daki yargılanmada; dönemin koşulları, komplo temelinde geliştirilen tutuklanmanın doğuracağı şiddetin önüne ivedilikle geçmek, komplocuların ve dayanaklarının temel beklentilerine fırsat vermemek, ayrıca doğru olanı yapmak; çok sınırlı da olsa onurlu bir barış ortamına gidişte katkı sunabilecek çabalara büyük ihtiyaç gösteriyordu” diyen Abdullah Öcalan, şunları belirtiyor: “Buna en pratik yaklaşım, geliştirilen savunmaların barış ve demokratik birlik çözümü temelinde olmasıydı. Bu koşullarda ortama siyasi linç havasının egemen kılındığı asla unutulamaz. Öyle sanıyorum ki, Türkiye’nin sağduyulu ve yetkili çevreleri de, o koşullar altında komplonun gelişim mantığını kavramaktan uzaktı veya gelişmelerin bu yönlü akışına hazırlıklı değillerdi. Sağlıklı karar ortamı her düzeyde yoktu veya çok sınırlıydı. Komplo esasta histeri düzeyine varan şovenizme havadan bir paket sunarak, 20. yüzyılda, arenada aslanlara yedirme biçiminde bir Roma oyununu hazırlamıştı. Burada aslında PKK’nin tüm amaçlarını da aşan ve hatta bu amaçlara zıt olan, içinden çıkılmaz bir kör şiddetin derinliğine sahnelenişi söz konusuydu. Ne acı ve ne yazıktır ki, bütün karşıt konumda bulunanlar birbirlerine karşı en intiharvari saldırılar ve direnmeleri en meşru hakları olarak belleme ve buna inanma konumuna gelmiş veya getirilmişlerdi. İşin daha kötü olan yanı ise, tarafların bu oyunu kavramanın çok ötesinde bırakılmış olmalarıydı. Asrın en büyük ihanetlerinden biri, kendisini halen dost ve özgürlük yanlısı gibi gösterirken, en mazlum ve kahramanlığa layık tavrın sahipleri acımasızca yok edilecekler ve unutturulacaklardı. Meydan pusuda bekleyen ve sayısız defa böyle ortamlardan çıkan her tür hain ve işbirlikçiye bırakılacaktı.
 
Her şey ölümüme göre ayarlanmıştı
 
Aslında her şey benim ölümüme göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilme hedefti. Çok düşünmeme rağmen, bunun dışında başka bir hedefin var olduğunu sanmıyorum. Komplo o kadar derin ve bilinmezlerle doluydu ki, bunu yırtmak gerçekten mucize değerinde çok ileri bir insanlık çıkışını gerektiriyordu. Tüm dünyanın karşı taraf durumuna düşürüldüğü, en yakın dost ve yoldaşların bile hakim inanç ve moral değerlerine göre ‘şerefli bir ölüm’ den başka bir şey beklemedikleri bir acımasızlık kaderine göre düzenlenmişti. Asrın mantığı buydu. Dostun da, düşmanın da mantığı buydu. Duygu ve inançların donduğu nokta da burasıydı. Her şey korkunç bir yalnızlığa mahkum ediyordu. Bir savaş kuralına göre ‘kurşuna dizilmek’ çok uzak bir ceza demeyeceğim, bir hak olarak görülmesine rağmen, bu hak bana tanınmıyordu. Uygarlık başka türlü intikam almak istiyordu. 
 
Hiçbir zaman kahramanlığa oynamadım
 
Ben hiçbir zaman kahramanlığa oynamadım. Öyle sanıldığı tür bir cesaretin sahibi de olmadım. Olduğum gibi tanınma isteğime rağmen, en yakın arkadaşlarımda bile buna tanık olmadığımı iyi biliyordum. Ama bir yanım vardı ki, ona ihanet etmeyecektim: Hayallerine ihanet etmeyen çocuk olmayı sürdürecektim. Uygarlığın tanrılarını tanımayacak, kurumlarında erimeyecek, karılarının aile erkeği olmayacaktım. Kişiliğimin diyalektiği böyle bir gelişmeyi başarmıştı. Mesele Türkiye’nin bir basit iç çelişkisi olmaktan çoktan çıkmıştı. Konumum neredeyse beni çağdaş bir Prometheusçuluğa mahkum ediyordu. İmralı kayalığına çivilenmem, efsanedeki Prometheus’un Kafkasya dağlarındaki çivilenmesinden farkı olmadığı gibi, ne acı ve hazin bir benzerliktir ki, bu da aynı Athena tanrısı Zeus’un torunlarınca gerçekleştirilmişti.”
 
‘Ne sıradan bir eleştiri-özeleştiri ne af…’
 
İmralı’daki duruşunun daha net bir şekilde anlaşılması için Abdullah Öcalan, yaklaşımının sıradan bir yaklaşım olmadığının altını çiziyor. Abdullah Öcalan, şu ifadeleri kullanıyor: “İmralı duruşumu anlamak isteyenlere bu çok kısa tanımı yaparken, gelişecek olan ne sıradan bir eleştiri ve özeleştiri, ne af, ne de şu veya bu tür yaşam beklentisidir. Bu yönlü gelişmeler, yaşadığımın erdemi ve anlamı olamazlar. Durum daha farklı ve bir orijinaliteyi ve özgünlüğü kavramayı gerektiriyor. Tereddütsüz, çok sınırlı da olsa bir barış ve kardeşlik tavrının en derinden bir öz niteliği olduğundan kuşku duymadığım için; ikinci sırada yer alan, alması gereken siyasi tavır meselesine öncelik vermeyecek veya uygarlığın sağı ve soluna göre tutarlı beklentilerine fazla cevap olmayacak, kendimi alet etmeyecektim. Yüceliği burada arayacak, çağdaş uygarlığın lanetine yenik düşmeyecektim. Eğer onurlu bir barış ve özgürlükten geçen bir kardeşçe yaşam ortaklığına yer verecekse, her siyasi yaklaşıma değer verecektim. Ayrı ayrı siyasi adacıkların değerine fazla inanmadığım gibi, bunların hayalciliği kadar, yoksunluk ve yoksulluk değerlerine daha açık olduklarını bilerek, her düzeyde özgür ifadeye dayalı ‘üniterliği’, birlikleri tercih edecektim. Her zaman olduğu gibi, zoraki birlik kadar zoraki ayrılıkçılığa da düşmeyecek ölçüde anlamlı duruşumu sürdürecektim. İmralı savunmalarımın özü budur.”
 
Yarın: Dicle Fırat Havzasında Tarih Kutsallık ve Lanetin Simgesi Urfa!