İmralı tecridinin yansımaları: Tutsaklara yönelik ihlaller artıyor

  • 09:02 29 Nisan 2024
  • Güncel
 
Elfazi Toral
 
İSTANBUL - Cezaevlerinde tecrit altında tutulan ve hak ihlallerine maruz kalan tutsaklara dair konuşan İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu üyesi Hatice Onaran, tecridin başlangıç noktasının İmralı olduğuna dikkat çekerek, “Cezaevi anlayışı düşman bakış açısıdır” dedi.
 
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan ve 38 aydır kendisinden hiçbir haber alınamayan PKK Lideri Abdullah Öcalan ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında. İmralı’da başlayan tecrit sistemi Türkiye ve Kurdistan’daki cezaevlerine sirayet ederken, tutsaklara yönelik hak ihlalleri de artıyor. Tecrit politikaları her geçen gün daha da derinleşirken, tutsakların infazları “keyfi” gerekçelerle yakılıyor, disiplin ve hücre cezaları veriliyor. Aynı zamanda “pişmanlık” dayatılıyor. Son yıllarda çok sayıda tutsağın infazı yakılırken, hasta tutsaklar da yaşamını yitirmek üzereyken tahliye ediliyor. Bu anlamda cezaevlerinde bulunan tutsaklar tecrit politikalarını protesto ederek, PKK Lideri’nin fiziki özgürlüğünün sağlanabilmesi için 27 Kasım 2023 tarihinde cezaevlerinde dönüşümlü açlık grevine başladı. Açlık grevi eylemine son veren tutsaklar, eyleme 4 Nisan’da yeni bir aşamaya taşıyarak, "mahkeme, aile ziyareti ve telefon görüşü boykotlarıyla" devam edeceklerini açıkladı. Tutsakların yeni aşamadaki eylemleri devam ederken, ihlaller son bulmuş değil.
 
İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu üyesi Hatice Onaran, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dair değerlendirmelerde bulundu.
 
Tecrit vurgusu!
 
Türkiye ve Kurdistan’daki cezaevlerinde bulunan siyasi tutsakların 1990’lı yıllardan bu yana her türlü ihlale maruz kaldığını söyleyen Hatice, cezaevi koşullarının günden güne giderek ağırlaştığını vurguladı. Cezaevi ihlallerinin başında tecrit politikalarının geldiğine dikkat çeken Hatice, “Başta tüm hak ihlallerinin temelini oluşturan tecrittir. Tecrit özellikle izolasyon, yalnızlaştırma noktasında ciddi bir sorundur. Tüm bilim insanları ve sağlıkçılar başta olmak üzere doktorlarımız, avukatlarımız, aileler ve mahpusların kendileri de yıllara dayanan deneyim ve tecrübeler sonrası özellikle tecridin insan sağlığında ve insan yaşamında ne kadar geriye dönülmez yaralar açtığını görebiliyoruz. Tecrit özellikle 2000'li yılların ikinci yarısından sonra tamamen tüm diğer insanlardan olduğu gibi her şeyden mahrum bırakmaya devam ederken, diğer yandan katmerli bir şekilde her geçen gün olumsuz uygulamaların arttığını görmekteyiz. İnsan sağlığı üzerindeki etkisi de ayrı bir konu” şeklinde konuştu.
 
Tecridin başlangıç noktası: İmralı 
 
 
Hatice, tecrit politikalarının başlama noktasının ise İmralı olduğunu kaydederek, “1999’da tutuklanan Abdullah Öcalan’ın durumunu da elbette ki dile getirmek gerekir” ifadesini kullandı. PKK Lideri’nin mutlak iletişimsizlik halinde olduğuna işaret eden Hatice, “Bir mahpusun avukat görüşü, aile görüşünün olmaması tamamen iletişimden mahrum bırakılması aslında insan hayatını basite almaktır. Tecrit insan hayatını aynı zamanda ne kadar tehlikeye koyduğunu da görmemize sanırım yardımcı olacaktır. Onursuz davranış dediğimiz noktada baskı var, şiddet var, onur kırıcı bir davranış yoğun bir şekilde aldığımız şikayetler arasında. Bütün bunların keyfi olarak uygulandığını biliyoruz” sözlerine yer verdi.
 
Hem tutsak yakınları hem de tutsaklar hak ihlalleri ile karşı karşıya 
 
Cezaevlerinde tutsaklar, dışarıda ise tutsak yakınlarının maruz kaldığı hak ihlallerine değinen Hatice, tutsakların ve yakınlarının şimdiye kadar hiçbir talebinin karşılanmadığını paylaştı. Hatice, “Tutsakların ‘kilometrelerce uzaktayız, ailemiz burada, biz de buraya yakın bir hapishaneye gitmek istiyoruz’ talepleri olmasına rağmen kesinlikle bu talep karşılanmıyor. Ancak yine cezaevi idaresinin ya da Adalet Bakanlığı’nın inisiyatifleri noktasında her an bir gece vakti çok gerekli olan ihtiyaçları, ilaçları da dahil olmak üzere verilmeden apar topar ve kilometrelerce uzaklıkta farklı cezaevlerine gönderilebiliyorlar. Özellikle mektuplar Covid sürecinde bayağı bir duraksamıştı, ancak şu anki süreçte de kesinlikle hak ihlalleri içeren mektupların hiçbir kurum ve kuruluşa gönderilmediğini veya gönderilenlerin mektubun içeriğinde bazı kısımların üzeri çizilerek gönderildiğini biliyoruz”  sözleriyle tutsakların iletişim ve mektup gibi haklardan da yararlanamadıklarını sözlerine ekledi. 
 
Hasta tutsaklar tedaviye erişemiyor
 
Çok sayıda 30 yıllık tutsağın cezası bitmesine rağmen tahliye edilmediğini belirten Hatice, tutsakların en temel haklarından biri olan "umut hakkı"nın yok sayıldığını vurguladı. Hatice, “İnsan haklarından biri olan umut ve ona bağlı yaşam hakkı, gözaltına alınmayla birlikte kişinin elinden alınıyor. Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına bağlı olarak uygulanan farklı infaz sistemi, insanlık dışı koşullar altında aile görüşleri ve havalandırma haklarını da kapsayacak şekilde çok daha olumsuz şartlar altında gerçekleşiyor' dedi. Ayrıca, hasta tutsakların sağlık durumlarına değinen Hatice, “Adli Tıp Kurumu'nun (ATK) doktorları, mevcut raporları kabul etmeli ve oluşturdukları raporların, önceki muayenelerden gelen raporlar gibi, tutsakların sağlık durumlarını dikkate alan raporlar olması gerektiğini söylüyor. Bazen hapishanede kalması mümkün olmayan raporlar verilse bile, savcılığın topluma aykırı bir anlayışla son kararı verdiğini ve tutsakların tedavi süreçlerinde insanlık dışı uygulamalara maruz kaldıklarını belirtti” şeklinde konuştu.
 
Cezaevi anlayışı düşman bakış açısıdır’
 
Tutsakların fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını ve bu tutumun ise insan haklarına aykırı olduğunu aktaran Hatice, “Cezaevi anlayışı tamamen düşman bakış açısıdır. Ne kadar görmezden gelirsek gelelim, kendinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi konuşmayan, kendisi gibi davranmayan ve kendisi gibi yaşamayan her kim olursa olsun onu kendine düşman gibi görüyor. Düşman gibi görmesi, her kim olursa olsun hak ve hürriyetler noktasında her ne ceza verilirse verilsin, her türlü hakkının yerine getirilmesi gerekir. Mevcut yaşam böyledir, bu son süreçle ilgili de yola çıkarak komisyon olarak da endişemizi dile getiriyoruz” sözlerini kullandı.
 
‘Temel sorun İmralı’da başladı’
 
Tutsakların 27 Kasım 2023’te başlatmış olduğu açlık grevi eylemini Nisan ayından itibaren boykota dönüştürmelerini hatırlatan Hatice, tutsakların cezaevlerinde kendi yaşadıkları alanda tecrit politikalarını kabul etmedikleri için eyleme başladıklarını dile getirdi. Hatice, “Hapishanede tecride dayalı olan uygulamaların getirdiği baskı, yaşanan tüm ihlallerin temelidir. Bu durumun temel noktası ise İmralı’dır. İmralı’daki aylar ve hatta yıllardır devam eden iletişimsizliktir. Bundan kaynaklı da tutsakların talebi aslında dışarıda çok dikkate alınmadı. İçerdekiler yapmaları gerekeni yapıyorlar yani şimdi bir defa özgürlüğünden mahkum edilmiş dört duvar arası dediğimiz her türlü yaşamını kısıtlandığı o dört duvar yetmiyor artık demir parmaklıklar falan da değil en temel hakları bile yok. Bu durum artık insanlıktan çıkmaya varan yoğun bir tecrit noktasında” diye vurguladı.
 
‘Gözümüz kulağımız tutsakların taleplerinde olmalı’
 
Cezaevlerinde bulunan tutsakların maruz kaldığı ihlalleri, hiç kimsenin kabul etmemesi gerektiğini ifade eden Hatice, konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: “Bu eylemi her ne kadar benimse desek de insan olarak bunu onaylamasak da taleplerinin karşılanması noktasında her zaman onların olmak durumundayız. Talepleri neyse o noktada ilgili ve yetkili kurumların bir an evvel hayata geçmesi gerekiyor. Her anlamda duyarlı olmamız gerekiyor. Cezaevlerinde neler oluyor, hangi koşullarda oldukları boykot eylemleri ile birlikte tamamen iletişimsizlik hali aldı. Bu noktada da kaygılıyım açıkçası. En başta ailelerin çok daha fazla duyarlı olmaları gerekiyor. Herkesin, gözü kulağı tutsaklarda olmalı. Mahpusların taleplerine kulak vermeliyiz.”
 

Etiketler:

Okumadan geçme!