Savaşa karşı direnişle geçen bir ömür: Kadriye Ozgan

  • 09:04 2 Kasım 2021
  • Portre
 
Sevim Sütcü
 
ANKARA - Devlet şiddetine, savaşa karşı ömrünü barışa adayan Kadriye Ozgan, “Bize sürgünü dayattıkları gibi ölümü dayatsalardı biz ölümü de tercih ederdik, ama yine de ihanet etmezdik” derken, DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaşta yaşamını yitiren kızı Mizgin’in mücadelesini yaşatmak için yaşayacağını vurguluyor.  
 
Bölgede sürdürülen saldırılara, savaşa karşı yıllardır barış mücadelesi veren kadınların her birinin yaşamı birer hikaye… Savaşın ortasından barış için sesini yükseltenlerden biri Kadriye Ozgan. Ankara’da Barış Anneleri İnisiyatifi’nin bir üyesi olan Kadriye, 90’lı yılların binlerce canlı tanığı gibi ihanet ve göç arasında tercihe zorlanır ve göçü seçerek Ankara’nın yolunu tutar. Yaşamının göç yollarından öncesini ve sonrasını anlatıyor Kadriye.
 
‘Annem zorbaların karşısında dimdik dururdu’
 
1971 yılında Siirt'in Şirvan ilçesine bağlı Durankaya (Reşat) köyünün Sevincik mezrasında çiftçilikle uğraşan ailenin 8 çocuğundan dördüncüsü olarak dünyaya geliyor. Babasının çalışmak amacıyla şehir dışına çıkmasıyla, sadece annesi tarafından büyütülen Kadriye, annesinin direngen ve güçlü yanını kendisine örnek alıyor. Kadriye, annesini anlatırken şu sözleri kullanıyor: “Hayat şartları oralarda çok zordu. Arazimiz vardı ve annem toprağına sahip çıkardı. Bize zulmedilmesine izin vermezdi, zorbaların karşısında dimdik durur, hem çocuklarını hem de toprağını korurdu.”
 
‘Babam zorbalığı ve adaletsizliği asla kabul etmezdi’
 
Devletin şiddetiyle nasıl büyüdüğünü anlatan Kadriye, çocukluğunda askerlerin sürekli buğdaylarına, ekmeklerine el koyduğunu söylüyor. Mücadele etmeyi annesinden, yurtseverliği babasından öğrendiğini belirten Kadriye, “Babam bilgili bir insandı, birçok şeyin de farkındaydı. Ben daha küçüktüm, o bana yurtseverliği anlatarak ‘Burası topraklarımız, yurdumuz, yani Kürdistan’dır. Bundan sonra topraklarımızı biz koruyup kollayacağız’ derdi. Eskiden devlet, Kürt beylerinin korkusundan asla Şirvan’a yaklaşamazdı. Babam da o beylerden biriydi. Ona Ahmet Bey derlerdi, zorbalığı ve adaletsizliği asla kabul etmezdi. Zaten babam devletin arşivlerinde de yer alıyor. Çünkü o devlete başkaldıranlardan biridir. Babamın gençlik yıllarında devlet, Kürtlerin tahıl ürünlerine el koyuyormuş. Zaten babamdan önce de dedem savaşmış, hatta dağlara gidiyormuş. Dedemden sonra da babam mücadeleye devam etmiş. Yani bugün verdiğimiz mücadele köklü bir mücadeledir” ifadelerine yer veriyor.
 
‘O anları asla unutamam’
 
Kadriye, devlet şiddetiyle ilk tanışmasını ise şu sözlerle paylaşıyor: “Ben 9 yaşlarındayken askerler bizim eve girmişlerdi ve yataklarımızı, eşyalarımızı her şeyi yerle bir etmişlerdi. Askerlerle ilk kez o zaman tanıştım, ilk kez silahlı adamlar bizim eve dalmışlardı. O anı hiç unutmam… Askerler eve girince yalnızdım bir çocuk olarak çok korkmuştum. Korkudan hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Askerleri öyle evde bırakıp korkudan dışarı kaçmıştım. Ne aradıkları belli değildi ama evde sadece babamın bir hançerini bulup almışlardı. Kaç yaşıma gelirsem geleyim o silahlı adamları, korkuyu, çocukluğumda hafızama kayıtlı o anları asla unutamam. Askerler, gerillaların kıyafetlerini giyip kendilerini gerilla olarak tanıtırlardı. Kürtleri birbirlerine düşürür ve izlerlerdi.”
 
Koruculuğu değil, göçü tercih ettiler…
 
Kardeşinin köy okulunda Kürtçe konuştuğu için gözaltına alındığını ekleyen Kadriye, öğretmenin, annesinden özür dilediğini ama asıl özür dilemesi gerekenin devlet olduğunu vurguluyor. Kadriye, yaşamı boyunca uğradıkları ırkçılık ve ayırımcılığı unutmayacağını yinelerken, “Biz zulme karşı örgütlendikçe bize daha çok zulmedildi. Özellikle Turgut Özal döneminde bölgedeki köylere dönük politikalar değişti, çünkü devlet korktu. Özal döneminde köylerde yaşayan Kürtlere koruculuk dayatılmaya başlandı. Korucu olmak istemeyen Kürtleri ise topraklarından sürüyorlardı. Böylece yüzlerce Kürt köyü boşaltıldı. Bizi de koruculuğa zorladılar, göçü dayattılar. Devletin zulmü her geçen gün biraz daha artıyordu ve köy halkının çoğu koruculuğu değil göç etmeyi tercih etti. Bize ölümü dayatsalardı, ölümü de tercih ederdik, yine de Kürt halkına ihanet edip de korucu olmazdık. Koruculuğu kabul etmediğimiz için de göç etmek zorunda kaldık ve 1996’da Ankara’ya geldik. Ankara’da Kürtlükle de yeniden tanıştık” diyor.
 
‘Devlet, çocuk evlilikleri arttırmak istedi’
 
Kadriye, bölgede çocuk yaşta evlilikleri artırmanın bir devlet politikası olarak uygulandığına değinirken, kendisinin de aynı politikanın sonucunda henüz 17 yaşındayken dayısının oğlu ile evlendirildiğini söylüyor. Evlendikten sonra Şirvan’a bağlı Dişlinar (Zivzit) köyüne yerleşen Kadriye, “Bölgede devlet, çocuk evlilikleri arttırmak istedi. Köy imamlarına nikah kıyma yetkisi verildi. Devlet aşiret reislerine para vererek, durumları iyi olmayan 15 ile 20 yaş aralığındaki genç ve çocukların düğün masraflarını karşılıyordu. Bu, mücadeleden alıkoymak amacıyla yapılan bir projeydi” şeklinde konuşuyor.
 
‘Kürdistan’ın taşı toprağı bir dile gelse…’
 
“Kendi topraklarımızda başımızı yastığa koyup uyuyamıyorduk” diyen Kadriye, “Üzerinde büyüdüğümüz topraklar bir dile gelse de biz Kürtlerin yaşadıklarını, bu topraklarda nasıl katliamlar yapıldığını anlatsa yer yerinden oynar. Bu topraklarda ne kadar kan döküldüğüne, ne katliamlar yaşandığına sadece taş, toprak şahitlik edebilir. Kürdistan’ın taşı toprağı bir dile gelse de konuşsa” sözlerine yer veriyor.
 
‘Kültürü, dili yabancı bir ülkeye geldim’
 
Düştüğü göç yolunun ardından yerleştiği Ankara’da farklı bir dil ve kültürün içinde yaşam mücadelesi verdiğini dile getiren Kadriye, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Köyden çıkıp Ankara’ya geldiğimizde iki çocuğum vardı ve Şehit Mizgin de karnımda 3-4 aylıktı. Tek kelime Türkçe bilmiyordum. Kültürü, dili ve yaşam tarzı yabancı olan bir ülkeye gelmiştim. Her şey bana çok zor geliyordu. İlk yıllarda her gün ‘Ben nereye geldim?’ diye sorardım. Ankara’da bir Kürt gördüğüm zaman hemen sarılırdım. Türk kültüründen hiç anlamıyordum. Dükkana gidip bir su bile alamıyordum. Bir gün çeşme suyu kesildi ve çocuğum saatlerce ağladı, su istiyordu. Yugoslav bir komşuya boş bardağı getirip gösterdim. Kadın beni anladı ve çocuğuma su getirdi. Ben evde açlıktan ölseydim yine de ekmek almazdım. Akşam eşim işten gelene kadar aç aç beklerdim. Hem yabancı bir ülkeye gelmiştim hem de o ülkenin dilini hiç bilmiyordum.”
 
‘Asla benimle komşu olmayı denemediler’
 
Ankara’da ırkçılıkla karşı karşıya kalan Kadriye, komşularının “alaycı yaklaşımlarına” maruz kalıyor, evi taşlanıyor. Kadriye, “Çocuklarımı dövdüklerinde bile ben hiçbir şey diyemiyordum. O zaman iki tane çocuğum vardı, sokağa oynamaya çıktıklarında çocuklarımın üzerine sıcak su döktükleri bile olmuştu. Gözümün önünde bile gelip çocuklarıma saldırdıkları oluyordu. İçimde ister istemez Türk komşulara karşı kin ve nefret doldu. Çocuklar kavga ettiklerinde bize ‘Pis Kürtler, çingene Kürtler’ derlerdi. En ufak bir tartışmamızda pencereden evime toz, toprak atarlardı, halılarımın üstüne su dökerlerdi. Asla benimle komşu olmayı denemediler ama her gün Kürt olduğum için hakaret ettiler. Kürt olduğumuz için çocuklarımın sokakta oyun oynamasına bile izin vermiyorlardı” sözleriyle yaşadıklarını anlatıyor.
 
‘Kendimi buraya ait hissetmedim, hissetmeyeceğim’
 
Yıllarca memleket hasretiyle yaşadığını belirten Kadriye, 26 yıldır Ankara’da kendini bir misafir olarak gördüğünü vurguluyor. Barışın gelmesi ve memleketine dönme hayaliyle yaşadığını ifade eden Kadriye, “Kendimi hiçbir zaman buraya ait hissetmedim, hissetmeyeceğim de. Hep bir gün topraklarıma döneceğime dair hayal kuruyorum ama bu zulüm bitmeden de olmaz. Yıllar sonra bölgeye ilk gittiğimde Diyarbakır’a iner inmez, terminalin duvarlarını öptüm ve şükrettim. Kürdistan’a geldiğim için çok mutlu olmuştum. Yıllarca insanlarımızın ve anadilimin hasretini çektim. Ankara’da Türkçe bilmediğim için hastanede saatlerce bekletilmiştim, doktorun odasında kendimi tutamadım ağladım. Sonra doktor kapıdakilere seslenerek, ‘Bu insan Türkçe bilmiyor diye bu muameleyi ona yapamazsınız, hiçbirinize bakmayacağım bu da size ders olsun’ dedi. Anadilimi konuşabilseydim bana bunlar yapılmazdı” diyor.
 
‘Mizgin dünyaya geldiğinde mücadelesi de başladı’
 
Ankara’da sayısız defa psikolojik, sözlü ya da fiziki şiddete maruz kaldığını dile getiren Kadriye, 1996’da göçe zorlandığı Ankara’da, DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaşta yaşamını yitiren kızı Mizgin’i doğurmak için hastaneye gittiğinde dil bilmediği için hemşire tarafından şiddete maruz kaldığını kaydediyor. Mizgin’in dünyaya geldiği anda mücadeleyle tanıştığını belirten Kadriye, şöyle konuşuyor: “Ankara’da Kürtçeyi çocuklarıma öğretmek için elimden geleni yaptım. 4 yıl boyunca okula gider çocuklarımı alır, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün önüne gider ‘Anadil eğitim dilli olsun’ diye oturma eylemini yapardık. Televizyonda Kürtçe kanallar açar, çocuklarla sürekli Kürtçe konuşurdum. Tabi bunlar bu zamana kadar yok edilmeye çalışılan Kürtçe için mücadele etmek için yeterli değil. Etkinliklerin çoğuna katılırdım ve çocuklarımı da yanımda götürürdüm. En küçük bir basın açıklamasına katılmadığım zaman kendimi çok kötü ve huzursuz hissederdim. Gittiğim zaman ise bana terapi gibi gelirdi. Ben hala da Türkçeyi konuşamıyorum, zaten konuşmak da istemiyorum. Anadilim Kürtçeyi konuştuğumda ruhum yenileniyor, kendime geliyorum adeta. Bu benim dilim. Kimse inkar edemez.”
 
‘Mizgin büyüdükçe, içindeki öfke de büyüdü’
 
Mizgin’in, Bitlis'in Çeltikli köyü kırsalında 23 Mart 2012’de 15 PKK’li kadının kimyasal silahlarla katledilmesine karşı büyük öfke duyduğunu söyleyen Kadriye, “Mizgin, kadınların intikamını alacağını söyledi. Büyüdükçe, içindeki öfke de büyüdü. Mizgin’in bir hayali vardı. Halterde derece almıştı. Mizgin bana ‘Eğer Avrupa’da yarışmaya katılıp birinci gelirsem bana madalyayı taktıklarında Türkiye adına değil Kürdistan adına alacağımı söyleyeceğim ve orada Türk değil Kürt olduğumu söyleyeceğim. O an orada Kürdistan bayrağını çıkartacağım’ diye hayallerinden bahsetmişti. Tüm dünyaya Kürt kadınının başarısını duyuracaktı” diyor.
 
Serbest bırakıldıktan sonra kızının yaşamını yitirdiğini öğrendi
 
Kızı Mizgin’in PKK’ye katılmasının ardından 4 yılda 4 defa evi basılan Kadriye, birçok defa gözaltına alınıyor. Kadriye, son olarak 2018'de Ankara’da Çankaya Belediyesi önünde Paris Katliamı anma etkinliğine katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınıyor. Bir hafta gözaltında tutulan Kadriye,  serbest bırakıldıktan bir gün sonra Mizgin’in 2014’te DAİŞ’e karşı savaşırken yaşamını yitirdiğini öğreniyor. 4 yıl sonra kızının yaşamını yitirdiğini öğrenen Kadriye, şöyle anlatıyor o anı: “Eve geldiğimde evim insanlarla doluydu, tüm akrabalar ve aile dostlarımız gelmişti. Mizgin’in şehit düştüğünü duyduğum anda ağzım kurudu, felç geçirdim adeta. Bayılmıştım zaten, bana çok ağır gelmişti. Ben çocuğumu ne emeklerle büyüttüm, ne zulümlerden korudum, ne sefalette büyüttüm ama devletin bombalarıyla öldürüldü. Bu o kadar zor bir şey ki nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. Hele bir de Ankara gibi bir yerde çok daha zor oluyor. İnsanlarımız yok, bölgede olsaydım belki bu kadar bana ağır gelmezdi. Mizgin’im şehit düştüğünde ben Ankara’da kendi evimde yasını bile tutamadım. Sivil polis evimin etrafını sardı, kızımın taziyesini bile doğru dürüst yapamadım. Biz baskılardan dolayı İstanbul’a gidip taziyemizi yapmak zorunda kaldık.”
 
‘Mizgin’in mücadelesini yaşatmak için yaşayacağım’
 
Hakkında devam eden 4 davası bulunan Kadriye, “Kızım şehit düştüğünden beri yüreğimdeki kor ateş nasıl büyüdüyse, mücadelem de o kadar güçlendi. Bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğim. Zaten Mizgin gittikten sonra ben Barış Annesi olmaya karar verdim. Mizgin mücadeleye katılmadan önce benden mücadelede yer almamı istemişti. Biz annelerin yüreği çok yandı, Mizgin’in mezarının, kemiklerinin nerede olduğunu dahi bilmiyorum. Bunlar hep insanın içinde hasret kalıyor. Benim bir tane Mizgin’im vardı, şehit olduktan sonra bir Mizgin bin Mizgin oldu. Hayatımda beni en çok etkileyen, üzen şey kızım Mizgin’in şehit düşmesi olsa da Sakine Cansız’ın katledilmesi de o kadar etkiledi. Bu mücadelenin uğrunda savaş veren tüm kadınlar benim için birer Mizgin’dir. Tüm Mizginleri selamlıyorum. Mizgin kızım olduğu için onunla gurur duyuyorum. Bundan sonra Mizgin’in mücadelesini yaşatmak için yaşayacağım. Zaten canımın bir parçası gitti bundan sonra da geriye kalan canımı da vermeye hazırım. Çünkü bu davayı kazanacağımıza dair inancım tam” diyor.