Sorunlar ve çözüm perspektifleri (3)

  • 09:01 10 Ocak 2024
  • Dosya
 
Orta Doğu bunalımında Arap ulus devletler ve İsrail’in kurgulanışı
 
HABER MERKEZİ - Orta Doğu’da yaşanan sorunların kaynağında Arap ulus devletler ile İsrail’in kurgulanışına ilişkin önemli tespitlerde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan, çözüme de işaret ediyor. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürt sorununun siyasi çözümü için dünyaca tanınmış birçok filozof, aydın, siyasetçi, akademisyen, yazar, gazeteci “Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası başlattı. Dünyaca tanınmış isimlerin kampanya başlatması ve bu kampanyanın giderek yayılmasının nedeni Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin evrenselliği ve günümüzde yaşanan temel krizlerin de çözüm perspektifi sunmasından kaynaklandığına ilişkin yoğunca değerlendirmeler yapılıyor. 
 
Abdullah Öcalan’ın  “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” (Soykırım Kıskacındaki Kürtleri Savunmak) isimli kitabında günümüz Orta Doğu ve Kürt sorununun ortaya çıkışı, ulus-devletlerin şekillenmesi ve buna ilişkin çözüm perspektifi ortaya koyması birçok kesimin dikkatini çekiyor. Dosyamızın bu bölümünde Arap ulus-devletlerinin ve İsrail’in kurgulanışını vereceğiz. Değerlendirme, bugün İsrail’in Filistin’e saldırıları, Arap ulus devletlerinin tutumuna ilişkin güncelliğini koruyor.  
 
Arap ulus devletlerin inşasında Arap şeylerin kullanılışı 
 
Orta Doğu’da yaşanan bunalımın temel kaynaklarından birinin Arap ulus-devletler ile İsrail’in birlikte inşa edilme süreçleri olduğunu söyleyen Abdullah Öcalan, İngiltere’nin 19’uncu yüz yıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu üzerinde operasyonlara başladığına ve bunun için de Arap şeyhleri kullandığına dikkat çekiyor. Abdullah Öcalan devamla, “Balkanlarda Grek kökenli Ortodoks din adamlarını kullanıp Yunan ulus-devletinin inşasına destek vererek, imparatorluğun Balkanlardaki çözülüşünü hızlandırdı. İmparatorluğun güneyinde bulunan ve Hindistan yolu üzerinde stratejik bir konuma sahip olan Arabistan Yarımadası’nda benzer bir faaliyeti, yani Arap ulus-devletçiliğini Müslüman din adamlarının üst hiyerarşisini temsil eden şeyhler aracılığıyla desteklemeye başladı” diyor.
 
Mandater rejimlerin ulus devletlerle sonuçlanması
 
Aynı dönemde Kurdistan üzerinde de Silêmanî kökenli tarikat önderleriyle (Nakşiler ve Kadirîler başta olmak üzere) benzer girişimlerde bulunulduğunu dile getiren Abdullah Öcalan, “İran Şahlığı’nın güney üzerinde de gittikçe artan kontrolünü geliştirdi. Önce isyanlarla başlayan süreç, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra mandater rejimlerle, İkinci Dünya Savaşı’yla da tam teşekküllü ulus-devletlerle sonuçlandı. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu tasfiye oldu. Bölgede büyük bir boşluk oluştu veya oluşturuldu. İngiltere’nin kendisi Hindistan’da yaptığının aksine direkt bir sömürgeci güç olarak bölgeye yerleşmedi. Ama rakip bir güç de bırakmadı. Türkiye Cumhuriyeti’ni Arap manda rejimleriyle aynı çerçevede (Sivas Kongresi’nin ana tartışma konusu İngiliz veya ABD mandacılığı üzerineydi) ve aynı tarihte (1920) kurgulamak istedi. M. Kemal’in radikal duruşu (Fransız Devrimi’nde İngiliz tasarımı olan Meşruti Anayasal Krallığa karşı Montagnarların, Robespierre ve arkadaşlarının radikal cumhuriyetçi çıkışlarına oldukça benzeyen duruşu) sonucu cumhuriyete doğru çevirdi. Fakat özde değişen hiçbir şey yoktu. Arap manda rejimleri de kısa bir süre sonra benzer ulus-devletlere dönüşmüşlerdi. Krallık veya cumhuriyet adlarını takmaları minimalist ulus-devletçi özlerini değiştirmiyordu” değerlendirmesi yapıyor.
 
İsrail’in doğuşu
 
İsrail’in doğuşunun da bu sürece denk geldiğini vurgulayan Abdullah Öcalan şu tespitleri yapıyor: “… İsrail özünde 1550’lerde Amsterdam-Londra hattında modern devlet olarak gelişen, yaklaşık dört yüz yıl süren ve Avrupa’yı kan deryasına çeviren ulus-devlet savaşlarının doğal bir ürünüdür. Ulus-devlet inşacılığında Yahudi entelektüalizmi ve sermayeciliği (kapitalizmi) hep öncü rol oynamıştır. Ancak Katolik, Ortodoks ve İslâmî İmparatorlukların parçalanmasıyla Yahudilerin özgürlüklerine kavuşacaklarına ve giderek süreç içinde gelişen Yahudi milliyetçiliğinin Siyonist ideaları temelinde bir İsrail-Yahudi devletinin kurulacağına inanılmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrasında bu inançlı, bilinçli ve örgütlü çalışmalar sonuç verdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde kurulan minimalist Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletçiliğiyle birlikte çok sayıda minimalist Arap ulus-devletçiğinin yol açtığı ortamda, kutsal Sion ideolojisinin amaçladığı Yahudi ulus-devleti İsrail (1948) resmen ilan edildi. Türkiye Cumhuriyeti kendi Proto-İsrail özünü kanıtlarcasına, bu devleti tanıyan ilk ulus-devlet oldu.
 
Bölgedeki ulus devletler İsrail’i tanıdıkça meşru kabul ediliyor
 
İsrail’in kuruluş ve ilanı sıradan bir olay değildir. İsrail bölgede hegemonik rol oynayan en son güçler olan Osmanlı İmparatorluğu ve İran Şahlığı’nın bağımlı minimalist ulus-devletlere dönüştürülmelerinden doğan iktidar boşluğunu dolduran kapitalist modernite hegemonyacılığının çekirdek hegemon gücü olarak doğmuştur. İsrail’in çekirdek bir hegemon güç olarak kurgulanışı çok önemli bir husustur. Bu demektir ki, bölgedeki diğer ulus-devletler hegemon güç olan İsrail’in varlığını tanıdıkça meşru kabul edilecekler, tanımamaları halinde savaşlarla hizaya getirilinceye kadar yıpratılarak tanıyacak hale getirileceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti, Mısır, Ürdün ve bazı Körfez ülkeleri İsrail’i ilk tanıyanlardan oldukları için meşru birer ulus-devlet olarak kabul edilip sistem içine alınmışlardır. Geriye kalanlarıyla İsrail ve müttefikleri ve diğer ülkelerle birlikte savaş devam etmektedir. Filistin sorunu çerçevesinde Araplarla, Körfez sorunu çerçevesinde diğer İslâm ülkeleriyle yürütülen savaşlar ve çatışmalar İsrail’in bölgedeki hegemonik varlığıyla yakından bağlantılıdır. İsrail’in hegemonyası tanınıncaya kadar bu çatışma, komplo, suikast ve savaşlar devam edecektir.
 
Neden 22 Arap ulus devlet inşa edildiğini kavramak!
 
Kapitalist modernitenin Orta Doğu’daki hegemonik kurgulanışını doğru kavramadıkça, neden yirmi iki Arap ulus-devletinin inşa edildiğini de doğru kavrayamayız. Ulus-devletçi küçük-burjuva bağımsızlıkçılığının sağ-sol, dinci mezhepçi, etnikçi ve kavmiyetçi tarih yorumlarıyla Orta Doğu’da kurgulanan kapitalist modernite doğru çözümlenemez. Bu bağlamda Arap sorununun gerçeklikte olduğu gibi kavranması (tıpkı Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Türki cumhuriyet ve toplulukların sorunlarının doğru kavranmasında olduğu gibi), öncelikle kapitalist modernite hegemonyacılığının Orta Doğu’daki kurgulanışı ve tesis edilmesinin doğru kavranmasını gerektirir. Kendi başına filan ‘ulus-devletin şanlı kuruluşu’ gibi gerçeklerle alay eden tarih ve toplum zihniyetleriyle hiçbir devlet ve toplum sorunu kavranamaz. Dolayısıyla Arap sorunu sadece İsrail ile ilgili bir sorun olmadığı gibi, bir Filistin-İsrail sorununa da indirgenemez. Arap toplumların yaşadığı en derin birincil sorun, öncelikle Arapların yirmi iki ulus-devletçiğe bölünmesinden kaynaklanmaktadır. 
 
Arap halkları açısından sorun
 
Bu yirmi iki devlet kapitalist modernitenin kolektif ajan örgütü olmaktan öteye bir rol oynayamaz. Varlıkları Arap halkları açısından en temel sorundur. Bu bağlamda Arap sorunu bölgede kapitalist modernitenin kurgulanışı ve tesisiyle ilgili bir sorundur. Ancak bu kapsamda, yani kapitalist modernitenin bölgedeki hegemonik gücü olarak İsrail ile ilgili bir sorunları olabilir. Fakat unutmayalım ki, İsrail’i inşa eden güçlerle yirmi iki Arap-ulus-devletini inşa eden güçler aynıdır. Dolayısıyla İsrail ile ilişkileri ve çelişkileri kamuflaj niteliği taşır. Özde onlar da aynı hegemonik sistemi paylaştıkları için, bu çelişkiler güçlü olsa bile, ancak kapitalist modernitenin dışına çıkmaya cesaret ettiklerinde anlam taşıyabilir. Hem aynı kapitalist modernite hegemonyası içinde kalacaksın, hem de İsrail’i tanımayacaksın! Maskeli, sahte diplomasi işte bu gerçeği inkâr etmekten kaynaklanmaktadır. İster radikal İslâm, ister Ilımlı İslâm, ister Şia İslâm’ı olsun, kapitalist modernite yerine ikame edilmek istenen bütün İslâmî milliyetçi yaklaşımlar koca bir sahtekârlıktan ibarettir. Çünkü bu İslâmcılık 19. yüzyılın başından itibaren kapitalist modernitenin hegemonyasında gelişen bir milliyetçilik türevi olup, İslâm uygarlığıyla da ilişkisi olmayan, kapitalizmin Orta Doğu’daki İslâm ülkelerine özgü bir ideolojik aracıdır.
 
Kapitalist hegemonyanın maskeli ajanları
 
Son iki yüz yıldaki siyasal İslâmcılıklar, kapitalist hegemonyanın maskeli ajanları olmaktan öteye bir rol oynayamazlar. Çünkü kapitalist modernite bağlamında böyle kurgulanıp harekete geçirilmişlerdir. Zaten son iki yüzyılda Orta Doğu’daki ulusal ve toplumsal sorunları daha da derinleştirmekten öteye rol oynayamamaları bu gerçekliği doğrular. Komünalizmin, demokratik ulusalcılığın önündeki temel ideolojik ve politik engellerdir. 
 
Kültürel İslam’a sahip çıkmak
 
Kültürel İslâm farklı bir konu olup, bu İslâm’ı gelenek bağlamında savunma ve sahip çıkmanın anlamlı ve pozitif bir yönü vardır. Eğer kapitalist modernite bağlamını aşamazsa, Arap-İsrail ve Filistin-İsrail çatışmaları kedi ile fare arasındaki kavgaya benzemekten kurtulamaz. Sonuçta ortaya çıkan, yaklaşık yüz yıldır bütün Arap halklarının yaşam enerjisinin sonucu önceden belli olan bu çatışmalarla heba edilmesidir. Bu çatışmalar icat edilmeseydi, sadece petrol gelirleri üzerinde on tane Japonya bedelinde bir Arabistan söz konusu olabilecekti. Bu saptamadan çıkan en önemli sonuç, Orta Doğu’daki ulus-devlet sistematiğinin iddia edildiği gibi temel ulusal ve toplumsal sorunların çözüm kaynağı olmadığı, tersine sorunları geliştirmenin, ağırlaştırmanın, derinleştirmenin ve içinden çıkılmaz hale getirmenin kaynağı durumunda olduğudur. Ulus-devlet sorun çözmez, sorun üretir. Daha da ötesi, aynı sistem sadece Orta Doğu devletlerini değil, toplumlarını da güçleri tükeninceye kadar birbirleriyle çatıştırarak tüketmenin aracıdır. Irak gerçeği bu tespiti gayet iyi doğrulamaktadır. Burada sorumluluğu tümüyle kapitalist moderniteye yıkamayız. Sorun çözücü ve kurtuluşçu olarak ortaya çıkan İslâmcı ve solcu (reel sosyalist) ideolojiler ve politik organizasyonlar da en az kapitalist modernitenin taşıyıcı unsurları (Jön Türk, Jön Kürt, Jön Arap, Jön Fars) kadar sorumludur. Yaklaşık yüz yıldır halklarına önerdikleri hiçbir yöntem ve program başarılı olmadığı gibi, bunlar kapitalist modernitenin bölgesel inşasına hizmet etmekten ve bu temelde kullanılmaktan öteye rol oynayamamışlardır. Arap ulus-devletçi ideolojiler ve politik örgütlenmeler bağlamında da bu gerçekliklerin rolünü inkâr edemeyiz.”
 
 
Sorunlar çözülmez değil
 
“Arap sorunları da Türk, Türkiye sorunları gibi çözülmez sorunlar değildir” diyen Abdullah Öcalan, “Burada sorunlar iki ana eksen üzerinde çözümlenmeye ve çözülmeye çalışılmaktadır: Birinci eksen, aynı sistem içinde kendi devlet ve toplum paylarını arttırarak, bunun için güdümlü çatışmalar yaratarak sonuç almaya dayanmaktadır. Filistin Kurtuluş Örgütü de dahil, Arap ulus-devletlerinin son elli yıldır denedikleri çatışma yöntemiyle varmak istedikleri sonuç budur. Mısır ile varılan Camp David benzeri anlaşmalarla bu eksen er ya da geç tamamlanmak istenecektir. Fakat bu yol Arap toplumsal sorunlarını daha da ağırlaştırmaktan ve radikal çözümlere zorlamaktan öteye bir anlam ifade etmez. Bu yol petrole dayalı Arap oligarşik ulus-devletçilerini tatmin edebilir; ama halklarının çok derin olan ekonomik ve demokratik taleplerini asla karşılayamaz. Arap halklarının tarih boyunca dağ gibi birikmiş ekonomik ve demokratik sorunları vardır. Kapitalist modernitenin uydusu olan Arap ulus-devletleri bu sorunları çözmek bir yana, çözümün adını bile ağızlarına almak istemezler. Sürekli ağırlaştırılarak, sahte dinci ve mezhepçi çatışmalarla gizlenerek sorunlar öyle bir noktaya doğru evrilmektedir ki, ya Irak örneğinde görüldüğü gibi sonuna kadar çözülme, dağılma ve çatışmalara götürmekte, ya da köklü ekonomik, sosyal, kültürel ve demokratik ulusal çözümler istemektedir” tespitlerini yapıyor. 
 
Sistemden kopuş
 
Arap sorunlarının çözümünde ikinci ana eksenin ancak kapitalist modernitenin aşılması temelinde söz konusu olabileceğine vurgu yapan Abdullah Öcalan şunlara dikkat çekiyor: “Burada sistemden kopuş söz konusudur. İslâmî radikalizmin veya siyasi İslâm’ın alternatif modernite teşkil edemeyeceğini çok iyi bilmek gerekir. İslâm kültür olarak ancak kapitalist moderniteye alternatif bir modernite yaşamında rol oynayabilir. Tüm Orta Doğu halklarının tarihsel ve toplumsal gerçekliklerine uygun modernite paradigması Arap halkları için de en güçlü ve doğru seçenektir. Halklar için alternatif modernite, kapitalist moderniteye karşı hep mücadele içinde olmuş, demokratik ulus, sosyalist, ekolojist, feminist ve kültürel hareketlerin bütünlüğünden oluşan demokratik modernitedir.
 
Demokratik modernite çözümü
 
Arap sorunları bağlamında ikinci önemdeki sorunlar demeti İsrail’in varlığıyla bağlantılıdır. Arap milliyetçiliği, İslâmcılığı ve ulus-devletçiliğinin İsrail’e bakışı bizzat İsrail-Yahudi ideolojisinin hegemonyasınca güdümlenmiştir; İsrail-Yahudi ideolojisi ve devleti tarafından çizilen sınırların içinde kalmaktadır. Aynı modernite içinde kaldıkça, küçük bir nüfusu bulunan İsrail hegemonyasının oyuncağı olmaktan öteye rol ifade edemez. İsrail’in kendisi de kendi icadı olan kapitalist modernitenin tutsağı olmaktan kurtulamaz. Arap denizinin ortasında kendisini her an boğmaya hazır güçlerin varlığını çevresinde hissettikçe, İsrail, atom da dahil, teknolojik silah üstünlüğü ile kendini savunmaktan asla geri kalmayacaktır. İsrail ya kendi hegemonyasında kendisiyle barışmış bir Orta Doğu ulus-devlet dengesini yaratacaktır ki, anlatmaya çalıştığımız nedenlerle bunun ne kadar güç olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır; ya da kendi var ettiği sistemin tutsaklığından kurtulmak istiyorsa, kapitalist modernitenin aşılmasını göze almak durumundadır. Demokratik modernite Orta Doğu cangılında sadece Yahudi sorunu için değil, etrafı kendi yarattığı milliyetçi ve dinci canavarlıklarla kuşatılmış İsrail devlet sorunu için de kalıcı çözüm yolunu oluşturan seçenek konumundadır.”
 
Yarın: İran Şii ulus devletçiliği ve Orta Doğu’daki rolü  
 

Etiketler:

Abdullah Öcalan