6 Şubat bir yıldır geçmedi: Mereş

  • 09:06 2 Şubat 2024
  • Dosya
 
Rozerin Gültekin-Pelşin Çetinkaya
 
MEREŞ - Mereş’te halka depremin ardından geçen bir yılda verilen sözler tutulmadı, yurttaşlar yokluğa mahkum edildi. Buna karşın halkın bulduğu çözüm yolu göç, devletin sunduğu ise 21 metrekarede sağlıksız bir yaşam.
 
Tüm dünyanın gözü tarihler 6 Şubat 2023’ü gösterdiğinde Kurdistan ve Türkiye’ye çevrilmişti. Mereş merkezli 6 Şubat günü meydana gelen 7.8 ve 7.5 şiddetindeki depremler Mereş, Hatay, Adana, Semsûr (Adıyaman), Amed, Dîlok (Antep), Hatay, Kilis, Meletî (Malatya), Osmaniye, Riha (Urfa) ve Xarpêt’te (Elazığ) yaşanan yıkım ve kayıplar ile Kurdistan ve Türkiye tarihinin en büyük felaketi oldu. Depremde neredeyse hasarsız yapının kalmadığı yerlerden Mereş’te resmi verilere göre 12 bin 713 insan yaşamını yitirdi. Depremde yıkılan daire sayısı 15 bin 940 olarak açıklanırken bölgede acil yıkılacak ağır hasarlı bina sayısı ise 19 bin 194. Mereş’in Dulkadiroğlu ilçesinde bin 187, Türkoğlu ilçesinde 770, Bazarcix (Pazarcık)  ilçesinde 582, Onikişubat 483, Elbistan’da 468 bina depremde yıkılırken, depremin etkileri, ortaya çıkan sorunlar bir yıldır çözüme kavuşturulmadı.
 
Deprem kentlerine dair hazırladığımız dosyamızın ikinci bölümünde kameramızı Mereş’in bir yıllık sürecine çeviriyoruz.
 
Depremin ilk sürecinde neler yaşandı?
 
 
İlk olarak depremin sıcaklığında yaşanan kaos ve ihlallere dönüp bakmak, bir yıl içerisinde nelerin değişip değişmediğini anlamak açısından iyi olacak. Depremin ilk sürecinden bu yana temiz suya erişimin olmaması, kişisel bakımın sağlanmaması, çadırların hijyenik olmaması, depremzedelerin salgın boyutuna varan çeşitli hastalıklara yakalanmasına neden oldu. Devletin olmadığı, “Devlet nerede” sorularının yükseldiği kentte ihtiyaçlar ilk olarak bölgeye gelen gönüllüler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler tarafından karşılandı. Devletin kuruluşlarından önce, depremden sağ kurtulanlar enkaz altında arama kurtarma çalışmalarına girişti. Ancak bu durum tarikat ve cemaatlerin de kendi örgütleme alanlarını oluşturmasını beraberinde getirdi. İsmailağa Cemaati’nin başını çektiği tarikat yapılanmaları “manevi destek” adı altında henüz depremin travmasını atlatamamış başta çocuklar olmak üzere depremzedelere “dini eğitim” dayattı.
 
İhmaller ölümleri arttırdı
 
 
İlk süreçte konteynerlerin kurulmamasına karşı halkın kendi imkanlarıyla oluşturduğu çadırlar bu defa yoğun yağış, fırtına ve hortum ile karşı karşıya kaldı. Çadırların mevsim koşullarına karşı dayanıksız olması nedeniyle kentte 3 kişi çıkan hortumda yaşamını yitirdi. Yani ölümler sadece sağlam yapılmayan binalarda yaşanmadı devam eden ihmaller de ölümleri arttırdı. Ölüm kokusunun esir aldığı kentte birçok enkaza ve köye günler sonra yardım götürüldü. Depremin ilk günlerinde yurttaşlar, kendi imkanları ile enkazlardan çıkıp yaşamını yitirenleri defnetti, kimileri donarak kimileri de evlerde çıkan yangınlarda yaşamını yitirdi. Kentte aynı zamanda elektrik ve suyun verilmesi sonucu da büyük sorunlar yaşandı. En çok yıkım yaşandığı ilçelerden biri olan Elbistan’a depremden 136 saat sonra ancak elektrik verildi.
 
Büyütülen örgütlü dayanışma
 
 
Halkı bir yandan yardımsız bırakan devlet diğer yandan gönüllü olarak gerçekleşen yardım mekanizmalarının önünde engel olmaya çalıştı. İlk günden beri bütün deprem kentlerinde aktif olarak çalışma yürüten Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve yöre dernekleri tarafından Bazarcix (Pazarcık) ilçesinde Kriz Koordinasyon Merkezi kuruldu, “Aileleri buluşturuyoruz” kampanyası başlatılarak, birçok depremzede aile farklı illerdeki ailelerle buluşturuldu. Tevgera Jinên Azad (TJA), HDP Kadın Meclisi, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Kadın Meclisi, feminist örgütler aylarca alanda çalışma yürüttü. HDP’nin Bazarcix’ta kurduğu Kriz Koordinasyon Merkezi’ne ise Bazarcix Kaymakamlığı tarafından el konuldu.
 
Enkazlar…
 
 
Enkaz ve molozların bir yıl içerisinde kaldırılma işlemlerinin sürdüğü Mereş ve ilçelerinde bu sırada birçok ekolojik sorun ortaya çıktı. Bazarcix ilçe merkezinden Aksu havzasındaki araziye dökülen ve ayrıştırma yapılmayan molozlar, tarım alanları ve su ihtiyacını karşılayan akarsu için tehlike barındırıyor. İlçe merkezinde toplanan enkazın büyük bir çoğunluğu ilçe merkezine yakın mesafedeki Söğütlü köyüne giden yol üzerindeki Aksu Çayı’nın geçtiği boş araziye döküldü. Aylarca enkaz kaldırma işlemleri bu şekilde sürdürülürken, Ağustos ayında Japonya ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğinde, Hatay ve Mereş’te kurulacak tesislerle molozların geri dönüşümünü amaçlayan "Deprem Enkazının Çevreye Duyarlı Şekilde Kaldırılması ve Zararlı Atıkların Güvenli Bertaraf Edilmesi Projesi" için imza töreni yapıldı.
 
Depremde ırkçılık devam etti
 
 
Depremde yaşanan yıkımların, ölümlerin yanında bir de ırkçılık ve nefret pratikleri artışa geçti. Çoğunlukla Suriyeliler deprem alanlarında ya linçe maruz kaldı ya da çadır verilmedi. Elbistan’da depremin ilk süreçlerinde gidecek yeri olmayan Suriyeliler can güvenlikleri olmadığı için çadırlarından çıkamaz duruma geldi. Konteyner kentlerin kurulmasından sonra da bu ırkçılık devam etti.
 
1 senede yollar dahi yapılmadı
 
 
Şimdi de bir yılın sonunda Mereş’te ve ilçelerinde yaşananlara baktığımıza hala enkazın kaldırılmadığını, halkın sorunlarına cevap olunmadığını söylemek yanlış olmaz. En çok yıkımın yaşandığı Bazarcix’ta neler olduğunu anlamak için gece vakitlerinde ilçeye giriş yaptığımızda etrafta yıkımı görebilmemiz için güneşin doğmasını beklememiz gerekiyor. Çünkü diğer deprem kentlerinde olduğu gibi burada da sokak ışıkları hala yanmıyor. Sabah aydınlığında ağır hasarlı binaların, ağır hasarlı olduğu halde tadilatı yapılan evlerin bulunduğu ilçeyi yurttaşların deprem gününde yaşadıklarını anlattığı sohbetler eşliğinde dolaşıyoruz. Yürüdüğümüz yolların dahi yapılmaması, yurttaşların çamurlu, su birikintilerinin olduğu yollarla baş başa bırakılması, depremzedelerin nasıl “kaderlerine terk edildiğini” gösteriyor.
 
İlçe 3’e bölündü
 
 
İlçede oluşturulan konteyner kentler dikkatimizi çekiyor. Kurulan konteynerlerin bazılarında Suriyeliler, bazılarında Kürtler, Aleviler ve bazılarında da Türklerin ağırlıklı olarak yaşadığı dile getiriliyor ve bunun nedeni de “halkların birbirini yanında istememesi” şeklinde açıklanıyor. Bu bölünmenin ortasında yurttaşlara göç yolları dayatılarak, topraklarını terk etmelerinin zemini oluşturuluyor. Halk ya farklı şehirlerin ya da yurt dışının yolunu tutuyor.
 
Devamında Kürt Alevilerin yoğunlukta yaşadığı bin 10 konteynerin bulunduğu “Türkiye-Kore Dostluk Köyü Konteyner Kenti”ini geziyoruz. Burada konteynerine misafir olduğumuz depremzedeler Kore'den gelen yardımların hayatlarını kolaylaştırdığını ama konteyner kentte görevli olan sorumluların kendilerine yardımcı olmadığını dil getiriyor. Ailelere nüfus sayısı fark etmeksizin 21 metre kareden oluşan bir tane konteyner verilirken “cami” olarak 3 tane konteyner ayrılmış. Konteyner kentte güvenlik açısından da birçok sorun yaşanıyor. Deprem bölgesinde somut olarak yapılan yardımlardan biri olan 5 bin liralık maddi yardım güvensiz ve sağlıksız koşullara sahip konteynerlere taşınılması durumunda yurttaşlara veriliyor.
 
Konteyner kenti gezdiğimiz sırada yurttaşlara mikrofon uzatarak yaşamlarını dinliyoruz.
 
‘Devletten hiçbir destek almadık’
 
 
Bu depremzedelerden biri olan Çiğdem Kızıler, depremde evinin yıkıldığını ve sonrasında devletten hiçbir destek almadan yaşamlarını zor şartlar altında sürdürdüğünü ifade ediyor. Çiğdem, “Depremden sonra 3-4 ay köyde bir çadırda kaldık ailemle. Daha sonra tanımadığımız insanlarla da çadırda kalmak zorunda kaldık. Çadırda yaşam çok zordu. Daha sonra konteyner için başvuru yaptık, bir süre sonra ismimiz çıktı ve konteyner verdiler bize. Konteynerde -yaşamaya başladık. Devlet tarafından hiçbir destek almadık. Konteynere geldiğimizden beri gıda yardımı olarak sadece bir koli geldi. O da hiçbir şeye yetmedi. Bütün ihtiyaçlarımızı biz alıyoruz. İçinde olduğumuz konteyner çok küçük. Eşimle kendi çabalarımızla konteynerin yan tarafına mutfak için küçük bir alan yaptık. Konteynerlere çok fazla su baskınları oluyor. Yağmurdan korunmak için çadır çekmişiz. O da terleme yapıyor ve yine su oluyor. Her sabah kalktığımızda halıları çıkarıyoruz. Suyu kurutup tekrar seriyoruz” sözlerine yer veriyor.
 
‘Konteyner kent alanında can güvenliğimiz yok!’
 
 
Yaşadıkları konteyner kent alanının güvenli olmadığına dikkat çeken Çiğdem, şunları söylüyor: “Ben ilk bu alana geldiğimde hamileydim. Bir gün acilen hastaneye gitmek zorunda kaldım. Konteynerin yanında aracımız vardı. Araca bindiğimizde baktık ki lastikler patlatılmış. Bu sadece o güne mahsus bir şey değildi. 2 ayda bir aynı sorunu yaşıyoruz. Farklı şeyler de yapılıyor. Kapımızı kilitliyoruz ama nafile. Burada can güvenliğimiz yok. Yaşanan sorunlardan dolayı defalarca polise şikayet ettik ama hiçbir önlem alınmadı. Burada AFAD ekibi de vardı. Bir sorunu onlara ifade ettiğimizde bize, ‘Sorunu kendiniz çözün’ diye cevap veriyorlardı. Tamam da o halde onlar ne işe yarıyor?”
 
Depremzede çocuklar unutuluyor
 
Devletin tüm depremzedelere destek olması gerektiğinin altını çizen Çiğdem, hem maddi hem de psikolojik olarak destekte bulunulması gerektiğini vurguluyor. Çiğdem, “Yaşadığımız konteyner alanında çok sayıda çocuk var ve alanda sadece ilkokul var. Hastane, çocuklar için park alanı ve çocukların gidebileceği kreş yok. Çocuklar sürekli konteynerin içinde ama bir tarafta da diğer konteyner kent alanına baktığımızda bu saydıklarımın hepsi orada mevcut. Bunun da bu alanda Kürt ve Alevi halkının yaşamasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullanıyor.
 
YARIN: Meletî’de depremin bir yılı