![](/staticfiles/news/251142/2025/02/10/823x463cc-izm-10-02-2024-cezaevleri-derleme-saygon-manset.jpg)
Zulme karşı direnişle öne çıkan zindanlar!
- 09:06 10 Şubat 2025
- Güncel
Melike Aydın
HABER MERKEZİ – Bastille’den Diyarbakır 5 Nolu'ya, Guantanamo’dan Evin’e. Saygon'a kadar dünyanın en korkunç cezaevleri, baskı ve zulmün tarihi kadar, özgürlüğe olan direncin de tarihi oldu.
15 Şubat 1999’da gerçekleştirilen uluslararası komplo sonucu, PKK lideri Abdullah Öcalan kaçırılarak Türkiye’ye getirildi ve o günden bu yana İmralı Adası’nda ağır tecrit koşulları altında tutuluyor. 26 yıldır tek kişilik hücrede, dünya kamuoyunun gözleri önünde süren bu mutlak tecrit, yalnızca bir bireyin değil, toplumsal iradenin de hapsetme girişimi olarak okunuyor.
Devletlerin en önemli şiddet aygıtı olan cezaevleri, insanlık suçlarının en ağır biçimde işlendiği mekanlar olmaya devam ediyor. Cezaevleri, devletlerin şiddet uygulama hakkını ve şiddetin kendisini kurumsallaştırırken, otoriteye karşı irade gösteren siyasi ve kültürel varlıkları "terbiye" etme araçları olarak varlığını sürdürüyor. İmralı’da olduğu gibi, siyasi liderlerin tutsak edilerek toplumun tamamı cezalandırılmak isteniyor, ancak tarih boyunca baskının olduğu her yerde direniş de kaçınılmaz hale geliyor.
Bugün dünyanın farklı bölgelerinde işkence, tecrit ve insan hakları ihlalleriyle anılan cezaevleri, yalnızca tutsak edilen bireylerin değil, aynı zamanda halkların özgürlük mücadelesinin de laboratuvarları haline gelmiş durumda. İmralı’dan Guantánamo’ya, Saydnaya’dan Evin Cezaevi’ne kadar birçok cezaevi, devlet şiddetinin en ağır biçimlerini uygularken, tutsakların geliştirdiği direniş yöntemleri de baskıya karşı mücadelenin simgesi haline geliyor.
İnsanlık tarihine kara leke olarak kazınan ve çoğu halen aynı vahşetle varlığını sürdüren bu cezaevlerini derledik.
Fransız Devrimi’nin sembolü: Bastille Kalesi ve Cezaevi
Tüm dünyada köklü değişimlere neden olacak Fransız Devrimi'nin simgesi Bastille Kalesi ve Cezaevi, 14 Temmuz 1789'da halk tarafından basılarak yerle bir edildi ve tutsaklar serbest bırakıldı. Cezaevinin ele geçirilmesinin ardından Kral XVI. Louis devrildi, on binlerce kişi idam edildi. Fransız Devrimi'nin başlangıcı olarak kabul edilen bu olaydan üç yıl sonra, 1792'de monarşi kaldırıldı, 1793'te ise Kral XVI. Louis ve Kraliçe Marie-Antoinette, “vatana ihanet” suçlamasıyla giyotine gönderildi.
Bastille Kalesi’nin ele geçirilmesinin ardından, kraliyeti temsil eden dört heykel yıkıldı, zincirlenmiş tutsakları tasvir eden saat eritildi. Kale tamamen yıkılarak beş ay içinde ortadan kaldırıldı. Kalenin sembolik anahtarı ise, özgürlüğünü yeni ilan eden (1776) ABD’nin Başkanı George Washington’a hediye edildi. İsyanın ardından Bastille Cezaevi'nde yalnızca yedi kişi tutuklu kaldı; bunlardan dördü sahtecilikle suçlanıyordu, ikisinin akıl hastası olduğu iddia ediliyordu, biri ise ailesinin isteğiyle gözaltında tutuluyordu. Bastille’in taşları, farklı binaların inşasında ve en çok da Concorde Köprüsü’nün yapımında kullanıldı. Bugün Bastille’in temellerinden geriye kalan bir sütun hâlâ sergilenirken, cezaevinin bulunduğu alan Bastille Meydanı olarak kullanılıyor. Fransa’da, 1880 yılından bu yana 14 Temmuz, "Bastille Günü" adıyla ulusal bayram olarak kutlanıyor.
‘Monarşiden geriye birkaç taş kaldı’
Mutlak monarşinin, keyfi tutuklamaların ve düşünce özgürlüğünün engellenmesinin sembolü haline gelen Bastille Cezaevi, 1300'lü yıllarda Fransa ve İngiltere arasında yapılan Yüz Yıl Savaşları sırasında Paris’in doğusunu korumak amacıyla inşa edildi. Zamanla, siyasi tutsakların kaldığı hücreleri birbirinden ayırmak ve gözetimi kolaylaştırmak için yeni duvarlar örüldü, bölmeler eklendi. Bazı kulelerde bulunan zindanlar işkencehanelere dönüştürüldü.
Kale, az sayıda ve küçük pencerelere sahipti, 30 metre yüksekliğinde duvarlarla çevriliydi ve geniş hendeklerle koruma altına alınmıştı. Bastille Cezaevi'nin güvenliği, 80’den fazla asker ve 30 İsviçreli paralı asker tarafından sağlanıyordu. Burada, kralın emriyle herhangi bir yargılama sürecine gerek duyulmadan tutuklanan muhalif yazarlar, düşünürler ve siyasi figürler alıkonuluyordu.
Bastille yıkıldı, ama unutulmadı
Bastille Cezaevi'nde bulunan tutsaklar arasında ünlü Fransız düşünürü Voltaire (François-Marie Arouet, 1694-1787) bulunuyordu. Ayrıca, Sodom'un 120 Günü adlı eseriyle tanınan ve "Sadizm" kavramına adını veren Marki de Sade (1740-1814), on yıl boyunca Bastille Cezaevi'nde tutuldu. Devrim esnasında, "Burada tutukluları öldürüyorlar!" diyerek kalabalığa seslendi ve cezaevinde yaşanan işkenceleri açığa vurdu.
Bastille’de kalan Eustache Dauger adlı bir tutsağın hikâyesi, Alexandre Dumas’nın "İki Şehrin Hikâyesi" romanına ilham kaynağı oldu. Ayrıca, Victor Hugo'nun "Sefiller" (Les Misérables) romanında Bastille’in yıkılışı önemli bir tema olarak işlendi. Dönemin ünlü ressamlarından Jean Pierre Houel, "Bastille Baskını" (Prise de la Bastille) adlı tablosuyla bu tarihi anı ölümsüzleştirdi.
Fransız Devrimi'ni anlatan bir diğer ikonik tablo ise, elinde Fransa bayrağını taşıyan özgürlük sembolü kadın figürüyle bilinen, Eugène Delacroix’nın "Halka Yol Gösteren Özgürlük" (La Liberté Guidant le Peuple) adlı eseridir. Bu tablo, yalnızca Bastille’in yıkılışını değil, Fransız halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini de simgeler.
Bastille'in yıkılışı, monarşinin sonuydu
Bastille, yalnızca bir cezaevi değil, mutlak monarşinin, keyfi yönetimin ve baskının simgesi haline gelmiş bir yapıdır. Yıkılışı ise, halkın özgürlük mücadelesinin en büyük zaferlerinden biri olarak tarih sahnesine kazındı. Bugün Bastille'den geriye yalnızca birkaç taş kalmış olsa da, Fransız Devrimi'nin getirdiği fikirler, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin temel taşları olarak yaşamaya devam ediyor.
Saygon Cezaevi: Bir sömürge rejiminin adı
Saygon (Ormanşehri), Vietnam’ın 1976’daki birleşmesinden önce Güney Vietnam’ın başkenti olan Ho Chi Minh kentinin eski adıdır. II. Dünya Savaşı’nda Vietnam’ı yüz binlerce asker ve dönemin ileri savaş araçlarıyla işgal eden ABD, burada ağır bir yenilgi aldı. İşgal sırasında sayılamayacak kadar çok katliam, işkence ve tecavüz gerçekleşti; napalm bombası gibi kimyasal silahlar kullanıldı. Saygon, 1975’te Viet Cong ve Vietnam Halk Ordusu tarafından işgalden kurtarıldı.
Saygon’daki insanlık suçlarının işlendiği en önemli yerlerden biri de Saygon Cezaevi’ydi. İlk olarak Fransız Sömürge yönetimi tarafından inşa edilen bu cezaevi, daha sonra ABD güdümündeki Güney Vietnam hükümeti tarafından kullanıldı. Aslında, Saygon Cezaevi terimi, Vietnam’daki siyasi tutsakların tutulduğu birçok işkencehane ve cezaevini tanımlamak için kullanılıyordu. Ancak bu cezaevleri, sadece fiziksel mekânlar değil, aynı zamanda sömürge rejiminin baskı ve zulmünü de temsil ediyordu.
Sömürge karşıtlarını cezalandırmak için tasarlandı
Saygon Cezaevi, Fransa’nın Vietnam’ı işgalinden sonra, 1890 yılında inşa edildi. Sömürge karşıtlarını cezalandırmak için özel olarak tasarlanan cezaevi, gardiyanların tutsakları rahatlıkla izleyebilmesi için içi siyaha boyanmış kasvetli hücrelerden oluşuyordu. Her hücrenin üzerinde küçük pencereler, ana giriş kısmında ise geniş demir parmaklıklar bulunuyordu.
Tutsak sayısının sürekli artması ve hijyen koşullarının sağlanamaması nedeniyle cezaevinde sık sık salgın hastalıklar baş gösteriyordu. İdam cezasına çarptırılan tutsaklar ise ayrı hücrelerde tutuluyordu. Saygon’un merkezinde bulunan bu cezaevi, Koçinçin Vali Sarayı ve mahkemelerle birlikte, Fransız sömürge rejiminin egemenliğini simgeliyordu. Bu üç yapı, halk ve tutsaklar tarafından "Ölüm Üçgeni" olarak adlandırılmıştı.
Zamanla tutsak sayısının 2 bine ulaşması nedeniyle yeni binalar inşa edildi. Uluslararası Af Örgütü'nün, Vietnam Savaşı’nın sona ermesinden iki yıl sonra, 1975’te yayımladığı bir rapora göre, Saygon Cezaevi'nde kayıtlı verilere göre 35 bin, tahminlere göre ise çoğu sivil en az 200 bin kişi tutuldu. Bunların en az 31 bini Vietnamlı savaş esiriydi.
Cezaevleri dönüştürüldü ama işkence devam etti
Vietnam Savaşı’ndan sonra da birçok cezaevi kullanılmaya devam etti ve bu kez yeni rejime muhalif olanlar bu cezaevlerine gönderildi. İnsan hakları ihlalleri ve işkence olayları savaş sonrasında da devam etti. Ancak bazı cezaevleri, farklı amaçlarla yeniden düzenlendi. Saygon Cezaevi, bugün Vietnam’ın en büyük kütüphanesi olan Ho Chi Minh Şehri Genel Kütüphanesi’ne dönüştürüldü. Bazı bölümleri ise "utanç müzesi" haline getirilerek halkın ziyaretine açıldı.
Vietnam'daki diğer önemli cezaevlerinden biri de, 1875’te Fransızlar tarafından kurulan Tropikal Hastalıklar Hastanesi’ydi. Bu hastanenin bir bölümü, halktan gizli bir cezaevi olarak kullanılıyordu. Cho Quan Hastanesi'nin bir köşesi ise psikiyatri hastalarını tedavi etmek için inşa edilmesine rağmen, zamanla sömürge karşıtlarının tutulduğu özel bir cezaevine dönüştürüldü.
Bunun yanında, Chi Hoa Cezaevi, 7 hektarlık bir alanda gözetleme kuleleri, hücreler, gözaltı odaları ve tutsakların zorla çalıştırıldığı atölyeleriyle en büyük cezaevlerinden biri olarak kullanıldı. Bu cezaevlerinde, Vietnam Komünist Partisi Genel Sekreteri Tran Phu ile, dönemin ABD Savunma Bakanı Robert McNamara’ya suikast düzenleyen Nguyen Van Troi de tutuldu. Tran Phu, cezaevinde hayatını kaybetti.
Saygon Cezaevi: Belgeseller, kitaplar ve filmler
Saygon Cezaevi ve Vietnam Savaşı, birçok belgesel, kitap ve filme konu oldu. 1985 yılında WGBH-TV tarafından hazırlanan "Vietnam: A Television History" ve 2017 yılında ABD kamu kuruluşu PBS tarafından yayımlanan 10 bölümlük "The Vietnam War" belgesellerinde Saygon Cezaevi’ne yer verildi.
Savaşın insanlık üzerindeki etkilerini anlatan birçok tarihî kitap arasında, sadece cezaevlerindeki işkenceleri ve direnişi ele alan Nguyen Duc Thuan’ın yazdığı "Direnme Savaşı: Saygon Zindanlarında Mücadele" adlı eser de bulunuyor. Yazarın 1956-1964 yılları arasındaki tutsaklık sürecini anlattığı bu eser Türkçeye de çevrildi. Ayrıca, Vietnam’daki bölünme ve savaş sonrası dönemi anlamak açısından önemli filmlerden biri de, 2007 yılında Doan Hoang tarafından yazılıp yönetilen "Ah Saigon" filmidir.
Saygon Cezaevi bir rejimin sembolüydü
Saygon Cezaevi, aynı zamanda Vietnam’daki sömürgecilik ve baskının sembollerinden biriydi. İlk olarak Fransızlar tarafından inşa edilen bu cezaevleri, daha sonra ABD destekli Güney Vietnam hükümeti tarafından kullanıldı ve sayısız insan hakları ihlaline sahne oldu. Vietnam Savaşı'nın ardından cezaevlerinin bir kısmı kapatıldı, bir kısmı ise yeni rejimin muhalifleri için kullanılmaya devam etti. Bugün, bazı cezaevleri kütüphanelere ve müzelere dönüştürülse de, Saygon Cezaevi’nde yaşanan insanlık suçları ve direniş asla unutulmadı. Vietnam halkının bağımsızlık mücadelesinde önemli bir yer tutan bu cezaevleri, sömürgecilik ve baskı rejimlerine karşı verilen mücadelenin kanlı birer tanığı olarak tarihe kazındı.
Guantanamo Askerî Kampı: İşkencenin ve hukuksuzluğun sembolü
Guantanamo Askerî Kampı, El Kaide tarafından 11 Eylül 2001'de gerçekleştirilen saldırıların ardından, George W. Bush başkanlığındaki ABD yönetimi tarafından, "terörle mücadele" politikalarının bir parçası olarak Küba’nın Guantanamo Körfezi'nde kuruldu. ABD ve uluslararası hukukun geçerli olmadığı bir bölge olması nedeniyle özellikle bu yer seçildi.
Ağır insan hakları ihlalleri ve işkencelerle anılan Guantanamo Kampı'nda, bugüne kadar içlerinde çocukların da bulunduğu en az 780 kişi tutuldu. Tutuklulardan biri sivil mahkemede, 739’u ise askerî komisyon tarafından yargılandı ve farklı bölgelere nakledildi. Dokuz kişi ise gözaltında hayatını kaybetti.
Günümüzde kampta bilinen tutuklu sayısı 35 olmasına rağmen, bunların yalnızca 16’sına suçlama yöneltilmiş durumda. Serbest bırakılmalarına izin verilmesine rağmen tutuklu kalmaya devam eden mahkûmlar da bulunuyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Terörle Mücadelede İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü’nün 2023 tarihli raporunda, kampta yaşanan sayısız insan hakları ihlali detaylandırıldı. Ayrıca, Uluslararası Af Örgütü de Guantanamo’daki hukuksuzlukları belgeleyen birçok rapor yayımladı. Bu raporlarda, işkence, kötü muamele, zorla itiraf alma, süresiz tutukluluk ve adil yargılanma hakkının ihlali gibi ciddi insan hakları ihlallerine yer verildi.
ABD Başkanı Joe Biden, birçok kez kampın kapatılması gerektiğini vurgulayan açıklamalarda bulunsa da, bugüne kadar Guantanamo'nun kapatılması yönünde herhangi bir somut adım atılmadı.
Çocuklar ve yaşlılar bile işkence gördü
Guantanamo Kampı'nda uygulanan işkenceler ve diğer hak ihlalleri, The Washington Post, The Guardian, Al Jazeera ve AFP gibi birçok uluslararası medya kuruluşu tarafından defalarca haberleştirildi. Ayrıca, Wikileaks, 2011 yılında Guantanamo'ya dair Pentagon’un "Ortak Görev Gücü Guantanamo" (JTF-GTMO) tarafından hazırlanan 779 gizli belgeyi The New York Times, NPR ve The Guardian gibi basın kuruluşlarına sızdırdı.
Bu belgelerde, 150’den fazla masum Afganistanlı ve Pakistanlının yıllarca herhangi bir suçlama olmaksızın kampta tutulduğu ortaya çıktı. Belgelerde, 89 yaşındaki Muhammed Sadık ve 14 yaşındaki Naqib Ullah'ın da aralarında bulunduğu bazı tutsakların, fiziksel ve zihinsel sağlık durumlarının kötüleşmesine rağmen serbest bırakılmadığı belirtiliyordu. Belgelerde ayrıca, 11 Eylül saldırılarının planlayıcısı olarak bilinen Halid Şeyh Muhammed’in ifadelerine de yer verildi. Halid Şeyh Muhammed, El Kaide'nin nükleer kapasiteye sahip olduğunu ve Usame Bin Ladin’e yönelik herhangi bir saldırıya karşılık misilleme yapacaklarını öne sürmüştü.
Guantanamo günlükleri: İşkencenin tanıkları konuştu
Kampa getirilen tutsaklardan biri olan Shaker Aamer, Kasım 2001'de Afganistan'da bir Suudi yardım kuruluşunda çalışırken yakalandı ve 13 yıl boyunca Guantanamo’da tutuklu kaldı. 2007 yılında tahliye edilmesine onay verilmesine rağmen, ABD ve İngiltere ajanlarının işkencelerine tanık olduğu için serbest bırakılması geciktirildi. Ancak 2015 yılında serbest bırakılarak İngiltere’deki ailesinin yanına dönebildi.
Bir diğer tutsak Mohamedou Ould Slahi, memleketi Moritanya’da tutuklandı. Buradan Ürdün’e ve ardından Guantanamo'ya götürüldü. 2015 yılına kadar burada tutuldu. Serbest bırakıldığında, Guantanamo’da yaşadıklarını anlattığı günlüğü ABD hükümetinin denetiminden geçtikten sonra "Guantanamo Diary" (Guantanamo Günlükleri) adıyla kitaplaştırıldı. Bu kitap, daha sonra "The Mauritanian" adıyla filme uyarlandı. Mohamedou Ould Slahi, ayrıca 2021 yılında "The Actual True Story of Ahmed and Zarga" adlı ilk romanını Ohio University Press’ten yayımladı. Guantanamo Kampı, Michael Moore’un "Fahrenheit 9/11" gibi belgesellerinde de ele alındı. Bunun dışında pek çok basın kuruluşu tarafından da kamp hakkında belgeseller çekildi ve yaşanan insan hakları ihlalleri gözler önüne serildi.
Guantanamo: Adaletin kara lekesi olarak tarihe geçti
Guantanamo, “terörle mücadele” adı altında kurulan ama insan hakları ihlalleriyle anılan bir cezaevi olarak tarihe geçti. ABD’nin hukuk dışı uygulamalarının sembolü haline gelen bu kamp, işkence, süresiz gözaltılar ve insanlık dışı muamelelerin yaşandığı bir yer olarak hafızalara kazındı.
BM, Uluslararası Af Örgütü ve insan hakları savunucuları defalarca Guantanamo’nun kapatılması gerektiğini vurgulasa da, ABD yönetimleri bu konuda somut bir adım atmadı. Bugün bile 35 tutsak hâlâ bu cezaevinde tutuluyor ve çoğu herhangi bir suçlama olmaksızın özgürlüğünden mahrum bırakılmış durumda.
Guantanamo, yalnızca bir cezaevi değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve insan haklarının nasıl yok sayıldığının bir kanıtı olarak tarihteki yerini aldı.
Evin Cezaevi
Evin Cezaevi, İran’ın son şahı Rıza Pehlevi döneminde, 1971 yılında siyasi tutsakları tutmak amacıyla Tahran’ın eteklerinde inşa edildi. Ancak, şehrin genişlemesiyle birlikte zamanla yerleşim alanlarına yakınlaştı. İran İslam Devrimi'nden sonra ise, rejim karşıtı gazeteciler, öğrenciler, aktivistler ve insan hakları savunucuları burada tutuldu. Cezaevinde öğrencilerin sayısının fazlalığı nedeniyle buraya "Evin Üniversitesi" adı verildi.
1988’de, binlerce siyasi tutsak, göstermelik yargılamaların ardından idam edildi. Eylül 2022'de, Rojhilat’ta (Batı Kürdistan) Jina Emînî’nin İran hükümetine bağlı güçler tarafından işkence edilerek katledilmesiyle başlayan "Jin, Jiyan, Azadî" direnişlerinde, çoğunluğu Kürt olan yüzlerce yurttaş, gazeteci ve aktivist Evin Cezaevi'ne gönderildi, birçoğu idam edildi.
Ekim 2022'de, tutsakların başka cezaevlerine nakledilmesine karşı yapılan protestolar sırasında cezaevinde yangın çıktı. Yetkililerin müdahalesi sırasında sekiz tutsak hayatını kaybetti. Bugün cezaevinde binlerce siyasi tutsak bulunuyor. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Evin Cezaevi'ndeki işkence, idamlar, kayıplar ve insan hakları ihlalleriyle ilgili birçok rapor yayımladı. 2022’de, ABD ve Avrupa Birliği (AB) İran’a yaptırım uygulanması gerektiğini vurguladı. Ancak, İran hiçbir zaman BM'nin "İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşmesi"ni imzalamadığı için, bu yaptırımların etkisi sınırlı kaldı.
Dünyanın gözleri önünde işkence
Evin Cezaevi'nde uygulanan insan hakları ihlalleri, işkence, kötü muamele, zorla itiraf alma, uzun süreli tecrit, tutsakların birbirleriyle ya da aileleriyle görüştürülmemesi, penceresiz ve tabutu andıran hücrelerde aylarca süren izolasyon cezaları, hasta tutsakların tedavi edilmemesi ve hatta cinsel saldırılar gibi ağır suçları kapsıyor.
Cezaevinde kapasitesinin çok üzerinde, 15 binin üzerinde tutsak tutuluyor ve İran’daki toplam tutsak nüfusunun dörtte üçü burada barındırılıyor. Tutsakların yerde yatmak zorunda bırakıldığı cezaevinde, sık sık salgın hastalıklar baş gösteriyor. BM Keyfi Gözaltına Alma Çalışma Grubu, cezaevindeki sistematik baskıları "cezaevi içinde cezaevi" olarak tanımladı. Siyasi tutsaklara yönelik işkence görüntüleri, 2021 yılında bir hacker grubu tarafından Uluslararası Af Örgütü’ne sızdırıldı. Bu sızdırılan görüntülerde, Edelat-e Ali isimli tutsağa uygulanan ağır işkenceler dünyaya ifşa edildi.
2022 yılının Ekim ayında, "Jin, Jiyan, Azadî" protestoları sırasında, tutsakların başka cezaevlerine nakline karşı yapılan protestolar sırasında yangın çıktı. Cezaevi yetkilileri, tutsakların kaçmasını önleme bahanesiyle müdahale etti ve şiddet kullanarak sekiz kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu.
2009 yılında, İran'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile yapıldığı iddiasıyla gerçekleştirilen protestolarda yüzlerce öğrenci gözaltına alındı ve Evin Cezaevi’nde ağır işkenceye maruz kaldı. 2023'te, 60 yaşındaki İran-Amerikan vatandaşı Faramarz Javidzad, tedavi edilmediği için cezaevinde hayatını kaybetti. Evin Cezaevi'nde 31 yıl hapis cezasına çarptırılan Nobel ödüllü insan hakları aktivisti Nergis Muhammedi de 2021 yılından bu yana tutsak ediliyor.
Kürt siyasetçiler hapsediliyor, katlediliyor
İran İslam Devrimi’nin ardından, Humeyni’nin Kürtlere "cihat" ilan etmesiyle yaklaşık 30 bin Kürt katledildi. Bu tarihsel katliam, Rojhilat’taki Kürtlerin İran rejimine karşı öfkesinin en önemli nedenlerinden biri oldu. Evin Cezaevi'nde katledilen ilk Kürt kadın siyasetçi, 2008’de idam edilen Şirin Elemhuli oldu. Onunla birlikte kalan Merziye Emirzade ve Maryem Rustempour, 2019’da "Captive in Iran" adlı kitabı yayımlayarak yaşadıklarını anlattı.
2020’de "Jin, Jiyan, Azadî" protestolarına katıldığı gerekçesiyle tutuklanan kadın hakları savunucusu Pexşan Ezîzî hakkında idam kararı verildi. 2022’de, 19 ay boyunca tutsak edilen Mohsen Mazlum, Mohammad Faramarzi, Wafa Azarbar ve Pzhman Fatehi idam edildi. Ardından, yaklaşık iki buçuk ay tutuklu kalan 23 yaşındaki Mohsen Şekarî de apar topar idam edildi. 2024 yılı itibariyle, en az dört Kürt siyasi tutsak daha idam edilme tehdidi altında. Kaçırılarak işkence edilen Doğu Kürdistan Özgür Kadın Derneği (KJAR) üyesi Werîşe Muradî de hâlâ Evin Cezaevi'nde tutuluyor.
İşkence dünya yansıdı, filmler çekildi
Evin Cezaevi'nde kalan birçok kişi, burada yaşananları ifşa etti. Siyasi aktivist Mehdi Mahmudyan, X (Twitter) hesabından, diyaliz hastalarının hastaneye kabul edilmediğini duyurdu. Yazar ve film yapımcısı Muhammed Nurizad, cezaevindeki artan fiyatları teşhir etti. 2009’da casusluk suçlamasıyla tutuklanan İranlı gazeteci ve aktivist Roxana Saberi, "Between Two Worlds: My Life and Captivity in Iran" adlı kitabında cezaevi günlerini anlattı. BBC, CNN ve The New York Times gibi büyük medya kuruluşları, Evin Cezaevi’ndeki insan hakları ihlallerini sıkça haberleştirdi. 2019’da ise yönetmen Maryem Zaree, "Born in Evin" adlı uzun metrajlı filminde, Evin Cezaevi'nde doğan çocukların hikâyelerini anlattı.
Evin Cezaevi, İran rejiminin baskı politikalarının en karanlık yüzünü temsil etmeye devam ediyor.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi
İngiliz The Times gazetesi tarafından 2008’de "Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi" arasında dördüncü sırada gösterilen Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi, 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında Kürt siyasetçiler, aydınlar ve demokratlar için bir toplama kampına dönüştü. Darbe sürecinde Türkiye’de işkencenin yaşanmadığı neredeyse hiçbir cezaevi yoktu. Metris, Sağmalcılar ve Mamak Cezaevleri de bu süreçte ismi duyulan cezaevlerinden bazılarıydı. Ancak Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi, özel işkence yöntemlerinin uygulandığı bir laboratuvar işlevi gördü.
Bu cezaevi, sadece baskı ve zulmün merkezi olmakla kalmadı, Kürt tutsakları kimliklerinden koparıp "Türkleştirmek" amacıyla yapılan işkencelere karşı direnişin de sembolü haline geldi. PKK’nin kurucu isimlerinden Kemal Pir, Hayri Durmuş, Orhan Sarıbal, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek, insan onuruna yakışmayan uygulamalara karşı girdikleri ölüm orucunda hayatlarını kaybetti. Mazlum Doğan ise 21 Mart 1982’de bedenini ateşe vererek, işkenceyi protesto etti. Kürt siyasetçi Sakine Cansız (Sara), işkencecilere karşı tavrı ve örgütleyici gücüyle direnişin öncülerinden biri oldu.
Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkenceler, sadece PKK'yi baskı altına almak için bir şantaj aracı olarak kullanılmadı, aynı zamanda devletin baskı mekanizmasının ne kadar ileri gidebileceğini göstererek PKK’nin ilerleyen yıllardaki yol haritasında belirleyici bir rol oynadı.
Amaç: Kimliksizleştirme ve Türkleştirme
Darbe döneminde Kenan Evren, yeni cezaevlerini "modern hapishaneler" olarak nitelendirdi. 1972’de temeli atılan, 1980’de faaliyete geçen Diyarbakır Cezaevi de bu yeni sistemin bir parçasıydı. Darbe sonrası, 1981 yılının Ocak ayından itibaren cezaevinde sistematik işkence başladı. Ancak, bu işkence sürecinden önce, farklı cezaevlerinden belirli tutsaklar buraya özel olarak nakledildi ve işkencenin hedefi olacak kişiler özenle seçildi.
Cezaevindeki işkence düzeni, Kıbrıs Harekâtı’nda görev almış komutanlar tarafından yönetildi. 1981-1984 yılları arasında Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı olan Korgeneral Kemal Yamak, bu sistemin en önemli figürlerinden biriydi. Cezaevinde işkenceleriyle hatırlanan Esat Oktay Yıldıran da Kıbrıs'ta Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulunmuştu. Aynı zamanda MHP ve Ülkü Ocakları'nda yetişmiş, Kıbrıs’ta esir Rumların tutulduğu cezaevlerinde "pasifikasyon müdürü" olarak çalışmıştı.
Esat Oktay Yıldıran, kendisinin Mossad ve İngiliz istihbaratı tarafından eğitildiğini söylemiş ve işkencelerin amacını şu sözlerle açıklamıştı: "Ben burada sizi Türkleştirmek için varım!"
Cezaevinde tutsaklara zorla ırkçı marşlar söyletildi, görüş yerlerinde yalnızca Türkçe konuşmalarına izin verildi ve "Türkçe konuş, çok konuş" yazıları asıldı. Cezaevindeki işkencelere katılan isimlerden biri de, daha sonraki yıllarda Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Vekili olan Bülent Orakoğlu oldu. İşkenceler sadece tutsaklarla sınırlı kalmadı, cezaevine görüşe gelen aileler de işkenceye maruz bırakıldı.
Direniş
Diyarbakır Cezaevi'nde işkenceler devam ederken, tutsaklar insanlık dışı muamelelere karşı direniş başlattı. 24 yaşındaki Mazlum Doğan, 21 Mart 1982’de Newroz gününde kendini asarak protesto eylemi gerçekleştirdi. Bu eylem, cezaevindeki direnişin sembolü haline geldi. 17 Mayıs 1982’de, Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner işkenceyi protesto etmek için kendilerini ateşe verdi. Basında bu olay, "cezaevinde tüp patladı" şeklinde yansıtıldı. 14 Temmuz 1982'de 80 gün süren ölüm orucu başlatıldı. Kemal Pir ve Mehmet Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Mehmet Yılmaz da ölüm orucunda yaşamını yitirdi.
Esat Oktay Yıldıran, 22 Ekim 1988’de bir suikast sonucu öldürüldü. Saldırıyı gerçekleştiren kişi, "Laz Kemal’in selamı var" diyerek suikastın arkasındaki grubu işaret etti. Esat Oktay Yıldıran’ın adı, 2010 yılında Fatih Belediyesi'nin yaptırdığı "Şehitler Anıtı"na yazıldı. Ancak, tepkiler üzerine daha sonra kaldırıldı.
Failler yargılanmadı
12 Eylül Darbesi'nde 650 bin kişi gözaltına alındı, 7 bin kişi için idam istendi, 517 kişi idam cezasına çarptırıldı, 50’si infaz edildi ve 299 kişi cezaevlerinde yaşamını yitirdi. Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nden sağ çıkan isimler arasında Gültan Kışanak, Mehdi Zana, Ahmet Türk, Orhan Miroğlu, Mustafa Kılıç, Şerafettin Elçi ve Selim Çürükkaya yer aldı. Burada işkencelerde hayatını kaybedenler arasında TKP-ML TİKKO davasından tutuklu Medet Özbadem, Ali Sarıbal ve ajanlık yapmayı reddeden İbiş Ural bulunuyordu.
Darbe sonrası sadece ilk 4 ayda 30 bin kişi gözaltına alındı ve 5 Nolu Cezaevi'ne götürüldü. Bilinen verilere göre burada en az 34 kişi hayatını kaybetti.
2010’da, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen anayasanın geçici 15. maddesi kaldırıldı ve Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya hakkında darbe suçlamasıyla dava açıldı. Mahkeme, her iki generale müebbet hapis ve rütbelerinin sökülerek er statüsüne düşürülmesi cezası verdi. Ancak, dava Yargıtay aşamasındayken failler öldüğü için karar kesinleşmedi ve failler cezasız kaldı.
Diyarbakır Cezaevi'nin kültür merkezi yapılması planlanıyordu, ancak sonradan hem kültür merkezi hem de müze olmasına karar verildi.