‘2025’i Kadın Yılı ilan ediyoruz’
- 10:35 10 Şubat 2025
- Güncel
ANKARA- DEM Parti Kadın Meclisi öncülüğünde kadın örgütleriyle birlikte yapılan basın toplantısında, “Aile Yılı ilan eden iktidara hodri meydan diyoruz ve 2025 yılını ‘Kadın Yılı’ ilan ediyoruz” denildi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi iktidarın kadına yönelik politikaları ve saldırılara dair kadın kurumlarıyla birlikte Meclis’te basın toplantısı gerçekleştirdi. Toplantıya, Ankara Kadın Dayanışma Vakfı, Halkevci Kadınlar, Emekçi Hareket Partisi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Eğitim Sen, Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) toplantıya katıldı.
‘Kazanımlar gasp ediliyor’
Toplantının açılış konuşmasını yapan DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki şunları söyledi: “AKP iktidarının 2024 yılını ‘Aile Yılı’ ilan etmesinin kadın hareketi, feministler ve LGBTİ+ bireyler açısından ne anlama geldiğini konuşacağız. Son dönemlerde, kadın mücadelesiyle elde ettiğimiz kazanımlara yönelik yoğun saldırılar var. Bu saldırılarla birlikte AKP’nin LGBTİ+ karşıtı politikaları ve kadın haklarına yönelik ağır müdahaleleri sonucu patriyarkal kapitalizm güç kazanıyor; erkek egemenliği ve erkek şiddeti artıyor. İktidar, uzun süredir bakanlığın isminden başlayarak kadının adını her yerden sildi ve kadın odaklı her alanı ‘aile’ kavramıyla değiştirdi. Ailenin güçlendirilmesi politikası adı altında kadın hakları ve kazanımları sürekli gasp ediliyor. Bunun farkındayız. Oysa kadınlar olarak, 1792’lere dayanan siyasi ve toplumsal varoluş mücadelemizle bağımsız, bireysel, özgür ve eşit bireyler olarak hayatın tamamında yer almak istiyoruz. Biz kadınlar, hayatın her alanında varız; ‘aile’ kimliğiyle değil, birey olarak! Bu anlamda, özellikle dinci politikalarla güçlenen aile odaklı yaklaşımlar tüm kazanımlarımızı tehdit ediyor. Ancak biz mücadelemizden asla vazgeçmiyoruz.”
Nafaka hakkı aslında ne?
Kadın Dayanışma Vakfı adına nafaka hakkına ilişkin konuşan Candan Dumrul, nafaka konusunda asıl gerçeklerin yeterince tartışılmadığını belirterek, uygulamada çok büyük sorunlar yaşandığını vurguladı. Vakfın 2024 yılında hazırladığı Nafaka Raporu çerçevesinde bilgi aktaran Candan Dumrul şu ifadeleri kullandı: “Biz gerçek sorunları konuşmuyoruz. Nasıl ki kadına yönelik şiddete dair gerçek sorunları konuşmuyorsak, nafaka da aynı şekilde ele alınmıyor. Örneğin, nafaka çok yoğun bir şekilde tartışılırken, kadınların nafaka almak için çalışmadıkları iddiası ortaya atılıyor. Gerçek şu ki kadınlar, evliyken çalışamadıkları ve boşandıktan sonra nitelikli ve güvenli iş bulamadıkları için nafaka talep etmek zorunda kalıyor. Kadınlar, nafaka almak için çalışmamazlık yapmıyor; gerçekten iş gücüne katılamadıkları için nafaka almak zorunda kalıyorlar. İncelediğimiz boşanma davası dosyalarında, kadınların yüzde 47’sinin herhangi bir gelire sahip olmadığı görülüyor. Geliri olmayan kadınların, boşandıktan sonra hayatlarını sürdürebilmeleri için nafaka almaktan başka seçeneği kalmıyor. Üstelik bahsettiğimiz nafaka sadece kadınlara ödenen bir nafaka değil; çoğunlukla çocuklara ödenen nafakayı da içeriyor. İtiraz edilen nafakanın büyük bir kısmı, aslında çocuklara ödenmesi gereken nafaka oluyor. Erkekler, sadece boşandıkları eşlerine değil, çocuklarına da nafaka ödemek istemiyor. Kadınlar, boşanmaktan başka şansları olmadığı için bu çok düşük nafakaları kabul etmek ve hayatlarını bu şekilde sürdürmek zorunda kalıyorlar.”
‘Boşanmaların yüzde 90’ı şiddet’
“Kadınların sırf nafaka almak için boşandıkları iddia ediliyor. Nafakanın boşanmayı kolaylaştırdığı ve aileyi dağıttığı söyleniyor” diyen Candan Dumrul, asıl gerçeğin, kadınların şiddet nedeniyle boşanmak zorunda kalmaları olduğunu vurguladı. Candan Dumrul, “Hatta çoğu zaman, nafaka miktarı düşük olduğu için kadınlar boşanamıyor. Çünkü geçimlerini sürdürmeleri ve çocuklarına bakmaları mümkün olmadığından, şiddete geri dönmeye ve bu döngüye hapsolmaya devam ediyorlar. Örneğin, incelediğimiz boşanma dosyalarında yüzde 88,4 gibi çok yüksek bir oranda şiddet iddiası bulunuyor. Bu dosyaların yüzde 42’sinde ise 6284 sayılı yasa kapsamında verilmiş önleyici tedbir kararları yer alıyor. Yani, ‘önlenmesi gerektiği’ iddia edilen boşanma meselesinde, kadınların yüzde 90’a yakını şiddet görüyor ve yüzde 42’si ise devletin tedbir almak zorunda olduğu düzeyde şiddete maruz kalıyor. Erkeklerin ‘yoksullaştıklarını’ öne sürdükleri nafaka oranına baktığımızda ise raporumuzda şu sonuç ortaya çıktı: Nafakanın ortalaması bin 179 lira 40 kuruş. Bu rakamın erkeklerin hayatını zorlaştırdığı iddia ediliyor. Peki, boşandığında yoksulluğa düşen ve şiddetten kurtulmak için boşanmaktan başka çaresi olmayan kadınların bin 179 lira 40 kuruşla nasıl geçineceğini neden tartışmıyoruz?” diye sordu.
12. Kalkınma Planı ve Aile Yılı iç içe
İlan edilen “Aile Yılı”nın yoksullaştırma politikalarının devamı olduğunu vurgulayan Halkevci Kadınlar adına konuşan Çiğdem Serin, şöyle devam etti: “Bu iktidar, 2025 yılını ‘Aile Yılı’ ilan ettikten sonra, nüfus politikaları yoluyla kadın düşmanı politikalarını daha da yaygınlaştırmaya çalışıyor. Aslında, 15 Mayıs Dünya Aile Günü’nde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından açıklanan ‘Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi’ni hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bu eylem planında ‘ailenin güçlendirilmesi’, kadınların güçlendirilmesinin ve şiddetten korunmasının önünde tutuluyor. Çünkü sermaye, kadınların ev içinde görünmeyen emeğini sömürmeye devam etmek istiyor. Bu noktada, 12. Kalkınma Planı ile bu Vizyon Belgesi’nin nasıl iç içe geçtiğini görüyoruz. Belgenin girişinde de 12. Kalkınma Planı’na vurgu yapılıyor. Kadınların güçlendirilmesi yerine, 12. Kalkınma Planı’nın sürekliliğinin sağlanması için ‘ailenin güçlendirilmesi’ gerektiği savunuluyor. Bu da gösteriyor ki, sermayenin kalkınma planı, kadınların emeği ve bedeni üzerinden yükseliyor. Bu iktidarın yoksullaştırma politikalarının, aile politikalarından bağımsız olmadığını görüyoruz. 22 bin 104 lira olarak açıklanan asgari ücretin ardından, sadece birkaç gün içinde nüfus politikaları ve aile enstitülerinin kurulacağı duyuruluyor. 22 bin 104 lira demek, kadınların daha ucuz gıdaya ulaşmak için pazar pazar gezmesi, ev içinde daha fazla emek sarf etmesi ve mutfaktan çıkamaması demek. Bunu çok iyi biliyoruz."
‘Bu ülkede yoksulluktan çocuklar ölüyor’
Kadınların bedenleri üzerinden doğurganlığa ve çocuk sayısına kadar müdahale eden politikalara değinen Çiğdem Serin, “Bu ülkede barakalarda çocukların öldüğünü biliyoruz. Bir taraftan nüfus politikaları hazırlanıp teşvikler verilirken, çocuklar yoksulluktan ölüyor. İktidar ‘Aile Yılı’ ilan eder etmez, Antalya’daki yangından kurtulan çocuklar ‘Annemin parası yok’ diyerek hastaneye gitmemek için ağlıyorlardı. Bu koşullar içerisinde, bir yandan teşviklerin açıklanmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. İtibardan tasarruf etmeyenler, bizim hayatlarımızdan, yaşamlarımızdan, emeğimizden tasarruf etmeye çalışıyor. Yine bütçe görüşmelerinde gördük ki, kadınların güçlenmesiyle ilgili bu iktidarın bir derdi yok. Bir kadına 38 kuruşu reva gören bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidardan hepimiz alacaklıyız ama 38 kuruşu değil, eşit ve özgür bir yaşam için alacaklıyız. Bunun için mücadele edeceğiz. Hayatlarımıza kast etmek üzere 2025 yılını ‘Aile Yılı’ ilan eden iktidara da hodri meydan diyoruz. Bizler, bu yılı ‘Kadın Yılı’ ilan ediyoruz” sözlerini kullandı.
‘Bedenlerimiz ve varoluşumuz saldırı altındadır’
Kadın kurumlarının ardından söz alan DEM Parti Milletvekili Adalet Kaya, “Bugün burada, birlikte sesimizi büyütüyoruz. Kendilerinin de belirttiği gibi, ülkedeki kadınlar bugün hayatlarına, kimliklerine, bedenlerine ve varoluşlarına yönelik pek çok saldırı altındadır. İktidarın aileci politikaları, kadınları kimliksizleştirmeyi amaçlayan politikalardır. Kadını özne olarak görmeyen, yaşamın dinamiği olarak kabul etmeyen ve onu yalnızca aileye bağlı, onun içinde bir varlık olarak tanımlayan bu anlayışı reddediyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Kadınlarla birlikte mücadelemizi büyüteceğiz’
Tüm bu politikalara karşı büyük bir mücadele verildiğini kaydeden Adalet Kaya, konuşmasının devamında şunları dile getirdi: “Diğer yandan, Nafaka Hakkı ya da başka pek çok hakkımız için mücadele veriyoruz. Evde, işyerinde, sokakta, yaşamın her alanında kadınlar, hayatta kalabilmek ve yaşamlarını sürdürebilmek için mücadele ediyor. Bu mücadeleyi verirken, biz de onlara destek olmak ve bu mücadeleyi büyütmek isteyen yoldaşları olarak seslerini daha da yükseltmek için mahkeme salonlarında, alanlarda, sokaklarda ve her yerde kadın yoldaşlarımızla birlikte bu sesi büyütmek istiyoruz.
Dün Diyarbakır’da, barış ve özgürlük için DBP ile birlikte DEM Parti olarak bir miting düzenledik. Orada emniyetin yasakladığı bir amblem vardı. Tahmin edersiniz, bu Tevgera Jinên Azad (TJA) amblemiydi. Yasaklı olarak listelenmiş ve miting alanına alınmasına izin verilmemişti. Ben bunu göstermek istiyorum, çünkü buna önem veriyoruz. Diyarbakır Valiliği, bu amblemin miting alanına girmesine izin vermedi. Tevgera Jinên Azad nedir? TJA, 2016 yılından beri Türkiye’nin her kentinde kadınların hak mücadelesine destek veren, kadınların şiddetsiz bir yaşam içinde var olmasını amaçlayan bir kadın hareketidir. Yani, Kürt kadın hareketi, özgür kadın hareketidir. Ben, Diyarbakır Milletvekili olmadan önce bir TJA aktivistiydim. Bu unvanı taşımaktan dolayı kendimi gururlu ve onurlu hissediyorum.
Kadınlar barışın gelmesi için mücadele veriyor
Biz kadınlar, sadece haklarımız ve varoluşumuz için mücadele etmiyoruz. Öte yandan, bu ülkenin demokratikleşmesi ve tüm yurttaşların eşit yurttaşlık haklarına kavuşması için de öncülük ediyor, alanlarda ve meydanlarda mücadeleyi büyütüyoruz.Diğer yandan, biz kadınlar, kadın aktivistler, kadın platformları ve kadın kurumları, tüm bu mücadeleyi verirken en önemli mücadeleyi de yürütüyorlar. Yani, barış aktivizmini sürdürüyorlar, barış için mücadele veriyorlar. Bugün tam da gündemimiz bu iken, biz diyoruz ki kadınlar, verdikleri mücadeleyle bu ülkenin demokratikleşmesinin ve barışın sağlanmasının mücadelesini de veriyorlar. Biz biliyoruz ki barışın öncülüğünü yine kadınlar yapacak ve bu ülkenin demokratikleşmesini, kadınların eşit yurttaşlık hakları için verdikleri mücadele sağlayacak. Jin, Jiyan, Azadî felsefesiyle sizleri selamlıyorum.”